Çok genç, çiçeği burnunda bir polis memurumuz, yine genç biri tarafından, başından silahla vurularak öldürülüyor. Hem de, olay sırasında, başka bir polisten gasp ettiği bir silahla. Nasıl olmuşsa karakoldan da kaçmış! Bu nasıl güvenliktir. Ölen, ya da öldürülen pekala bizim-sizin çocuğunuz da olabilirdi. Hatta tesadüfen yoldan geçen herhangi biri de yaralanıp hatta ölebilirdi de. Artık sıradan işler oldu. Her gün buna benzer olayları ekranlardan izliyoruz.
İstanbul’da, gencecik polis memurumuz Şeyda Yılmaz’ı şehit eden katil zanlısı Yunus Emre Geçti’nin annesi Pınar Geçti, “Keşke polisimiz ölmemiş olsaydı. Keşke polis ölene kadar ben ölseydim. Madde bağımlısı olan bir çocuk, birini toprağa koydu kendisini de cezaevine koydu” dedi. (gazeteler)
Maalesef çocuklarımızı iyi yetiştiremiyoruz, onları iyi eğitemiyoruz. Çocuklar, doğduklarında ne kadarda masumdurlar, tıpkı hamur gibidirler. O hamuru işeyecek olan anne ve babalar, çocuklarını iyi işleyemediklerinde, en azından bir kısmı, karşımıza işte böyle suç makineleri olup çıkıyorlar.
‘Ben çok ezildim, bizi çocukken çok ezdiler, aman çocuklarımız ezilmesin, her dediğini yapalım, her istediğini verelim’. Bu sözleri etrafınızdan çok duymuşsunuzdur. Her ailede, her toplumda, her okulda, uygulanması gereken bazı kurallar vardır. Bunların uygulanması ve takip edilmesi, öncelikle anne babaya, daha sonra da okuldaki öğretmenlerine ve yöneticilere düşer.
Aile içinde disiplin olmazsa, o ailede işlerin düzgün olduğunu kim iddia edebilir. Aslında roller de bellidir, yapılması gerekenler de, yapılmaması gerekenler de. Tertip düzen, sabah kalkınca başlar, gece yatıncaya kadar da devam eder. Sabah kalktığında yüzünü yıkamak, kahvaltı sonrası dişlerini fırçalamak, odalarını düzgün ve temiz tutmak, yatağını toplamak, giysilerini düzgün yerleştirmek, kirlileri oraya buraya atmayıp belli yerde toplamakla başlayan bu görevler, okul zamanı geldiğinde, defter, kitap, kalem silgi, çanta düzenleriyle devam etmelidir.
Çocuklar, evde ya da okulda bir sorun yaşadıklarında, hemen telefona sarılıyorlar. Çoğu zaman da anne babayı, okul idaresini ve öğretmenleri karşı karşıya bırakıp, birbirlerine düşürüyorlar. Böyle durumlarda, getirisini götürüsünü düşünmeden acele bir kararla, çocuk lehine ödün verilirse, ayni tavizkar davranışlarına devam ediyorlar.
Yurt dışında, yabancı bir aileyi ziyaret eden bir Türk, çocuğun ayakkabılarını bağlayamadığını görünce yardım amacıyla, eğilip kolayca bağlayıvermiş. Bunu gören ev sahibi, ‘bu onun yapması gereken bir şeydi, yardım ederek onun öğrenmesini de geciktirmiş oldunuz’ diye sert bir şekilde çıkışarak, ailedeki davranışlarını özetleyivermiş. Çocukların henüz tam ve düzgün başaramadıkları bir durumda, hemen müdahaleci olmamak lazım. Nasıl olsa yanlış yapa, yapa, günü gelince doğruyu öğreniyorlar.
Uluslararası bir toplantıda, bizim eğitimci, ülkemizde uzun sure çalışmış olan Japon meslektaşına Türkiye’deki eğitimi nasıl buluyorsunuz diye bir soru sormuş. Japon, sizin eğitiminiz baştan yanlış, siz çocuklara ruh aşılamıyorsunuz. Sabahları okunan andınızı da kaldırmışsınız. Biz çocuklarımızı, önce en modern fabrikalarımızda gezdirerek, Japon sanayisinin ne kadar güçlü ve köklü olduğunu gösteririz. Daha sonra da onları Hiroşima’ya götürerek, eğer çok çalışmazlarsa başlarına gelecek olan felaketleri göstererek çocuklarımıza Japon ruhunu aşılarız’ demiştir.
