Her yazı ve düşünce anlayanını arar. Bulan kendi döneminde geçici olarak, bulamayan sonradan kalıcı biçimde meşhur olur.
DADA
Bu delilikte belli bir yöntem var.
Horace
Değerlendirme ve eleştiriyi yapan, yazarı hayatının en acımasız alayına alan kişidir.
Anonim
Hayat; maddenin, matematik yasalarının formulasyonu yöneylemlerinde, kimyanın çaldığı musiki eşliğinde, felsefe biliminin ışıklandırdığı fizik sahnesinde sergilediği bir oyundur. Bu oyun ve sergilendiği sahnenin tümünü bir diferansiyel denklemle ifade etmek elbette mümkün olacaktır. Belki de tüm bu yazılım sonsuz evrenin kozmik tohumunda mevcuttur. Bize düşen görev bu bilgiyi hacklemek ya da bu yazılım ve donanımın mühendisini anlamak için ona çırak olmaktır. Zira Fred Allen Der ki: ‘’Konferans; tek başına hiç birşey yapamayan, fakat hiç birşey yapılamayacağına birlikte karar veren önemli insanların toplantısıdır’’. Kutsal kitaplar da hep amel üstünde durur. Kelam ikinci sıradadır. Zira iş beyne geçeği arattırırken, söz dedikoduyu davet eder. Zira: Büyük kelimelerden asla korkmayın. Uzun kelimeler küçük şeyler ifade eder. Bütün büyük şeylerin küçük isimleri vardır; Yaşam ve ölüm, Savaş ve barış veya şafak, gün, gece, aşk, ev gibi… Küçük kelimeleri büyük bir anlamla kullanmayı öğrenin. Yapması zordur, fakat demek istediğinizi anlatırlar. Ne diyeceğinizi bilmiyorsanız büyük kelimeler kullanın: Bunlar ekseriya küçük insanları aldatır (SSC BOOKNEWS, Temmuz 1981).
Kuşburnu Evreninde Bitki Makalesinin Yorumu
Dünyayı süsleyen tüm çiçeklerin
Her birisi senden bir eser taşır…
Sözlerle anlatmak mümkün olmadı
Ektim topraklara senin sevgini
Toprak, seni tarif için uğraşır
DADA
Bitkisel hayatta olan bitkiler değil, bitkilerdeki muhteşem hayatı ve zekayı henüz anlayamamış olan zihindir. Biyoloji biliminin ilgilendiği canlılar aleminin ortak özellikleri ve cansızlardan farkları şeklindeki soruya ilk sorulduğunda cevap veremedim, şimdi de cevap veremiyorum. Akıl, şuur, hareket, çoğalma, beslenme, dolaşım, boşaltım, ….., yardımlaşma, savaş, barış, evlenme, boşanma ölüm … her iki grupta da var. Atomlar enerji üretir, hareket eder, bölünerek-birleşerek çoğalırlar. Radyoaktif bir atom bir başka bir atoma nötron göndererek onu patlatabilir. Elektron göndererek onu asimile edebilir. Oksijen-hidrojen atomları adeta birer elektronu kız/damat gibi vererek onları evlendirerek su ailesini kurar. Bu su buhar, buz olur bazen …. Bazen de bu moleküller elektrolizle ayrışarak ateşe dönüşür. Böyle bir durumda tüm dünya yanar.
