“Üniversite Konseyleri Derneği tarafından 3 Mart 2006 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı’na sunulan fen ve biyoloji derslerinde “evrim kuramı”nın bilimsel yönleriyle kapsamlı bir biçimde ele alınması ve yaratılış görüşünün müfredattan çıkarılması talebiyle verdiği dilekçenin, Bakanlık tarafından reddedilmesi üzerine geçtiğimiz Temmuz ayında red işleminin iptali talebiyle dava açılmıştı.”
Aldığım mail’de bu bilgi veriliyor.
Değerli okuyucular,
Ülkemizde onlarca, üniversite konusu ile ilgilenen, vakıf ve dernek vardır. Bize göre bu kuruluşlar, “sivil örgüt” adına hepsi de değerli kuruluşlardır. Bunların “dünya görüşü” ne olursa olsun toplumumuzun gelişmesi ve değişmesi için hepsinin bir “artı değeri” vardır. Bunu tarih göstermiştir, bundan sonra da gösterecektir.
Bizim bu konulardaki yaklaşımımız, yukarıda sözü edilen Üniversite Konseyleri Derneği ile Milli Eğitim Bakanlığı arasındaki mücadele örneğinde, demokratik bir ışık tutma dışında bir nitelik taşımaz ve taşıyamaz.
Dava açmaya kadar giden bu mücadelenin kökeninde “yaratılış” kavramı ile “evrim” kavramının tarihsel uyumsuzluğunun izleri var.
Bu uyumsuzluk ve çatışma ilerde toplumsal gelişme adına patlamaya neden olabilir. Yöneticilerimiz bu tür “kriz”leri, doğru yönetebilirlerse tarihsel avantaja dönüştürebilirler.
Onlarca yıldır izlediğimiz ve katıldığımız yaratılış-evrim “düellosu”nun, 20 yıl önce Hekimler Birliği Vakfı’nın organize ettiği “Evrim Teorisinin Değerlendirilmesi” panelinden sonra köprülerin altından çok sular geçti.
Bu 20 yıl içinde nice “yaratılışçılar” evrimciliğe nice evrimciler “yaratılışçılığa” evrildiler.
Sonuçta, gelişip değişmenin bir evrim süreci olduğunu düşünürsek; bu süreç nice komunist –ateist- (fikirsel olarak sosyalist) bireyleri kapitalist yaşantıya, nice “teist” bireyleri de sosyalist söylemlere taşımıştır.
Ne diyelim?
Bağımsız, bilimsel ve evrensel düşünceden kaynaklanmayan dünya görüşleri, bağlılarını bilim felsefesi platformunda tutamıyor.
Tutamayınca da, karşılıklı sürtüşme “rant” olarak kullanılageliyor.
Bu tür “rantlar” yüzünden nice Sokrat’lar, nice Peygamberler, nice Galilei’ler katledildi.
Ne yazık ki insanlık bu “kısır döngüsüne” devam ediyor. Ateist, peygamberi anlamamakta direniyor; teist, tarihsel değeri olan bilim insanlarını ıskalıyor.
Ne diyor İbni Rüşd (1126-1198) “Biçimler maddenin içinde gizlidirler ve tanrılık etkiyi gerektirmeksizin birbirlerinin içinden çıkarak varolurlar. Bundan ötürü de yoktan yaratma söz konusu olamaz, söz konusu olabilen gizliden açığa ilksiz-sonsuz ve zorunlu bir evrimdir.”
Demiştir! Demiştir ama, hıristiyanlığa aykırı düşen bu görüşleri benimseyen Hollandalı düşünür Herman van Rijwik (kaynak: Hancerlioğlu) 1512’de yakılmıştır.
