Mümin, içi ve dışı bir olan, olduğu gibi görünen, göründüğü gibi olan insandır. Kâfir de aynıdır. Bu iki tip insanın kişiliği nettir. Bunların arasında her birinin adeta izdüşümü olan üçüncü bir kişilik daha vardır ki bunlara da müşrik ve münafık insan denir. Mümin ve kâfir arasında kalan bu ara elamanlar, adeta ara mamul, yan sanayi ürünü gibi bozuk insan kişiliğidir. İslam, bu iki sınıfı en tehlikeli kişilik sayar. Müşriklik ve Münafıklık. Ben bu yazımda müşriklik üzerinde duracağım:
Bir dostum hocam Yusuf süresinin 106. ayetinde “onların çoğu ancak ortak koşarak Allah’a iman ederler” yani kendilerini mümin zannedenlerin çoğu müşriktir ayetini nasıl anlamalıyız diye bir soru sordu? Bahusus; Allah’a iman eden kimseler için onların çoğu müşriktirler ayetini şöyle anlamak lazım gelir. Öncelikle nasları, “birinci kısım naslar ve ikinci kısım naslar” olarak ikiye ayırmak gerekir. (Yani nas ve nassın içtihat alanı. Nassı katî ve nassı zannî)
Birinci kısım naslar, insanlığın ve Müslümanların genel geçer değerleridir. İnsanlık bu değerler konusunda uzlaşmıştır. Diğer taraftan Müslümanların genel geçer değerleri vardır ki Müslümanlar bu konuda da ittifak etmişlerdir. Bu sübut ve delaleti kati olan ilkeler üzerinde çoğunlukla tahkimat kabilinden icma da oluşmuştur.
İkinci kısım naslar da, içtihada mesağ olan naslardır. Yani içtihat yapılabilecek alanlardır. Bu alanlar, adeta Şârî tarafından bilinçli bırakılan boşluklardır. Bu boşluklar kıyamete kadar olacak olan gelişmelere bir rahmettir. Ümmetimin ihtilafı bu manada rahmettir. Bunun için İslam hukuku bütün zamanlara hükmedebilecek bir dinamizme sahiptir. Bütün problemlerin çözümü bu konunun anlaşılmasında yatmaktadır. Bugün problem ise Müslümanlar bu içtihat alanındaki nasların yorumunda, kendilerinin görüşlerini, Allah ve Resulüne isnat etmelerinden kaynaklanmıştır. Bu konuda ciddi bir bilgi kirliliği bulunmaktadır ki bunun nihai durumu müşirliktir.
Müşrikler, Allah’a inanırlar. Fakat uygulamada kendi görüşlerini Allah ve Rasullullah’a isnat ederler. Allah ve Peygamberi adına konuşurlar. Zannî alanda kendi görüşlerini, Kur’an ve Sünnete söyletirler. Bugün din hakkında söz söyleyenlere bakıldığında sözüm ona pek çok bilgin, içtihat alanında bir mezhebin görüşünün mutlak doğru olduğunu hatta dinin emri olduğuna inanırlar. Bu yetmedi bir de ayet ve hadislerden kendi akıllarına göre çıkardıkları hükümleri, Allah ve Resulü böyle emrediyor derler. Bunlar Allah ve Resulüne yalan isnad ederler.
Nihai olarak yazımızın başında belirtilen soruya karşı ilgili ayet ve hadisten şöyle bir mana istinbat etmemiz hilafı hakikat olmayacaktır: Sahabe ve mezhep imamları bir konuda içtihat ettiklerinde bu benim görüşüm derlerdi. Nitekim Hz. Ebu Bekir (r.a), bir konuda hüküm verdiği zaman “eğer isabet etmişsem bu Allah’tandır, eğer hata etmişsem o hata bendendir. Bunun için Allah’tan affımı dilerim” buyurmuştur. Aynı şekilde Hz. Ömer’de “Bu Ömer b. Hattab’ın görüşüdür” ifadesini koydurmadıkça içtihadını kayda aldırmazdı. Mezhep imamlarının yaptıkları içtihatlar da böyleydi. Mezhep imamları kendi görüşlerini körü körün taklit edilmesini de hoş karşılamamışlardır.
Tüm bunlardan anlaşılan da odur ki, içtihat samimi niyetlerle problemleri çözmek için hukuka hayatiyet kazandırma faaliyetidir. Rey ve içtihat ile ortaya çıkarılan hükümler, İslâm hukuk kültürünün gelişimine büyük katkı sağladığı, günümüz problemlerine karşı da dinamizm sağlayacağı açıktır. Fakat bugün geldiğimiz noktada ağzı olan konuşuyor. Kendi uzmanlık alanı dışında, dini alanda söz söyleyip ahkâm keserler.
Kendi akıl çapı ve seviyesine göre nastan anladığını, Allah ve Resulüne isnat ederler. “Allah ve Resulü şöyle emrediyor” diyebiliyor. Bu durumda kendini adeta Allah ve Resulü yerine koyuyor. Allah’a şirk koşuyor. Bugün dini kesimin ekserisi bu konuda kendilerine çeki düzen vermeleri gerekmektedir. Allah ve Resulü adına konuşan müşrik toplumlar gibi hareket eden bu insanlar, ne yazık ki kendilerini de Müslüman görürler. Bu kimseler dini kimseye de bırakmazlar. Allah’a şirk koştuklarının farkında bile değildirler.
