Son senelerde yaşımız artık ilerlediğinden midir bilemiyorum, yarıyıl akademik tatiline girdiğimizde beni bir sevinç kaplıyor. Bu sene de öyle oldu. Ocak ayının ikinci yarısında girdiğimiz on beş günlük süreçte yıl içerisinde yapamadığım işlere vakit ayırıyorum. Bir yarı dönem boyunca odamda, kütüphanemde ve hatta depomda oluşan gereksiz yığılmaları kaldırırım, arşivlerim ya da atarım. Bu benim en keyif aldığım uğraşıdır.
Herkesin kendine göre biriktirdiği bir şeyler vardır. Kimi gittiği yerlerin kartpostallarını, magnetlerini, kimi kitapları kimi çektirdiği resimleri. Biriktirilenlerin anlamını biriktirenler bilir.
Allah rahmet eylesin, Büyük Şair Attilâ İlhan, bir gazetede kendisiyle yapılan röportajda; küçüklüğünde yalnız yaşayan dayısının ölümü üzerine gittikleri dayısının evinde bulduğu resimlere bakarken, resimlerde sadece dayısını tanıyabildiğini, diğer kişilerin kendisi için bir anlam ifade etmediğini, oysaki dayısı hayatta olmuş olsa ve kendisinden fotoğraflardaki kişileri anlatmasını istese kitaplar dolusu anlatabileceğini belirtmekteydi. Bu yazımı okurken bu düşüncenin sizlerde de egemen olacağının bilincindeyim.
Meslekte yirmi sekizinci yılını çalışan biri olarak bu yarıyıl tatilinde ne yaptığımdan bahsedeyim. İlkokuldan (1968) 2014 yılı sonuna kadar “Ahmet Nezih Kök” olarak adıma yapılmış resmi nitelikteki yazışmaları düzenledim.
Aman neler yoktu ki; tıp fakültesini bitirdiğim 1987 yılında münhal bulunan sağlık ocağına atama kararnamem. Ne güzel bir gündü o gün. Resmen tıp doktoru olarak Devletime ve Milletime hizmet edecektim, maaş alacaktım. Her ne kadar zor bir coğrafyada kısa bir süre geçirilecek sağlık ocağı hekimliğinin kazanımları çok olacaktı. Ankara Tıpta Adli Tıp uzmanı olduğumu belgeleyen ve Sağlık Bakanlığına yazılmış yazı (1991). Ankara’dan ayrılacak olmanın hüznü olsa da nasıl da sevinmiştik ben, küçük ve büyük ailem. Yardımcı doçent olarak atandıktan sonra Üniversitemin beni, uçak yolluklu olarak bilimsel kongrede sunum yapmak üzere İstanbul’a görevlendirdiği yazı (1992). O da ne? Adli Tıp doçentlik sınavı öncesi, “Journal of Forensic Sciences” adlı dergiye gönderdiğimiz olgu sunumunun kabul yazısı (1993). O zamanlar “online” yazışma yok. Yazıyı gönderirsin, uzun zaman haber alamazsın. Öyle uzun bir sürecin sonunda hem de doçentlik sınavı öncesi o kabul yazısı çöldeki bir sürahi su kıymetindeydi. Üniversite Yönetim Kurulumuzun doçentlik kadrosuna atandığımı bildiren kararnamesi (1993). Gerçekten çok zorlu süreçti doçentliğin yolu. Ben bilim sınavına Adli Tıp alanında hocalarımızın sayısal yeterliği olmadığından üç kişilik jüriden girdim. Az hocası olan bir dalda doçent olmak önemliydi. Cep telefonu yoktu. Sözlü yapılan sınav sonucunu eşime ancak saatler sonra, ankesörlü telefondan bildirebilmiştim. Ankara Hukuk Fakültesini kazandığımı bildiren ÖSYM’den gelen sınav sonuç belgem ve zarfı (1994). Allah’tan en çok dilediğim dünyevi isteklerimden biriydi Ankara Hukuk Fakültesinde öğrenci olmak. Diğeri ise bu fakülteyi okurken aklıma düşen Yüksek Sağlık Şurası’na seçilmek. Yüksek Sağlık Şurası üyeliğine seçildiğimi önce telefonla öğrendim. İlk başta inanmadım, arkadaşlarım şaka yapıyor zannettim. Neyse ki yazılı belgenin elime ulaşması uzun sürmedi. O zamanlar Atatürk Üniversitesine bağlı olan Erzincan Hukuk Fakültesine dekan olarak atandığımı bildiren Yükseköğretim Kurulu Başkanlığının, Atatürk Üniversitesi Rektörlüğünün yazıları (2001). Ne güzel bir gündü benim ve beni sevenler için.
Bu mutlu günlerin sayısını artırabiliriz de. Ancak; hiç gereği yok. Adıma gelen yazışmalarda hiç mi beni üzen yoktu? Olmaz mı. Resmi yazıların haricinde beni daha mutlu eden yazılı belge yok mu? Olmaz mı. Çocuklarımın doğum raporu gibi. Beni çok çok üzen ve bu mutlu belgeleri anlamsızlaştıran yazılı belge yok mu? Olmaz mı? Babamın, anamın ölüm belgesi gibi.
Hepimiz insanız. Başarı-başarısızlık, mutluluk-mutsuzluk, ak-kara bizim için. Tıp Tarihi dersinde severek anlattığım Yin ve Yang felsefesinde olduğu gibi. Kazandıklarımız kişisel dosyamızı kabartan belgeler değil tabii ki. İster iyi ister kötü olsun, yaşadıklarımızdır kazandıklarımız. Yazılı belgelerin görevi, kazandıklarımızın hesabını yaparken unutmaya eğilimli olan insan hafızasının hatırlamasına katkı sağlamaktır. Bu nedenle arada bir kişisel eski dosyalarımızı karıştırmak, nereden geldik nereye gidiyoruz, sorusunun cevabını bulmamıza ve sonuçta insan yanımıza katkı sağlayacaktır, diye düşünüyorum.