ASIL ADIM AKİLE, TAKMA ADIM SİGORTA; KÜÇÜKTÜM FİDAN DEDİLER, BÜYÜDÜM AĞAÇ.
YAĞMURDAN KORUNMAK İÇİN BİR ŞEMSİYE AÇARIZ, SICAKTAN KORUNMAK İÇİN DE BİR GÖLGE ARARIZ.
Akile, ilk dönemlerin sosyal sigortasıdır.
İlk dönem tarım toplumu şartlarında mevcut teknikler ve riziko çeşitleri hem daha sade hem de günümüz boyutlarında olmadığı açıktır.
Bu toplum yapısında bireylerin sağlık problemleri önemli bir masraf gerektirmiyordu.
Keza ev inşası gibi malzemelerin kolay ve basit bir şekilde temin edilebiliyordu.
At ve develerle yapılan yolculuklarda ise görülen kazalar önemsizdi.
Sonuçta hastalık, yangın, yol kazası gibi konularda kişinin gücünü aşan büyük rizikolar söz konusu olmamıştı.
Buna karşılık asıl tehlike ve ağır yük, “ esirlik ” veya “ mala ” ya da “ cana ” karşı verilen zararların tazmininde söz konusu olmuştur.
Bilindiği üzere bir kimse harpte esir düşerse, fidye karşılığında onun hürriyete kavuşturulması, hatâen öldürme ve müessir fiillerden dolayı da kan bedelinin ödenmesi gerekirdi.
Bu tehlikeler çoğunlukla esir veya suçlu şahsın imkânlarının dışında kalırdı.
Bu ihtiyaçtan dolayı Hz. Peygamber, mütekabiliyet esası üzerine (günümüz anlamında sigorta işlevi gördüğünü söyleyebileceğimiz) bir “ meâkil ” sistemi tesis etti.
Akile sistemi daha sonraları bugünkü anlamda geliştirilemediğinden Batı kökenli sigorta kavramı ortaya çıkmıştır. ( SIĞINAK ve BARINAK)
Günümüzde kurumsal hukuki yapısı itibariyle sigorta ” sosyal sigorta ” ve ” özel sigorta ” şeklinde iki farklı disipline sahiptir.
Bunlardan devlet tarafından kurulan ve korunan ” sosyal sigortalar “, çağdaş İslâm hukukçuları tarafından geniş tartışmalar neticesinde genellikle câiz görülmüştür.
Sosyal sigortalarda, sigortalının ödediği primler, bireylerin irâdelerine bakılmadan alındığı için bir tür ” vergi ” niteliğinde algılanmıştır.
Yapılan kesintilerin mecburi olması, ödenen fazlalığın devletin vatandaşına bir ihsanı olarak kabul edilmesi gibi gerekçelerle uzun zaman tartışmalar neticesinde ihtiyaç ve zarureten de olsa cevaz verilmiştir. ( SOSYAL SİGORTALAR/ ÖZEL SİGORTALAR)
Özel sigortalar ise ya kâr gayesi güden bir ” anonim ” ticârî şirket olarak kurulur ya da ” kooperatif ” teşekkül tarzında organizesi yapılan bir ortaklıktır. Kooperatif teşekküllü sigortalarda gaye, sigortacının kâr amacı olmayıp, rizikoların gerçekleşmesiyle doğan zarar ve kötü sonuçların yükünün üyeler arasında paylaşılarak azaltılmasıdır.
” Kooperatif teşekküllü sigortalar” da yine çağdaş İslâm hukukçularınca genellikle câiz görülmüştür.
Kooperatif teşekküllü sigortalarda prim ödeyen bir karşılık mutlaka beklemektedir.
Bu sigorta türüne ödenen prim teberru maksatlı değildir.
Her iştirakçi, diğer iştirakçilerden herhangi birine isabet eden rizikonun zararını karşılamak üzere payına düşen miktarı vermeyi taahhüt etmiştir.
Ancak bu taahhüdü kendisine isabet eden bir rizikonun zararının da diğer iştirakçilerin katkısıyla karşılanması konusunda elde ettiği bir hak karşılığında yapmaktadır.
