Pek çok şeyde olduğu gibi, “Anneler Günü” kutlamaları da Amerika Birleşik Devletleri (ABD) patentli etkinliklerden birisi. Annesini kaybeden bir kadıncağızın 1908 yılında başlattığı “anma günü” 1914 yılında ABD Kongresi’nde resmen “anma günü” olarak kabul edilmiştir. Türkiye’de ise 1955 yılında Mayıs ayının ikinci pazar günü “Anneler Günü” olarak kutlanmaya başlamıştır.
İlk bakışta “kapitalist düzenin tüketim toplumu yaratma yöntemlerinden birisi” olarak gören kutlama karşıtı bakış açısına hak vermek olası olmakla birlikte, olayın manevi yönüne bakıldığı zaman farklı bir yaklaşıma ulaşmak da mümkündür. Hele hele “Ana gibi yar olmaz”, “Cennet anaların ayakları altındadır” gibi özdeyişleri ve tüm semavi dinlerin ortaklaşa “anne” kavramı üzerindeki hassasiyetine bakıldığı zaman, kişinin maddi ve manevi dünyasındaki “anne” yerinin çok farklı bir konumda olduğu kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Bilinmelidir ki anne sevgisi, anne sıcaklığı yalnızca insana özgü bir duygu değildir ve tüm memeli hayvanlar aleminde ya da yavrularını doğurarak dünyaya getiren tüm canlılarda, tezahürü biribirinden farklı da olsa, anne sevgisini bütün çıplaklığı ile görmek mümkündür. Yani anne her canlı için kutsal bir varlıktır.
Türkiye’deki 10 Mayıs “Anneler Günü’ için yazmayı düşündüğüm bu yazıyı maalesef biraz gecikerek kaleme alma durumunda kaldım, zira 2 haftada bir yayımlanan “Köşe Yazısı” zamanlamasını iyi yapamadım.
Aslında benim Anneler Günü kutlamaları sırasında gündeme getirmek istediğim asıl husus ise annelerin çocuklarına katkısının biyolojik olarak da daha fazla olduğu gerçeğini vurgulamaktır. Bilindiği gibi, annenin yumurtası ile babanın spermiyumunun birleşmesiyle oluşan konseptus doğumla birlikte bir insan varlığı halini almaktadır. Kromozomlara bakarsanız doğan çocuğa 23 anneden ve 23 babadan olmak üzere eşit sayıda katkıda bulunulmaktadır. Bir canlını oluşması için bu iki hücrenin de olma zorunluluğu vardır. Fakat annenin implantasyonla birlikte beslemeye, büyütmeye ve taşımaya başladığı insan varlığı belirli bir yaşa kadar hem maddi hem manevi, daha sonra da manevi olarak anneye muhtaçtır. Bunun ötesinde anne, babadan farklı olarak çocuklarına yumurta hücrelerinde taşıdığı mitokondriyal genomu da aktarmaktadır. Bugün için nörolojik ve psikiyatrik pek çok hastalık ve sağlığın kaynağının bu mitokondriyal kromozomlarda saklandığını biliyoruz. Keza annedeki bazı kromozom eksilmeleri (del 15q, Angelman sendromu) aynı eksilmenin babada olmasından (Prader-Willi sendromu) çok daha ağır bir tablo ortaya koymaktadır ki “Annenin bedduası alınmaz” özdeyişinin adeta bilimsel dayanağı da ortaya çıkmaktadır.
Sonuç olarak, annenin çocukları üzerindeki maddi ve manevi katkısı babadan çok daha fazladır ve onlara karşı bireysel olarak da sosyal devlet olarak da borcumuzun çok olduğu bilincinde olma zorunluluğumuz vardır.
Bu vesile ile tüm annelere mutluluk ve sağlıklar dilerken anneleri sağ olanların ellerindeki bu hazinenin kıymetini iyi bilmeleri gerektiğini hatırlatmak isterim.
Yeni bir konuda buluşuncaya kadar esen kalın, sağlıklı kalın.