Ya da bu atomik kütleler, çok muhteşem yazılımlarını bir araya gelerek oluşturdukları tohumların genetiğine yükleyerek her yönüyle muhteşem virüs ötesi canlıları, bakterileri, mayaları, bitkileri, böcekleri, hayvanları, insanları ve neticede aklı ve şuuru oluştururlar. Yanda resimlerini ilediğiniz kuşburnu ağacı üniversitemizin hastanesi ile morfoloji binası arasındaki ağaçlarla şenlenmiş olan adına ‘’BİZİM YOL’’ dediğimiz yolun kenarındadır. Hemen her gün hastane ve morfoloji laboratuvarları arasında bu yoldan gidip geldim. Ve bu kuşburnu ağacıyla komşuları diğer ağaçlar/çiçekler ve misafirleri kuşlar ve böceklerle adeta dost oldu. Onların dilini anlamaya çalıştım. Baktım ki; bütün bu varlıklarda kendilerine has bir yazılımda muazzam bir akıl ve şuur var. Anladım ki bendeki akıl ve şuur onlardaki akıl ve şuuru anlayacak kadar inkişaf etmemiş meğer….. Anladım ki; matematik, fizik, kimya, felsefe bilinmeden tabiatın sıralarını keşfetmek imkansız imiş. Zira peynir gemisi lafla değil sütle yürürmüş …. Süt otları hammadde olarak kullanmak için çayırlarda secdeye kapanan koyun-inek-keçi gibi seyyar gezen fabrikaların; bal ise aynı şekilde özgürce semada dolaşan arıların eseri imiş. Kuşburnu ve komşuları olan çiçekler ve misafirleri olan arılar ve hatta dağlardaki kuşburunların gölgesinde ağırlayıp yaprak ve meyvelerini ikram ettiği koyun ve keçiler fısıldadı bu büyük sırrı bana …. Tabiatın makaleleri böyle okunur dedi bana, bu yolların kralı Zerdüşt….!
Her tohum cebirsel bir fonksiyondur. Toprak ise bu tohumların grafiklerini çizen erişilmez bir bilgindir. Eyy… ot gibi bitip yittiğinden yakınan adam! Sen eğer 70 yıllık ömründe bir çiçeğin faaliyetleri kadar faaliyette bulundun ve onun hayatı anladığı kadar hayatın özünü kavradın ise sana ne mutlu…! Eğer değilsen bu ifadenle otlara hakaret etme ….
DADA
Resim 1: Erzurum’da bir kuşburnunun yıllık hayatından kesitler izlenmektedir. Resim A-B Aralık-Ocak/Şubat; D-C Mart-Nisan-Mayıs; E-F Haziran-Temmuz; G-H Ağustos-Eylül aylarında kuşburnunun geçirdiği değişim ve dönüşümler izlenmektedir.
Kuşburnunun bu muhteşem hayat döngüsünde dört mevsim içinde nice dört mevsimler gördüm. Kışın dondurucu soğuğu kuşburnu meyvesi içindeki tohumların kendini güncelleme zamanıymış meğer… Yazılım yeniden yükleniyor bu kış uykusu demekten imtina ettiğim yaza hazırlık döneminde…. Resim 1/I’da gözüken ve deforme kuşburnu diye anılan bu salkımlaşan kuşburnu içinde bazı uçan böceklerin yumurtaları kışını bu otellerde geçiriyormuş meğer…. Bahar gelince içindeki havanın genişlemesiyle açılan bu otelin kapı ve pencerelerinden kanatlı böcekler uçuyormuş meğer …. ‘’Ortalama bir doktora tezi, kemiklerin bir mezardan diğerine taşınmasından başka bir şey
değildir.’’ der J. Frank Dobie. Ama toprak kemikleri bir mezardan diğerine değil, onları atomlarına ayırdıktan sonra bir bedenden başka bedenlere taşır. Makale değerlendiren kişi bunlara dikkat etmelidir.