Evde çocukların her istediğini yerine getiren ebeveynler, sözüm size. Egoist, narsist, anne, baba ve kardeşleri dahil, kendinden başka hiç kimseyi düşünmeyen bireyler yetiştirdiğinizin, bilmem farkına vardınız mı? İlk ve son kez olmayacak bu olayda, olan oldu, ölen öldüğüyle kaldı. Artık eserinizle övünebilirsiniz, ya da biz nerelerde yanlış yaptık diye, elinizi şakağınıza koyup düşünebilirsiniz.
A be ahmak çocuk, hem masum bir devlet görevlisini öldürerek, boş yere katil oldun, hem de bundan böyle yıllarını hapiste geçireceksin, eğitimin yarıda kalacak, yakınların perişan olacak. Aile, okul ve toplumun kurallarını öğrenemedin, öğrenmek istemedin, anne ve babanı, arkadaşlarını, öğretmenlerini hiçe saydın. Şimdi hapishanede, oranın kurallarını sana bir güzel öğretirler. Bir anlık öfkeye değdi mi?
5 yorum
Tamamına katılıyorum hemen her sorunumuzun çözümü eğitime dayanıyor maalesef oda bu memlekette yok
Haldun Bey söyledikleriniz doğru. Çocuğu ilk şekillendiren aile, anne baba. Biz kültür özelliklerimizden kaynaklanan bir gereksiz koruyucu ve kollayıcı davranışlarla çocuklarımıza yanlışlar yapıyoruz. Bunun dozunun kaçtığı durumlarda bencil, geçimsiz ve uyumsuz çocuklar yetişebiliyor. Ancak burada sadece anne, baba faktörü olduğunu sanmıyorum. Ortamı da olaya katmalıyız. Çocuklar okula aile refakat etmeden gidebiliyor mu? Uyuşturucuya ulaşım o kadar kolaylaştı ki ta ilk okullara kadar indi. Artık okul bahçeleri kiralanıyor. Güvenik diye bir olaydan bihaber bir MEB var. Eğitim kurumlarında mutsuz öğretmenler ve yöneticiler. Gerisini siz düşünün. Yeni eğitim müfredatı ile nereye varacağız? Çocuklar o. Kadar kıymetsiz ki pislik içinde kalmaları Yusuf Tekin’i rahatsız etmiyor. Konu çok boyutlu. Sadece anne babanın sorumluluğunda değil diye düşünüyorum.
Sayın hocamızın yazısını büyük bir dikkatle okudum ve başlığındaki vurucu gerçeği sonuna kadar destekliyorum: “Anneler Babalar, O Suç Makinalarını Siz Yaratıyorsunuz! Ayağa Kalkın, Suçlu Sizsiniz”. Bu tespit, toplumsal bir farkındalığın ve derin bir eleştirinin kapılarını aralıyor. Ancak yazının bir noktasında durup, derin bir nefes almak ve düşünmek gerekiyor: “Çocuklar, doğduklarında ne kadar da masumdurlar, tıpkı hamur gibidirler” ifadesi beni fazlasıyla rahatsız etti ve bu noktada kesin bir itirazımı dile getirmem gerekiyor.
Çünkü çocuklar masum doğmazlar. Masum doğmak, öyle basit ve doğal bir süreç değildir; bu durum, büyük maddi (gebelikte kenz ve tekasür yapmamanın) ve manevi yatırımların sonucudur. Anne rahminde, çocukların ( fetusların) masumiyetini korumak ve sağlıklı bireyler olarak doğmalarını sağlamak için çok ciddi kaynakların ayrılması gerekiyor. Bu kaynakların eksik, kaçırılmış, esşrgenmiş, başka işe yönlenmiş durumun olduğu yerde masumiyet ile doğum anında kaybolur.
