Elbette ki aşı yaptıracağım. Aşı karşıtlarını da anlamaya çalışıyorum. Kafası karışık olanlara sözüm yok ama kafa karıştırmak için özel gayret sarf edenlere de dikkat çekmek istiyorum. Öyle iddialarda bulunuyorlar ki söylediklerini sonuna kadar izleyemiyor, okuyamıyorum. Yani tahammül edemiyorum. Önce en absürt olandan başlayalım.
Aşı ile bize çip veya benzer işi görecek bir şeyler takacaklarmış. Bir hekim olarak böylesi bir teknolojinin varlığına inanamıyorum. Eğer var ise, yani birilerinin elindeki bilim bu inanılmaz seviyeye ulaşmış ise o zaman direnmenin anlamı yok. Şu anda bizleri hasta eden covid virüsü var ya, işte ona ekler ve yine amaçlarına ulaşırlar. Bir an böylesi bir iddianın doğru olduğunu varsayalım. Düşünüyorum da benim, senin neyini takip edecekler? Takip edip ne yapacaklar? Devletin ve çok uluslu şirketlerin istediği kadar takipte değil miyiz zaten?!
Gelelim genetiğimizin değiştirileceği iddiasına. Genetiğimizi belirleyen hücrelerimizdeki çekirdeğin içinde bulunan DNA molekülleridir. RNA virüslerinin ve aşılarının hücre çekirdeği içindeki DNA sarmalımız ile bir etkileşimleri yok, hücrelerin sitoplazması içinde RNA üreten birimlere kendilerini ürettiriyorlar.
HANGİ AŞILAR VAR?
Peki hangi aşıyı olalım? Bence ölü aşılar daha mantıklı. Saklanması ve taşınması daha kolay, bozulması, nitelik değiştirmesi daha zor. Dünyada kullanıma sunulmuş 5 adet aşı var. Bunlar şöyle:
1) Almanya / ABD Biontech / Pfizer Aşısı: RNA Tabanlı sentetik, %95 koruyuculuğu var. -70 derecede 6 ay, 4 derecede 1 hafta saklanabiliyor.
2) Rusya Sputnik V Aşısı: Canlı, viral vektör ile vücuda veriliyor. Koruyuculuğu %92, 4 derecede 6 ay saklanabiliyor.
3) ABD Moderna Aşısı: RNA Tabanlı sentetik, %95 koruyuculuğu var. -20 derecede 6 ay, 4 derecede 30 gün saklanabiliyor.
4) İngiltere / İsveç Oxford / Astra Zeneca Aşısı: Canlı viral vektör ile vücuda veriliyor. %70 koruyuculuğu var, 4 derecede 6 ay saklanabiliyor.
5) Çin Sinovac Aşısı: Geleneksel ölü virüs. %90 koruyuculuğu var, 4 derecede 3 yıl saklanabiliyor.
AŞI NASIL ETKİN OLUR?
Biz, bize gelecek olan Çin aşısı üzerinde duralım. Görüldüğü gibi Çin bu aşıyı geleneksel yöntemlerle üretiyor. İnaktif virüs tavuk yumurtasında çoğaltılıyor. Ölü Covid-19 molekülü kasa enjekte edilince vücudumuzun savunma mekanizması bu yabancı molekülü tanıyor. Ona karşı antikor geliştiriyor. Antikor geliştirmek entegre bir üretim tesisi gibi çalışır. Hani, Denizli Organize Sanayi bölgesine giren beyaz pamuk, renkli renkli pantolon gömlek olarak çıkar ya onun gibi bir şey. Besinlerle aldığımız proteinler, görevli hücreler tarafından antikora dönüştürülür.
Daha sonra vücuda Covid-19’un kendisi girdiğinde molekül yapısını önceden tanıyan sistem, hemen antikor üretimine başlıyor. Fabrika aşıyı takip eden süreçte zaten kurulmuş olduğundan, imalat için vakit kaybedilmez. Süreç çok hızlı işler ve virüs daha burun boğaz bölgesinde iken bertaraf edilir.
Hastalık geçirenlerin bile antikor seviyeleri hızla düşüyor deniyor ya, bunun bi önemi yok. Antikor ihtiyaç halinde üretilen bir molekül. Önemli olan hafızanın ve fabrikanın var olması.
PANDEMİ YOK DİYENLERE
Ha bir de ölüm oranlarının çok düşük olmasından hareketle gerçekte bir pandeminin olmadığını, bunun Bill Gates gibilerin dünyayı avuçlarının altında almak için uydurdukları, abarttıkları ve terörize ettikleri bir süreç olduğunu iddia edenler var. Evet, ölüm oranları düşük, bu doğru ama gözden nasıl kaçtığını anlayamadığım bir nüans var. Biz biliyoruz ki, akciğer kanserinden ölüm oranı %90, AİDS’ten ölüm oranı %45, Covid-19’dan ise %2 civarında. İlk bakışta en tehlikelisi akciğer kanseri gibi görünmekle birlikte, akciğer kanserinin toplumda görülme sıklığı her yüz binde 12 kişi, yani Denizli’de bu yıl 120 kişi akciğer kanseri oldu. Covid bu sayıya bir günde ulaşabiliyor. AİDS hastalığının ilk ortaya çıktığından bu yana geçen 40 yıllık sürede ulaştığı 75 milyon enfekte vakaya Covid-19 şimdiden ulaştı. Yani demek istediğim şu ki, sorun ölüm oranları değil, hastalığın bulaşma hızı ve sayısı.
KAOS OLUŞTURMAKTAN KAÇINALIM
İnsanımızın aşı olmaya ikna olması lazım. Bu konuda bilenlere düşen görev halkın anlayabileceği şekilde izah etmektir ki, ben de onu yapmaya çalışıyorum. “Alternatif olarak sunulan aşı olmayanlar SGK kapsamından çıkarılsın” önerisi yıllardır benim de aklımdadır. Koruyucu hekimliği kabul etmeyen tedavi edici hekimliğin bedelini ödemelidir, diye düşünürüm. Ama bu uygulama için geç kalınmıştır. Bu uygulama zaten var ve uygulanıyor olmalı idi. Onlarca yıldır ülkenin bazı kesimlerinde çocuk felcinden kızamığa aşılar yapılamıyorken, bu sistem uygulamaya konulmuş olmalı idi. Şu anda böylesi bir uygulama kaos sebebi olur, izah edilemez, aşı karşıtlarının işine yarar.
Bir de biz akademisyenlere giydirenler var. Ne diye aşı üretmiyormuşuz. Aşı üretmek bir devlet politikasıdır, devlet üretin der ve gerekli altyapıyı sağlar ise eninde sonunda üretilir. Nitekim bugün itibari ile 12 farklı üniversite bu konuda belirli bir aşamayı kat etmiş durumda.
Bir de “siz aşınızı olun, işe yararsa, yani siz hasta olmazsınız, bana da bulaştıramazsınız” diye düşünenler var. Bu kadarını herkes akıl edebilir, surda gedik açmayalım derim ben size…