Resim A-B’de gözüken dallar ve kuşburnunun içinde, D-E-F-G-H’de izlenen donanımların yaratıcısı olan yazılımın bu tohum içinde olduğunu fizik, kimya, matematik, biyoloji bilmeyen anlayamaz ve felsefe bilmeyen de yorum yapamaz. Galileo’nun deyişiyle: “Allah evreni matematik dilinde yaratmıştır. Evren her an gözlemlerimize açıktır; ama onun dilini ve bu dilin yazıldığı harfleri öğrenmeden ve kavramadan anlaşılamaz. Evren matematik diliyle yazılmıştır; harfleri üçgenler, çokgenler. Daireler, koniler, prizmalar, küreler ve diğer geometrik biçimlerdir. Bunlar olmadan tek sözcüğü bile anlaşılamaz; bunlarsız ancak karanlık bir labirentte dolanılır.” demiştir. Aynı durum burada da geçerlidir. Kuşburnu ağacında, yapraklarında ve meyvelerinde oluşan değişimlerde kesinlikle diferensiyel denklemler faal haldedir. Mesela resim 1/F’de açan gülün yazılımında Z<-cos4pr denkleminden izler vardır. Zira Gazali demiştir ki: ’’Matematik bilmeyen marifetullahta noksan kalır’’. Elbette ki bu yolun kenarları matematik, fizik, kimya bilimiyle açan çiçeklerle süslenmiştir. Diğer bilimlerin de elbette büyük rolleri vardır. Ama onlar bu yaratılış amelinde değil anlatım kelamında işlevseldir. Ben de burada matematik-fizik-kimya kanunlarıyla açan çiçekleri kelamla size anlatıyorum. Lakin beynin matematikle ilgilenen alanı geliştikçe kelam alanı dumura uğrayacaktır. Nitekim insanda kelam alanı gelişince koku alanının haberleşmeden çıkışı gibi …. Zaten Cenab-Allah’ta ahiret günü kelamlara değil amellere bakacak.
Kuşburnunun hayat hikayesini yazan mevsimleri oluşturan evrenin yasalarıdır bu hikayeyi ve tasarımı yapan etkenlerden biri…. Dünyanın güneşe göre konumu, dönüş hızı, yörüngesi, diğer galaksilerle olan irtibatı ve de kuşburnunu oluşturan atomların hali ahvali bile kuşburnunun yazılım donamında çok fazla hakka sahiptir. Sonbaharda esen rüzgarlar yaprakları savururken belki de ağaçların yapraklarını çürütüp bir sonraki baharda onların içindeki atomları bir diğerine ikram ederek genetik ve fenotipik dostlukların ve da temellerini atıyor olabilirler….. Birbirlerine yaprak ikramıyla ziyafet veriyor olabilirler.
Beyin Evreninde İnsan Makalesinin Yorumu
Düşünmüüüş, düşünmüş beyin kendinin manasını da….
Öğrenmek istemiş kendini kendinden sorusuyla, cevabıyla…
Düşündükçe aklı azalmış, azaldıkça az akıl almış…
Az aldıkça aklını, görmüş ki deliliği azalmış….
Sızdırmış sonsuzluğu bütün zerrelerine, sonsuz bilinmezler ile…
İrrasyonel, karmaşık sayıları bilemeyince derince dertlere düşmüş…
Artırmış cehaletini, sadece dört işlemden başka işe yaramayan tamsayılarla
DADA
(Doç. Dr. Selçuk Alsan’ın Sonsuzluk Kulesi Adlı Eserinden İlhamen)
Akli miladın başlaması ile aydınlanmaya başlayan insan aklının ışığını söndüren ortaçağ karanlığı insanlığın yüz karasıdır. Büyük bir ampiryokritk akıl grubu önderliğinde başlayan antik uygarlığın matematik ve felsefeden koparılarak siyasallaşan ve sosyalleşen tapınak kültürlerine biat ettirilerek sona ermesiyle İtalyan Rönesans’ının başlangıcı arasında geçen dönem aklın ve bilginin kötülük sayıldığı dönemdir. Skolastik çağ da denen bu dönemde, deneyi şiddetle dışlayan bir Aristo mantığı ile hurafelerden doğan akıl ötesi söylemlerin egemen olduğunu görüyoruz. Bu dönemde akıl bir kusur sayılmaktadır. Tabiatın yaratılış ve işleyiş mekanizmalarını incelemek Tanrı’nın emirlerine karşı gelmek sayılmış ve din dışı çalışmalar günah sayılmıştır. Metafizik ve büyü yaygınlaşmış ve aklın yerini almıştır. Bilime ve akla karşı amansız bir savaş başlatılmıştır. Şöyle ki M.S. 389’da İskenderiye’deki ünlü kütüphanenin kitaplarının bir kısmını yakılarak tahrip edilmiştir. Yaklaşık 50 yıl sonra ünlü kadın matematikçi Hypatia şeytan olduğu gerekçesiyle yakılmıştır. Kesinlikle denebilir ki bu dâhilerin beyin yazılım ve donanımları kendilerini yakanlarınkinden kat be kat üstündü….. Sosyal savaşlardan belki de nöroimmunolojik mekanizmalar sorumludur.