Binaenaleyh, müşriklik ve münafıklık her dönem toplumların müzmin hastalığı olmuştur. Müşriklik vasfını kendilerinden uzak görürler. Dini alanda atalarından, hocalarından, okuduklarında esinlenerek ahkâm keserler. Bu insanların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. İçtihat alanında kendi yorumunu, Allah ve Resulünün emri gibi sunmaları kendilerini bir yönüyle Allah ve Resulü gören bu insanlar, toplumu ve insanlığı şirk ve cehalet bataklığına sürüklerler. Ne yazık ki bu insanların pek çoğu kendilerini âlim sanan kimselerdir. Dinin önünde kütük olan bu insanlar için Allah onlar için şöyle demektedir: “Allah’ın dini önünde set kurarlar. Bir hakikat duysalar kulaklarını tıkarlar. Suyun akışına engel olurlar. Kendilerinden önce geçen atalarının yoluna uyduk kurtulduk sanırlar. Ataları eğer bu dinden bir şey anlayamadıysalar durumunuz ne olacak” buyurulmaktadır.
Diğer bir ayet ifadesiyle, “onlar ahirette imamlarını önlerinde gördüklerinde diyeceklerdir ki biz haydi günahımız vardı da buradayız. Bu uyduğumuz imamlarımızın burada ne işleri vardır. Rabbim bunlara iki kat ceza ver diyeceklerdir. Onlarda kendilerine bakıp sizler bizlere uymasaydınız ve aklınızı kullanmış olsaydınız, biz sizden aldığımız destekle buradayız” diyecekler. Bu söz üzerine tabi olanlar (taklitçiler) diyeceklerdir ki, “bir daha dünyaya varsak biz size gösterirdik” ama iş işten geçmiş olacaktır. Bunun için din hakkında kendini ulema ve yetkin sanan kimselerin çok dikkatli olmaları gerekmektedir.
Haddi zatında kendi düşüncesinin mutlak doğru olduğunu diğer düşüncelerin sapık ve din dışı gören kimselerin de bu müşrik gruba dâhil olmaktadırlar. Müşirliği kimse kendisine yakıştırmaz fakat bunun fiili durumu böyledir. Mekke ve Medine müşriklerine bakıldığında aynı özellikler bugün bu insanlarda bulunmaktadır. Bugünkü toplumun temel hastalığı bu müşrik ve münafıklık hastalığıdır. Bu daha çok din hakkında bilgisinin olduğunu sanan kimselerde bulunmaktadır. Bugün kendi yorumunu dine söyletmeye çalışan veya din kültürünü din sanan bir müşirlikle karşı karşıyayız. Bu da yetmedi klasik dönemlerde yapılan içtihatları mutlak doğru kabul edip diğer mezhepleri sapıklık ve ehlisünnet dışına itecek kadar bakışı bulanık müşrik hastalığına tutulmuş insanlarımızın sayısı git gide artmaktadır. Daha acısı bir mezhebin içtihadını din kabul edip kendini kurtaracağını sanan, mezhep müçtehidinin üzerine kabahati yıkmaya çalışan bu zümrenin kendini kurtaracağını düşünüyorsa, Kur’an’da böyle bir kurtuluşun olmadığı açıktır. Bunun için her dönemde, ehlisünnet yani şûra ile icma prensibini göre hareket etmek, ortak akılla doğruyu yakalamaya çalışmak gerekmektedir.
Yoksa Hristiyan dünyası gibi içtihatları mutlak doğru kabul edip kendi dışındaki müçtehitlerin görüşlerini bile sapıklıkla itham edenlerin vay haline!
Keza nasları kendi akıl seviyesine göre yorumlayıp Allah böyle emrediyor diyenlerin vay haline!
Keza tarihin bir döneminde müçtehitlerin yapılmış olduğu içtihatları mutlak doğru kabul edip diğer insanları sapıklıkla itham edenlerin vay haline!
Dini klasik dönem müçtehitlerin içtihatlarından başka bir içtihada kapalı olan putçuluğu savunanların vay haline!
Zihni bilgiye kapalı, aklını kullanmayan canlı putları kendisine rehber edinenlerin vay haline! Allah o putları hesaba çekecektir. Allah cansız putları hesaba çekmez, canlı putları hesaba çekecektir.
İçtihat alanında kendi gibi düşünmeyen kimseleri mürtet ilan eden en hafif ifadesiyle sapık ifade eden, kendilerinin hastalığını başkalarına sıçratan müşriklik bataklığında çırpındıkça batan zavallı insanların vay haline!
Bu içtihat alanı dediğimiz alanda umarım her bir bilgin daha dikkatli ve bilginin ve dinin önünde kütük olmayacak tavırlara kendilerini çekmelerini, bu tavır kötü niyet değilse cehalet veya mürekkep cehaletten kaynaklandığı sanılmaktadır. Bu insanlar bugün bilimin önünde kütük olmuşlardır. Kabile ve aşiretleri, “padişahım çok yaşa” koroları eşliğinde kendilerine destek bulmuşlardır. Allah’ın yolunda kütük olmayı dine hizmet saymışlardır. Bugün böyle bir zümrenin taassuplarıyla karşı karşıyayız.
Bugün yapılan çalışmalara bakıldığında, bilim adına geçmişi tekrarlayıp dururlar. Bilim adamı geçmişi tekrarlayan kişi değildir. Bunlar, din kültürünü din sayan cehaletin askerliğini yaparlar. Ölmüş bir bilgiyi dayatma toplumlarda hep çatışma getirmiştir. Öyle ki bu kimseler kendilerini ehlisünnet de sayarlar. Bilgi ile bilim, düşünce düşünmek farklı şeylerdir bilesin. Hâsılı kelam son tahlilde şöyle bir ifadede bulunmak lazım gelir: Bugün Müslümanlar, kafası bilgiye kapalı çağdaş putçuluk dönemini adeta yaşıyorlar. Saygılarımla.
395
önceki yazı