Tıp fakültelerinde artık yaşam zor! Bugünlerin geleceği uzun zamandır belliydi. Araştırma görevlisi sıkıntısı tüm üniversitelerin tüm eğitim kurumlarının en vazgeçilmez gündemlerinden biri. Artık asistan başına üç hoca düşüyor! Bazı ana bilim dalları hasta kabul edemez hale gelmiş. İşler yürümüyor, asistan yok. Öte yandan bir haber daha gündeme düşüyor. Ama herkes o kadar meşgul ki, bu konu teğet geçiyor. Her kliniğe asistan verilmeyeceği söyleniyor.
Bizim öğrencilik yıllarımızda tıp eğitiminin bir usta-çırak ilişkisi olduğu söylenirdi. Hepimiz de ustamızdan gördüğümüz veya görmediğimiz ile yetiştik. Bilgimiz, görgümüz bu olduğu için de aynısını biz de haleflerimize yaptık. Sorduk mutlaka bu yapılan doğru mu, değil mi diye? Ama yine de devam ettik gördüklerimizi tekrarlamaya. Her branş kendi alanına asistan istedi, işler yürüsün istedi. Bazı branşlar ise derneklerde karar aldılar ve branşlarındaki uzman sayısının sınırlandırılmasını istediler. Başardılar! Bir süre için başarılı oldular.
Daha sonra bu durum devlet politikası haline geldi. Bir yandan performans baskısı, öte yandan ardı arkası kesilmeyen iş yükü! Öğrenciler, araştırmalar, hastalar, gece nöbetleri…
Bizim sistemimiz böyle kurulmuş. Asistan dediğin iş yükü kaldırır(!). Peki, uzmanlık öğrencisi, araştırma görevlisi ne yapar? Adı üstünde! Araştırma yapar, öğrenir, gelişir, geleceğe hazırlanır. Hem çağdaş bir eğitim alır hem de usta-çırak bakış açısıyla eğitilir.
Aile hekimliği sisteminin uygulamaya konulması ile birlikte TUS’a giren hekimlerin yarısı doğrudan aile hekimliği ana bilim dallarına yönlendiriliyor; çünkü kadroların dağılımı bu şekilde.
2023 yılına dek 40 bin aile hekimi planlanıyor. Yakın bir gelecekte, pratisyen hekimlerin de sisteme eklenmesi ile birlikte sayı 20 bine ulaşacak. Mezunların diğer yarısı ise eğitim hastanelerine ve üniversitelere gönderiliyor. Bir de ihtiyaca bakmak gerek. İhtiyacın fazlası demek işsizler ordusu anlamına geliyor. Yani sistem sorunlu!
Nasıl bir sistem olmalı? Öncelikle asistan veya araştırma görevlisinin ya da ne diyorsak adına, öğrenci olduğunu kabul etmek gerek. Evet, hekimdir, ancak o özel alanda hiçbir şey bilmemektedir. Kısaca öğrenmeye gelmiştir. Ama bizim sistemimizde eğer asistanı klinikte iş gücü olarak kullanmazsanız her şey çöker. Ancak eskisi kadar asistan yok! Öte yandan sağlık hizmetinin yürütülmesi gerekiyor. Çok karmaşık. Uzmanlık eğitimi her yerde verilecek bir eğitim değildir. Hızla belli standartlar sağlanmalı ve akredite edilmiş kliniklerin sayısı artmalıdır. Asistan eğitimi ancak nitelikli öğretim üyesi, yeterli altyapı, ileri araştırma tekniklerinin de olduğu ve eğitimlerin profesyonelce yapıldığı yerlerde yapılmalıdır. Bu durumda belki de birçok kurum eğitim veremeyecektir. Belki de daha nitelikli bir eğitim için fırsat olabilir. Sonunda hiç ummadığımız kurumlar standartları sağlayabilir.
Asistan eğitimi verecek öğretim üyelerinin bu konuda eğitim almış, donanımlı kişiler olması hedeflenmelidir. Bilgi ve zaman eksiği olan kişiler bu eğitimi vermemelidir. Ama mevcut koşullar öğretim üyesinin bu eğitimi vereceği zamanı oldukça sınırlandırmaktadır. Hoca hasta bakarken de eğitim verebilir; ancak bu eğitim önceden planlanmış, probleme dayalı olabilir mi? Öğrenci dersi, stajlar, asistan eğitimi, araştırmalar, hasta bakımı… Süper Hoca! Yok, Hiper Hoca!
Böyle bir insan modeli olabilir mi? Bu modele ulaşmak için çılgınca çalışanlar, bu modele ulaşamayacağını anlayıp boş verenler, bir de günü kurtarmaya çalışanlar… Çeşitlendirmek elbette mümkün.
Öğretim üyeliği bir meslektir. Üniversite hastanelerinin birinci görevi hizmet değildir, olamaz. Aklımız karışık, hem de çok karışık. Seçebilsek ne hoş olurdu çalışma alanımızı. Ne hoş olurdu asistan yetiştirirken performans yapmasaydık. Ne hoş olurdu oradan oraya koşuşturup bilgimizi, emeğimizi bu denli hoyratça harcamasaydık. O zaman asistanlar da daha donanımlı ve yetkin olacaktır. Daha çok ve daha nitelikli çalışma yapılacaktır. Belki de buluşlar yapılacak ve üniversite asli görevini ifa etmiş olacaktır.
Gelelim şimdiye! Asistan yok. Bu benim suçum değil, güzel hatırım için de vermezler. Sistem yürümüyor. Bazı kliniklerde hocalar nöbete kalacak nerdeyse. Ne diyeceğim hocaya? Çözüm nerede?
Üniversitelerin var oluş nedenleri açıktır. Asistanların bizlere gelme nedenleri, mesleklerini en iyi şekilde icra edebilecekleri bilgi ve donanımı sağlamaktır.
Bir asistanım, bizim kliniğimizin üçüncü ihtisas yeri olduğunu, öncekileri branşları çok sevmekle birlikte iyi hekim olamama kaygısı ile bıraktığını anlatıyor. Sonra bir soru geliyor aklıma; acaba biz yeterli miyiz? Ya yüzüme söyleyemiyorsa ya ben de onlara gereken zamanı ayırmıyor veya ayıramıyorsam?
Yazık değil mi bu genç insanlara? Yaşamlarının en karmaşık sürecinde hem yaşamlarını oluşturmaya çabalayıp, ekonomik sıkıntılarla boğuşup hem de boşa pedal çeviriyorlarsa?
Eğitimin yeri yoktur, her yerde olur. Ancak üniversitelerin var oluş amacı budur. O halde hizmeti profesyoneller, yani uzman hekimler vermelidir. Öğretim üyesi ise asıl görevi olan eğitim almak, vermek, araştırma yapmak ve yeni fikirler geliştirip bunları toplumun yararına sunmaya dönmelidir, ancak tüm bunlar olurken de emek ve bilgi mutlaka karşılığını bulmalıdır.
Saygılarımla.