Beynin biyolojik gelişiminin mi beyni daha engin düşünmeye sevkettiğini ya da engin düşüncenin mi beyni geliştirdiği şeklideki ikilemin iki teoremi de doğrudur. İbn-i Haldun’un : ‘’Coğrafya Kaderdir.’’ Sözü beyin donanımı için tercüme edilirse:’’ Beynin tohumlarını yapan testisler/ovaryumlar ve içinde yetiştiği uterus beynin ve yöneteceği bedenin kaderinde rol oynar.’’
DADA
Akıl çağında uyanan akıl ve gelişen bilim kilise doğmalarını ve asalet unvanlarını paramparça etmiş uyanış ve aydınlanmanın temellerini atmışlardır. işlerine burun sokamayacağını, onların buna güçlerinin yetemeyeceğini derinden ve yüksekten haykırmıştır. Newton ve Leibnizin iyi gelişmiş bulunan angular girusları Calculus’un modern temellerini atarak bugünkü bilimin tohumlarını hazırlamıştır. Ünlü İngiliz Şair William Blake: ‘’Tek bir düşünce sonsuzluğu doğurabilir.’’ Demektedir. Bernard Shaw ise: ‘’Düşünmek hayatın kendisidir.’’ Demiştir. Emerson ise: ‘’Düşünmek dünyada en zor iştir. Düşünmek kaderi yok eder. İnsan düşünebildiği ölçüde özgürdür.’’ Tespitini yapmıştır. Düşünmek bilim ve sanatı, din ve siyasetin gerisinde görenlerin işi değildir. Aklın ve düşüncenin yüceltilmesi insanlığın yüceltilmesi demektir. Herman Molville der ki:’’ Düşünce bağımsızlığın açık denizlerinde dolaşmak ister, fakat yerin ve göğün en vahşi yobaz ve cehalet rüzgarları onu köleliğin ve alçaklığın sahillerine atmağa çalışır.’’ Pascal’a göre insan düşünmek için doğmuştur. Düşünmek onun bütün asaleti ve bütün değeridir. J. Hortega:’’ Düşünme yeteneğinin bir tabiat hediyesi olmadığını, iradeli, uzun ve tehlikeli çabalarla kazanılır…’’ demektedir.
Her nöron cebirsel bir fonksiyondur. Rahim ise bu fonksiyonların grafiğini çizen erişilmez bir bilgindir. Ve buradaki bütün denklemler bir sıfırla başlar ve bir sıfırla sona erer. Sonsuzluk, sadece tekin sıfıra bölümüdür. Bu nedenle nöronların ömür denklemlerinin kaderini de ‘sıfır’ tayin eder.
DADA
Cehaletin hurafeleri insan hayatını boğarken; bilimin, aklın ve mantığın tarihi nasıl etkileyip değiştirdiğini görmeyenler ışıkta kör olanlardır. Aydınlanma çağının öncüleri bilime yönelik akıl ve mantığı en yüksek değer ilan ettiler.
Bir insanın aklı onda bulunan beyin ve diğer organlardaki aklın; organlardaki akıl bulundurdukları hücrelerin, hücrelerdeki akıl onları oluşturan organellerin, organellerdeki akıl onları oluşturan moleküllerin, moleküllerdeki akıl onları oluşturan atomların ……. akıllarının toplamıdır.
