Ramazan ayının girmesi ile birlikte başlayan iftar telaşesinde Sezin yemek hazırlamaya çalışıyordu. Eve geleli henüz 15 dakika olmuştu. Marketten aldığı poşetleri yerleştirmesi bittikten sonra mutfak masasındaki dağınıklığı toparlayıp kirli bulaşıkları bulaşık makinesine yerleştirdi. Gündüz işe gittiği için evde çocukları yalnız bırakmıştı. Tabi döndüğünde evi dağınık bulacağını biliyordu, ancak o gün misafiri vardı ve hızlıca hem etrafı toparlaması hem de yemek hazırlaması gerekiyordu. Misafirleri de gelmişti.
Sabah evden çıkarken kızı Sude’nin kahvaltısını hazırlamıştı. Akşam saatlerine kadar gelemeyeceği için ne yiyeceği konusunda endişeliydi. Eve geldiğinde tüm gün abur cubur tüketmiş olduğunu anladı. Öteleyip durduğu bu konuyu daha farklı ele alma zamanı gelmişti, ama bugün değil.
“Anne, bisküvili pasta istiyorum.” dedi Sude. Eyvah, tüm pasta bitmişti. Yeniden yapmak için puding var mı diye baktı, kalmamıştı.
-Maalesef, pasta bitti kızım.
Sude’nin tekrar yapmasını istemesi beklediği bir yanıttı. Evde puding olmadığını ve iftara çok az vakit kaldığını anlatsa da pastada takılı kalmıştı konuşma.
Evdeki misafirler kardeşi Can, eşi Berfin ve yeğeniydi. Sude’nin bu ısrarını gören Berfin Can’a “Markete gidip puding alsan iyi olur. Gitmişken dondurma da alırsın.” dedi.
Berfin’in Can’a gitmesi için ısrar ettiğini görüp bunun gerekli olmadığını söylese de Can hazırlanmaya başlamıştı bile. Can evden çıkarken hangi marketten aldığı veya hangi markanın pudingini aldığı fark eder mi diye sordu. Sezin fark etmeyeceğini söyledi. Tam kapıdan çıkarken Berfin dondurma almasını istediğini yineledi.
Can markete gitti, acaba başka ihtiyaç olur mu diye evdekileri aradı. O sırada ocaktaki yemeklerle ve salata yapımıyla ilgilendiği için Sezin hızlıca puding alsa yeterli olacağını yineledi. Can alışverişini tamamlayıp evin yolunu tuttu, puding ve dondurma almıştı. Eve girip aldıklarını mutfak masası üzerine bıraktıktan sonra salona geçip oturdu.
Mutfaktaki telaşenin arasında pudingli bisküvili pasta yapmaya vakti kalmadığını düşünen Sezin iftar sonrasında yaparım düşüncesindeydi. Poşeti açıp alınanları yerleştirmeye başladığında bir kahkaha koyverdi. İronik bir kahkahaydı, gülmekle kendine kızmak arasında gidip gelen ruh haliyle iç sesi “Ah, canım kardeşim!” diye söylendi. Önündeki poşette toz puding bulmayı beklerken küçük kaplarda yemeye hazır dörtlü puding bulmuştu. Bununla bisküvili pasta yapamazdı ki!
Kardeşinden puding almasını istediğinde böyle bir yanlış anlaşılma olabileceğini hiç düşünmemişti. Yemek hazırlama telaşesinde hiç aklına gelmediği için “Hangi marka olduğu fark eder mi?” sorusuna da fark etmeyeceği cevabını vermiş, açıklama yapma gereği duymamıştı. Neticede gülmeye bir bahanesi olmuştu, tabi kendisine kızacağı bir nedeni de.
Anlaşılmak istiyorsak anlatmayı öğrenmeliyiz, anlatacak vakti ayırmayı da becermeliyiz.
Şimdi bunun Tıp ile ne alakası var?
“Basit” bir yemek telaşesinde bile işler sarpa sarabiliyor.
Poliklinikte yüz hasta “görürken” ve her hastaya en fazla beş dakika zaman ayırabiliyorken, zaten iş stresi ile hep sempatikte yaşarken dinlemeyi, anlamayı, anlatmayı ve anlaşılmayı başarabilmek…..
Şu anda bu şartlarda hizmet veren herkesin kıymeti bilinsin.
Anlatabilmek, anlaşılabilmek, dinlemeyi bilmek, dinlenilmek, bir de dinlenebilmek beklentilerinin huzurlu şartlarda gerçekleştiği günlere…