İnsanı anlamak için doğum sonrası değil, daha doğmadan önce, rahimdeki “kor” haline odaklanmamız gerekiyor. Bu “kor” hal, insanın (Fetusun) mutlak bağımlı olduğu, sesini duyurmasının imkânsız olduğu, konuşamadığı, kaçmasının da mümkün olmadığı bir durumdur. Anne rahmindeki bir fetüs, eğer susuzluk, mikroplar, vajinal akıntılar, besin eksiklikleri, tekrarlayan ardışık doğumlar ile yorulmuş rahime davet edilmiş ise, İltihaplı rahime gebe kalınmış ise, oksijen yetersizliği, mekonyum aspirasyonu, intrauterin gelişme geriliği (IUGR) ve preeklampsi gibi zorluklara maruz kalmışsa, bu bireyin alt beyin bölgeleri, yani ilkel hayatta kalma mekanizmaları(savaşma, kaçma, Seks, yeme içme, uyuma, saldırganlık, doyumsuzluk, hınç, nefret ) , aşırı gelişmiş olur. İşte bu “kötü muameleye” maruz kalarak doğan bir bebek, maalesef bu tür mücadeleci, sert, açgözlü ve duygusuz bir dünya algısıyla doğar. Bu, onun doğasında olan bir şey değildir; bu, rahimde yaşadığı zorlayıcı koşulların bir sonucudur ve o lafın doğal yeteneği haline gelir.
Bu noktada hocamızın altını çizdiği başlığa yeniden dönüyoruz. Evet, anne ve babalar, bu suç makinelerini siz yaratıyorsunuz çünkü bebeğinizin daha rahimden itibaren maruz kaldığı olumsuzluklar onun beyninde iz bırakıyor. Üst beyin, yani korteks, empati, cömertlik, yardımseverlik gibi insani değerleri barındıran alanlar, yeterince gelişme şansı bulamaz. Böylece birey, masumiyetini doğmadan kaybetmiş olur. Bu durum, sonradan kazanılmış bir zalimlik değil, anne karnında istemsizce edinilmiş bir mücadele Yeteneğidir. İşte bu zalim yeteneklere doğanları ayırt etmeden masum kabül edip diğerlerinin içine karıştırırız, kendimizi kandırırız!, avuturuz.
Bu yüzden gebelik sürecinde annenin maruz kaldığı her türlü olumsuzluk, çocuğun ileriki yaşlarda sergileyeceği davranışların temelini atar. O masumiyet dediğimiz şey, bir hayalden ibaret olabilir. Gerçek alimlerden nasıl alim bebekler doğuyorsa, zalimler den de zalim doğar. İşte bu nedenle gebelik sürecinde her zaman vurguladıpım 10/5/2 kuralını harfiyen uygulamak, bu zalimlik tohumlarını daha baştan kesip atmak adına hayati bir önem taşır.
Sonuç olarak, hocamızın vurduğu yerden daha da derinlere inmeyi öneriyorum. Masumiyet, yalnızca doğuştan gelen bir özellik değil; daha anne karnında şekillenen bir süreçtir. Bu sürecin sağlıklı işlemesi, hem maddi hem de manevi kaynakların eksiksiz bir şekilde anne, ailesince seferber edilmesine bağlıdır. Bedavaya, ucuza doğmuş insanlardan erdem, empati beklemek onlara yapılan kötü muameleyi devam ettirmektir!!!
Merhaba Haldun Hocam,
Yazdıklarınızın hepsine katılıyorum. Eğitim çok önemli bir mesele. Zaten eğitim doğumu takiben başlar ve en önemli kısımları da ailede verilir. Okulda eğitimden ziyade öğretim kısmı verilir ; bu doğrultuda da meslek sahibi olunup sosyal hayatta yerimizi buluruz. Dolayısıyle ailede alınan düzgün ,disiplinli bir eğitimin bireyin davranışında çok büyük ve anlamlı yeri vardır. Bu noktada da aileye çok önemli görev düşüyor. Selâm ve saygılarımla.
Değerli Haldun Hocam, yazılanlara tamamen katılıyorum. Bir eğitimcinin ifade ettiği önemli bir gerçeği burada tekrar etmek isterim. “Sadece okulda eğitilen çocuk eğitilmemiş çocuktur” denilmektedir. Ailede yeterli ve seviyeli eğitim almamış çocuklardan fazla bir şey beklenmemeli. Çok çocuklu geniş ailelerde çocuk eğitimi yine aynı ailenin biraz daha büyük çocuklarına bırakıldığı bir gerçektir. Bu olumsuz bir durumdur. Kendisi eğitilmeye muhtaç bir çocuğun küçük kardeşini eğitmesi beklenmemelidir. Diğer yandan çekirdek ailede ise özellikle tek çocuklu ailelerde yetişen ve eğitilen çocuklarda da sosyalleşmeme, paylaşmayı öğrenememe gibi yetersizlikler daha ileriki yaşlarda önemli eksiklik olarak bu bireyleri ciddi bir şekilde etkilemektedir. Bu hususların da dikkate alınması toplumsal huzur ve sosyal yaşamı daha anlamlı kılacağı açıktır. saygılarımla.