DADA
Kafatasının içinde olduğunu sanan ama ne için olduğunu henüz bilmeyen bu sıfır/sonsuz sayıdaki nöron örgüsü henüz kendini çözememiş ve beraberindeki organlardan örülü bir mekanizma ile sebepleri ve sonuçları aramaya çıkmıştır. Toprağın ayıklamaya çalıştığında beyin kışkırtma yolunu arar. Toprağın dirilmek için çürüttüğü tohum beyin için büyük bir gizemdir.
Bu yapı evrenin yapıtaşlarını nokta, çizgi, üçgen, çokgen, çember, küre… gibi şekiller ve harf, rakam gibi niceliklerle sembolize ederek anlamağa çalışır. İşte, bu niceliklerin birbirine dönüşerek harman olduğu yerde π, e, ³€, ¥, μ, ……, altın oran… gibi sayılar bulunur ve bu dönüşümleri sağlayan aracılar olarak görev yaparlar. Bütün bunların cereyan ettiği saha trigonometri sahasıdır.
Binlerce kelimenin anlatamadığını bir resim anında anlatır (Turgenev IS)
Resim-2: Mikroskopla beyni incelemek için çok çeşitli teknik işlerden sonra beyinden milimetrenin 1/200’de biri kalınlığında (5 mikron) alınan kesitler adına LAM dediğimiz cam levhalar üzerine serilir ve çoook değişik boya yöntemlerinden geçirilir. Sonra üzerine LAMEL dediğimiz çok ince cam levhalar kapatılır. Ve mikroskopla incelenir. Resim A’da böyle bir lamda bir tavşan beyninin hafıza alanından geçen kesit kare içine alınmıştır. B’de bu kesit x4 büyütme ile; C,D ve E’de ise x100 büyütme ile görüntülenmiştir. C’de ortalama bir hafıza kodlayan hücre; D’de kır tavşanına, E’de ise laboratuvar tavşanına ait hafıza kodlayan hücre izlenmektedir. Resim B’de görülen hafıza alanının 1 milimetre küpünde 150.000 hafıza hücresi ve her hücrenin 10.000 dalı vardır. Bu sayılar laboratuvar tavşanlarında %10-15 daha azdır. Resimde de görüldüğü üzere kır tavşanlarının hafıza hücrelerinin ve dallarının sayısı daha fazladır.
İşte bundan dolayı da bütün çiçekler ve nöronlar, tabanı sıfıra ve tepesi sonsuza uzanan trigonometrinin dumanlı dağlarında açar. Her çiçeğin ve nöronun yazılımında kesinlikle en az bir trigonometrik denklem vardır. Bu denklemler kendini anlayan en büyük bilge toprağın ve uterusun karanlık bağrında patlayarak açan tohumlarda saklıdır. Toprak, tohumlarda saklı olan bu ihtişamlı sırları çiçekler, ağaçlar …. ve karaciğer, dalak, akciğer…… olarak grafiklendirir. Toprak ve uterus bu grafikleri çizerken çiçeklerin ve nöronların donanımında kullandığı temel malzemeler olan atomların içindeki yazılımı da açığa çıkarır ve onu da kullanır. Muhtemelen bu nedenlerledir ki farklı atomlar nedeniyle çiçekler ve nöronlar da birbirinden farklı olur. Kuşburnu bölümündeki yasalar beyin alanında da geçerlidir. Beyin adlı bu ilginç organizasyonun gelişip büyüdüğü yer ise anne rahmidir. Öyleyse burada da özetle diyebiliriz ki: Normal bir beyne bakan, resim 2/A’daki leke misali görüntüyü ve bunun B-C-D-E’deki muhtevasını mikroskop olmadan anlayamaz. Ama normal bir ışık mikroskopu ile de bu hücreler içinde bulunan atomları göremeyiz. Şimdi mikroskop sayesinde bir beynin hafıza alanlarındaki sinir hücrelerini irdeleyelim. Bilimin acı trajedisi, güzeller güzeli bir hipotezin çirkinler çirkini bir gerçek tarafından öldürülmesidir. Huxley TH
Coğrafya kader tayin edici ise uterus beyin ve belki akıl için daha büyük ve ilk kaderin tayincisidir. Deha ızdırabın evladıdır. Tabiat akademilerinden uzak ortamlarda yaşayan laboratuvar hayvanları ve hatta evcil hayvanlarda beyin gelişim kısmen duraklama gösterir. Hafıza hücreleri sosyal hayatın kaydını tutarken aslında her organda bulunan sinir yumruları da o organla ilgili kayıtları tutar. Beyin bu bilgileri ara devre bağlantıları olan iradi ve iradi olmayan sinirlerle, hormonlarla, diğer moleküllerle ve wireless olarak okur. Beyin sadece ATP ile çalışmaz. Elektromanyetik enerjiyi de hem kendi salınımlarıyla elektrik yüklü hücrelerden hem de aynı şekilde titreşen diğer organ hücrelerinden elde eder.
