Daha önce de yazmıştım; haftalık bir gazetede yazıp yazınızı yaklaşık 1 hafta önce teslim etme zorunluluğunuz bazen gündemi geriden takip etmenize neden oluyor. Benim bu yazıyı yazdığım gün Anneler Günü. Ama hep denir ya, “Anneler Gününü bir tek gün ile sınırlamamak lazım”. Ben de, her günün annelerin günü olması dileğiyle bütün anneleri, anne adaylarını ve doğanın anne olma potansiyeli ile var ettiği bütün kadınları saygıyla selamlıyorum. Bu vesile ile annelik mefhumu üzerinde birkaç şey yazıp, sonradan uydurulan bazı ‘annelik’ kavramları konusunda düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim.
Tanrı (veya doğa) koyduğu kural gereği insanların (ve de hayvanların), bir erkek ve bir kadının genetik materyallerinin birleşmesi yoluyla çoğalmasını öngörmüş. Genetik materyallerin bir şekilde birleşmesiyle meydana gelen ‘ürün’ün bir insan yavrusu olarak ise bir kadının bedeninde belli bir süre kalması gerekmekte. İşte biz bu kadına “anne” diyoruz. Daha önce bu köşede yayınlanan “Tıbba Baba Aranıyor” başlıklı yazımda, “Bir şeyin ‘anası’ndan her zaman için emin olabilirsiniz, ama ‘babalık’ hep tartışma konusu olagelmiştir. Bir şey kimden doğmuş, kimden neşet etmiş ise ‘anası’ odur ve kesindir. Ama baba olduğunu ispat etmek pozitif bir çabayı gerektirir” demiştim. Bu yazıda bir adım öteye gidip şöyle diyeceğim; bir insanın (ve de hayvanın) dünyaya gelmesi için mutlaka bir anneye ihtiyaç vardır, ama istisnai durumlarda baba olmasa da olmakta.
Eskilerden Hz. İsa, yenilerde ise üremeye yönelik klonlama (reproductive cloning) buna örnek olarak verilebilir. Her ne kadar Hıristiyanlar Tanrıya babalık atfetse de, sanırım bunu her dinin kendi içinde bulundurduğu dogmalardan birisi olarak kabul etmek gerekir. Üremeye yönelik klonlama da ise bir kadın, dudak epitelinden alınan hücrenin çekirdeğinin kendi yumurtalıklarından alınan bir yumurtanın çekirdeği ile değiştirilip, kendi rahmine yerleştirilmesiyle kendi genetik ikizinin ‘annesi’ olabilmekte. Her ne kadar genlerinin yarısı bir erkek olan babasından olsa da, ortada doğacak çocuğun babalığını iddia edecek bir erkek bulunmamakta.
Kısacası annelik önemli ve ayrıcalıklı bir müessesedir. Belki de o yüzden farklı annelik kavramları üretilmiştir. ‘Sosyal Annelik’, ‘Genetik Annelik’, ‘Biyolojik Annelik’, ‘Taşıyıcı Annelik’, vs. Malum, bilimin işi ahlaki/etik/değer sorunları ortaya çıkartmak, etikçi, ahlak felsefecisi, hukukçu ve din adamının işi de kucaklarında buldukları bu soruna kılıf bulmak, kural üretmek, yasa yapmak, fetva vermektir. Kürtaj, organ nakli, klonlama, taşıyıcı annelik, tüp bebek uygulamaları bunlara birer örnek olarak verilebilir. Koyun Dolly’yi klonlayan İskoç bilimadamı Ian Wilmut’a “yaptıkları işin pek çok etik ve dini tartışmaya neden olduğu, bunun baştan hesaba katıp katmadıkları” sorulduğunda, “Biz beyaz önlüğümüzü giyip laboratuvara girdiğimizde bütün etik ve dini değerlerimizi kapının dışında bırakırız” demişti. İşte modern bilimin ve bilim adamının sorunu da bu zaten. Dr. Frankestein da, Dr. Mengele de, Darwin de, Freud da öyle yaparmış. Normatif (Kural koyucu) sistemler ile bilim birbirinden böylesine ayrılırsa, bilim değer sorunları üretmeye, sosyal bilimciler de bu konularda laf üretmeye devam edecek.
İşte taşıyıcı annelik de bu ‘önlüklüler’in ortaya çıkardığı bir ucube. Batı’da bu ‘ahlaksız’ uygulama çoktandır vardı. -Burada ‘ahlaksız’ kelimesi “toplumun mevcut ahlaki değerlerine aykırı olan şey” anlamında kullanıldı. Kimse üzerine alınmasın. Zaten ‘ahlaksız’ diye kişiye değil uygulamaya diyorum.- Bizlerde de yeni başladı. Henüz yasal değil, uygulamada da var mı bilemiyorum. Şimdilik dizilerle ‘pazarlanıyor’. Muhtemelen yakında da ‘donör sperm’ kullanan bir hatunun dizisi çekilir. Maksat nesebi gayrisahihlik mubah olsun. Zira, diziye gerek bile yok. Her türlü gayri meşru ve gayri kanuni işler (kumarhane, kara para aklama, uyuşturucu, vs.) cenneti Kıbrıs’ta klinikler bu hizmeti veriyormuş. Türkiye’den binlerce kadın kocası olmayan adamların (hem de çoğu İsrailli) spermleri ile hamile kalmak üzere Kıbrıs’a gidiyormuş. Bu konuyu burada keselim. Bu haftaki konumuz babalık değil annelik. Babalık konusuna bir başka yazıda değiniriz.
Annelik bir tanedir. Bunu ‘sosyal’, ‘genetik’, ‘biyolojik’, ‘taşıyıcı’ gibi ön sıfatlarla sulandırmanın alemi yok. Çocuk kimin rahminde gelişmiş, kimin kanı ile beslenmiş, kimin döşeğinde doğmuşsa anne odur. Diğer tür annelikler yakıştırmadan öte bir şey değildir. Zaten o yüzden Batı’da taşıyıcı anne ile genetik anne, biyolojik anne ile sosyal anne mahkemelik olunca çocuk taşıyıcı ve biyolojik anneye veriliyor. Çünkü onlar da biliyor gerçek annenin, doğmamış çocuğu canı ve kanı ile besleyen kadın olduğunu.
Son olarak hassas ve son derece erdemli bir konu olan evlat edinme yolu ile kazanılan annelik (sosyal annelik) statüsüne değinmek isterim. Evlat edinen kadın da, erkek de o çocuğun ne annesi ne de babasıdır. Onun annesi o çocuğu doğuran kadındır. Çocuğun o kadına ‘anne’ demesinde bir sakınca yoktur. Ancak belli bir yaştan sonra ‘anne’ olarak bilmesinde mahsur vardır. Burada ‘anne’ kelimesi bir ‘lakap’ gibi kabul edilebilir. Fakat ‘anne’ kelimesinin lakap olarak bile taşınması onun ‘mutlak değeri’nden bir şey kaybettirmez. O lakabı taşıyan kişi de her anne kadar muhterem, mukaddes ve eli öpülesidir…