Ne diyor İbni Haldun (1332-1406), “Maden, bitki ve hayvanların ana maddeleri ortaktır. Maddenin en yükseği, bitkinin en aşağısına bitişiktir. Örneğin, tohumsuz yetişen maden, tohumsuz türeyen sebzelerle, hurma ve üzüm gibi bitkiler inci sedefiyle kabuklu sümüklüböcek gibi hayvanlara yakındır ve onların biçim ve kalıplarına girebilecek durumdadır. Bu gelişime, en aşağıdan başlayarak, maymun ve şebek gibi hayvanlardan geçip insana kadar yükselmiştir. İnsanın en aşağısı, işte bu hayvanlardan başlamıştır. Benim gördüğüm budur. Doğrusunu Tanrı bilir (Mukaddime).”
Ne diyor Marx (1818-1883) “Diyalektik maddecilik, doğal varlıklar için tanımlanan evrimi toplum gelişmelerine uygulamış ve evrim kuramının doğa ve toplum bütününü kapsadığını ortaya koymuştur.”
Ne diyor Lamarck (1744-1829), “Doğa ya da onu yaratan, canlıları yarattığı sırada onların yaşamları için gerekli her türlü çevre koşullarını da öngörmüş olmalı. Yaratıklar oldukları gibi kalmayıp, hep geliştiler biliyorsunuz. Yapı ve yetileri gereken düzeye ulaşınca da yeryüzüne dağıldılar, yani yeni ortama girdiler. Görüyorsunuz, ya yeni ortama uyum sağlarlar ya da değişime uğrarlar.”
Ne diyor Darwin (1809-1882) Türlerin kökeninde; “Aynı kökten gelen türler, çeşitli etkenlere, örneğin çevre, beslenme ve benzeri değişikliklere bağlanabilecek değişimler gösterir… Bedensel ve döl hücrelerini değişikliğe uğratır.”*
Ne diyor Hegel (1770-1831) “Bir türün evrimi izlenirken bir bireyin evrimine benzeyen evrelerden geçtiği görülür. Türler de bireyler gibi doğmuş, gelişmiş ve ölmüşlerdir. Bu ölüm daha gelişmiş bir türün oluşmasını sağlamak için gerçekleşir.”
Ne diyor ABD mahkemeleri; 1925 yılına kadar sanık olarak gördüğü “evrim” 1968’de anayasaya aykırı bulunarak “beraat”a evrilecektir.
Biyolojinin gelişmesinin önünü açan Darwin’in bir bilim insanı özverisiyle yaptığı çalışmaların günümüzdeki “kuru gürültü”lerle hiç alakalı olmadığını gösteren söylemine bakalım:
“Beyler, dikkatinizi çekerim. Ben, insanın maymundan türediğine ilişkin bir sav ortaya sürmedim… İnsanın maymunlarla ortak bir atayı paylaşabileceklerini söyledim…”*
Değerli okuyucular!
Görüyorsunuz bilim insanları düşünüp üretiyorlar.
Tarih boyunca bunu yapmışlardır.
Günümüzde, kök hücrenin keşfiyle, önümüze açılan “mikrokozmoz”un zevkli dünyasını gezmek dururken, ya da evrim kuramını yasaklayıp sonra vazgeçen ABD’nin ay toprağından ayda inşaat malzemesi üretmeye evrilmesi yaşanırken, bizim Milli Eğitim Bakanlığı’nı zorlayarak “antitez” malzemesi oluşturmaya çabalamamız zaman kaybettiriyor.
Şayet diyalektik bir süreci canlı tutmak istiyorsak (tez-antitez-sentez), “tez”imizin paradigmasını doğru kuralım. Unutmayalım ki ateizmi (komunizmi) çökerten, paradigmasını oluşturan kavramların içinde “din” felsefesinin olmayışıdır.
Yaratılışçılar antitez materyeli olmak istemiyorlarsa, bıraksınlar ateistler demokrasi ortamında istediklerini söylesinler.
Unutmayalım ki, onları da Allah yarattı.
*Yazıyla-çiziyle Evrim Kuramı, yoksun bırakılanlar için. Kurtulan, Kurtoğlu.