Beyin hem hücresel, hem moleküler hem de kendi ürünü olan seri ve paralel bağlı elektrik devrelerinin ürettiği elektromanyetik alanlar üstüne kaydeder. Beynin de adeta bir beyin Bulutu vardır. Somut olarak düşünülürse, hafıza alanının 1 milimetre küpünde 150.000 hafıza hücresi ve her hücrenin de gövdesinden çıkan ve komşu sinir hücreleri ile bilgi akışını sağlayan yaklaşık10.000 dalı vardır. Bu sayılar laboratuvar tavşanlarında %10-15 daha azdır. Bu şekilde 3 boyutlu ve galaksinin helezonu gibi bükülü halde olan hafıza alanının hard disk kapasitesi bir rakamının sağında 24 sıfır bulunduran 25 basamaklı bir sayı kadar olur. Lakin bu devrelerin tümünü aynı anda zaten çalıştıramazsınız. Buna bugün için imkan yoktur. Bu kadar ATP zaten bir beyinde olamaz. Tutun ki var: bu durumda açığa çıkan enerji ile kafatası volkan gibi patlar ve buradan fışkıran alevlerle tüm beyinle beraber dünya yanar …..
Natürel hayat yaşayan ve natürel gıdalarla beslenen kır tavşanlarında beyin ve tüm organların yapıları laboratuvar tavşanlarınınkinden çok daha gelişkin ve muhteşemdir. Maalesef laboratuvar tavşanlarınınkine bezer hayat yaşayan tüm hayvanlar aleminde de durum bu kadar vahimdir. Huzur ve rahat ortamında dört köşe olan beyinler zamanla itildikleri yönde yuvarlanan çemberlere dönüşerek her türlü tehlike ve felaketin içine sürüklenir. Beyin hastalıkları ile ilgilenen her hekim bilir ki: bir zehirlenme, kaza ya da tasarım hatası olarak beyni ve sinir/organ sistemleri bozuk olanlarda görülen tipler hariç olmak üzere, Alzheimer ve Parkinson gibi hastalıklar yüksek aktivitesini kesenlerde daha çok görülmektedir.
Anlatılanı anlamak için anlayacak olan kişi daha büyük büyük bir beyin ağırlığına, daha büyük bir beyin hacmine, daha fazla nöron yoğunluğuna ve çağdaş bilgilere sahip olması gerekir. Aksi halde Sokratesin durumuna düşer. Siz 100.000 kelime ile konuşuyorsanız, sizden daha az kelime ile konuşanların şerrine düçar olabilirsiniz. Tıpkı 256 MB kapasiteli eski model bilgisayarların yakında çıkacak olan 256 FemtoBite kapasiteli memory kartlarının yazılımlarını açamayıp Send Recycle Pin ya da Virüs uyarısı veren zayıf bir bilgisayar gibi ….. Kendini güncellememiş beyinler de işte bu acı kaderi paylaşır ama kaderinin acı olduğunu bilecek kadar da bilinci yoktur….. Bir beyne yüklenen en tehlikeli yük, ne yüklendiğinin bilincinde olmamasıdır. Değerlendiren beyin, değerlendirdiğinden daha güçlü olmalıdır.
‘’Ne gariptir ki yetenekli insanlar hayranlık, dâhilerse merhamet uyandırıcı bir hayat yaşarlar (O.W.Holmes). Dehanın temelinde de düşünce zenginliği vardır ve ancak onlar düşünme kulesinin tepesine tırmanabilmiştir (Düşünme kulesi/S. Alsan). John Adams. ‘’Deha hüznün çocuğudur.’’ Derken; Edison: ’’Dehayı ızdırap doğurur.’’ demektedir. Ancak zamanımızda Edison’un Tesla’ya ne olumsuzluklar yaptığı da bilinmektedir. Abraham Lincoln ise: ’’Deha herkesin çiğnediği yolları hor görür ve hiç ayak değmemiş topraklar arar.’’ Der. J. Swift ise dehayı: ’’Gerçek bir dehayı tanımak hiç zor değildir. Dünyanın bütün cahilleri ona karşı savaş açar.’’ Şeklinde tanımlamıştır. Senaca’ya göre de dahiler: ’’ Cehaletin derin karalık bulutları üzerimizi örterken başlarını bulutların üzerine çıkararak karanlıkta kalanlara ışık saçanlardır.’’ Çağ atlamak için yüzün ileriye dönük olması gerekir. Geriye bakılarak ileriye doğru atlanamaz. Geniş bir anlayış kapasitesi sergileyen akıl mimarı büyük bir beyne sahip olmak için etkin ve yetkin çalışmak gerekir …..
Akademide Makale Değerlendirmek
‘’Küçük doğruların tersi küçük eğrilerdir. Fakat büyük doğruların tersi yine büyük doğrulardır.’’
(Bir Matematikçi)
(Esinlenme: Bilimsel Bir Makale Nasıl Yazılır ve Yayınlanır/A Day R/Tübitak)
Hangi alanda olursa olsun, makalenin işleyeceği tema geçmiş-şimdi-gelecek zamanlarda etkinliği devam eden ve edecek olan bir kavramın doğruluk ya da yanlışlığını yeni paradigma ya da teoremlerle ispat etmelidir. Beynin evrimsel gelişimi ilerledikçe bilimsel evrilmeler de eskiyi çoğunlukla silip süpüren mahiyette değişmektedir. Dönemlerinin adeta makale değerlendiricileri olan, omuzları üstünde kafatası taşıdığı halde içlerinde beyin olmayanlar tarafından, Sokrates ölüme mahkum edilmiştir. Evrenin sonsuz olduğunu söyleyen Giordano Bruno yakılmıştır. Kalbe ilk dikiş atan hekim de yakılmıştır. Dahi bir filozof ve Hekim olan İbn-i Sina da onu anlamayan bazı çağdaşları tarafından kötü ithamlara maruz kalmıştır. Çünkü:
İdarî ve meslekî kıskançlık, imparatorluk kurma ve “yayınla-veya-yok ol!” kuramını kabulleniş, cennetteki yılanların sadece birkaçıdır. Bunlar; endüstri, kontrat, kurumsallık, kuruluş gelenekleri ve düzenlemelerinin zehirli yılanlarıyla birleşerek, profesyonel yazım dünyasının yılan deliğini oluştururlar.
(Mitchel JH)
Günlük hayattan bir örnekle başlamak isterim: Bir traktör teker ustası tüm araçların traktör olması gereğini düşünerek ‘’arka lastiklerin büyük’’ ya da ‘’ön lastiklerin küçük…’’ olması gerekir iddiasıyla böyle bir iş yapmaya kalkışırsa güne göre hata yapmış olur. Ama bunun sonsuza kadar yanlış olacağını da kimse iddia etmemelidir.
Bir makaleyi okuyan eleştirmen başlığa bakınca ne anlatılmak istendiğini anlamadıysa makaleyi okuduktan sonra da anlamayacaktır. Zira: ‘’İlk izlenimler derin izlenimlerdir. Bir yazıda başlığın iyi tasarlanması ve anlam limitlerinin izin verdiği ölçüde başlığın ne gelmekte olduğunu tam ve kesin olarak ima ettirmesi gerekir’’(Albutt TC). Bu önemli durum nice yazıların heba olup gitmesine yol açmaktadır. Bu nedenle makaleyi değerlendirecek olan kişi de iyi seçilmelidir.
Başlığın ima ettirdiği özet, makalenin ana temasını sadece yazarın değil herkesin anlayacağı şekilde açıkça sergilemelidir. Zira ‘’Kötü bir başlangıç, kötü bir şekilde sonlanır’’ (Euripides). Yalnız kutsal kitaplarda geçen FELIX CULPA etkisini de unutmamak gerekir. Felix Culpa: ‘’Hayırda şer, şerde hayır …’’ kavramını işler. Burada matematik, fizik ve tüm ders öğretmenlerimi hayırla yad ederek bir örnek vermek istiyorum. Aşağıdaki bilgiler ve paradokslar bana yıllar önce bu muhteşem hocalarım tarafından öğretilmişti.
Bir araştırmacı üçgenin ,ç açıları toplamının 180 derece olduğunu ufak çaplı bir düzlem üzerinde ispat edebilir ve bu önemli ölçüde doğrudur. Ama büyük bir düzlem üzerinde de ispat ettiğini düşünerek bu teorem üzerinden problemleri geometrinin hayal evreninde doğru sanılsa da fizik dünya buna müsaade etmez. Çünkü hayalen inşa edilen Öklidyen düzlem fizik dünyada mevcut değildir, evren onu bükmektedir. Bir karpuz ele alalım ve karpuzun sap kutbundan başlayan ve aralarındaki açı 140 derece olan iki yeşil çizgi seçelim. Bunların, karpuzun ekvatorunu yaklaşık 90 derecede kestiğini görürüz. Bu durumda karpuz üzerindeki üçgenin iç açıları toplamı 300 derece olur.
Mesela bir araştırmacı sıfırın sonsuza eşit olduğunu ispata kalkabilir. Mesela, çemberin bir sonsuzgen olduğunu ama aynı zamanda bir sıfırgen olduğunu ileri sürerek SIFIR=SONSUZ teorisini ispat edebilir. Bu mümkündür ya da değildir gibi düşünülebilir.
Mesela, kendi alanımızda yıllar önce bazı hassas yerleşimli zor beyin tümörlerinin cerrahi operasyonları artık radyo cerrahi ile halledilmektedir. Bazı tümörlerin tedavisi kimyasal yollarla, bazıları genlere müdahale ile halledilebilmektedir. Böyle bir alanda yazılan makale elbette bütün bu yönlerden ele alınacaktır.
Eski çağlarda bazı hastalıkların nedenlerinin soyut nedenlere bağlı olmadığı artık iyi bilinmektedir. Ve tedavileri de eski çağlarda tapınaklarda soygun yapan rahip sınıfın elinden, daha o dönemde iken Hipokrat, İbn-i Sina, El Haysem gibi hekimler tarafından alınmıştır. Gerçi bu savaş hala devam etmektedir. Bilimsel hakikatler tapınakların ve sosyal-maddi güç sahiplerinin koydukları yasaklarla yıllarca yasaklandı. Sonuçta hep gerçeği savunanlar haklı çıktılar. Günün birinde bizler de aynı duruma düşmemek için akıl motorlarımıza hakikat yakıtını doldurmalı, vicdan direksiyonu ile aklımızı doğru yöne çevirmeli, cesaret levhalarını gösterdiği yönde hakikatin olduğu mecralara doğru gitmeliyiz.
Ülkemizin ve üniversitelerimizin çok büyük imkanlara sahip olduğunu asla unutmayalım. Bu vatanı bize emanet edenlere ve ülkeyi omuzlarında taşıyan akıl ve kas işçilerine karşı büyük borçlarımızın olduğunu aklımızdan çıkarmayalım.
Saygılarımla