Bu sebeple bütün iştirakçiler arasında, karşılıklı bir borç ilişkisi söz konusudur.
Genellikle karşılıklı sigortada, daha çok mahdut sayıda kişilerin bir araya gelmesiyle kurulan bir yardımlaşma tekniği ile tehlikelerin zararlarından korunmak gayesi bulunmaktadır.
Ancak ortakların sayısı artıp birbirlerini tanımayacak duruma gelmesi, farklı risk branşlarının ortaya çıkması nedeniyle sabit primli sigorta ortaya çıktı.
Bu yüzden sigortalılar arasındaki yardımlaşmayı organize edecek şirket yönetimine de ihtiyaç duyuldu. (KOOPERATİF SİGORTALAR/YARDIMLAŞMA SİGORTALARI)*
Kooperatif teşekküllü sigortalar ile ticari sigortalar arasında mahiyet itibariyle bir fark var mıdır?
Ticari ve yardımlaşma sigortaları arasındaki temel fark, ivazlı sözleşmeler başlangıçta işlemi yapanın karşıdakini değil de kendini dikkate almasıdır.
Teberruda ise işlem yapılırken kişi başkasının faydası için bunu yapar.
O halde mahiyet itibariyle, iki sigorta türü arasında bu açıdan da bir fark yoktur ve gösterilmeye çalışılan farklar da görünüştedir.
Keza ekseri hukuk bilginlerince kooperatifler, bir ticârî şirket olduğu görüşündedirler.
Kooperatiflerin ticârî bir şirket olduğu görüşü doktrinde tartışmalı olmakla birlikte bizimde katıldığımız amaç ve genel manada bir ticârî şirket olduğudur.
Ticârî sigortaya karşı ileri sürülen bu itirazların gerçek sebebi aslında sigortacının bu faaliyetinden bir kâr elde etmesidir.
Nitekim ticârî sigorta ile yardımlaşma sigortasının öz niteliği ve ivazlı karakteri bakımından farksız olduğunu itiraf eden hukuk bilginlerinin bazıları, ticârî sigortanın haramlığına hükmederken sadece bu özelliğine dikkat çekmişlerdir.
Ticârî sigortayı câiz kabul edenler ise sigortacının elde ettiği bu kârın, büyük bir sistem olan sigortanın yürütülmesi için gerekli olan masrafları karşılamak ve mesailerini bu işe ayırmış görevlilerin geçimlerinin temini için bir zaruret olduğunu ileri sürmektedirler.
Buna göre sigorta şirketinin kârı, satın aldığı malı belirli karla satan tacirinki gibidir.
Ancak burada önemli bir noktaya temas etmek gerekir.
Ticârî sigortada sigortacı zararı karşılamak için sigortalılardan toplanan primlerin yetmemesi durumunda, bunu kendi malından karşılamayı taahhüt etmiştir.
Bundan dolayı ticârî sigortada primler sabittir.
Sigortanın ciddiyetini sağlamlaştırmak için devlet, sigorta şirketine belirli miktar bir parayı önceden bloke etmesini ve bu tip istisnaî durumlarda sigorta bedelini karşılamak için kullanmasını kanunî bir zorunluluk haline getirmiştir.
Buna göre sigortacı kendi özel malını da sigortalıların yararına kullanıyor ise; bu işlemlerinden bir kâr elde etmesinin de doğal olması gerekir.
Nitekim bu işletmeler zarar da edebilir. ” Kâr riskin karşılığıdır, riski üzerine alan, kazancına da hak kazanır.”
Sigorta işletmesini yürüten anonim şirketler ile Osmanlıdaki iltizam sistemi birbirine benzemektedir.
Bir şahıs ya da şirketlerin devlete ödediği bedel ile topladığı vergiler arasındaki farkı, mültezimlerin kazancını teşkil etmektedir.
Mültezim kâr da etse, zarar da etse, üzerinde anlaşılan bedeli devlete ödemek zorundaydı.
Riski üzerine alan kâr geliri de elde etmesi de tabidir.
Keza kooperatif teşekküllü sigorta tekniği ülkemizde kanunen mümkün olmasına rağmen; rağbet görmemesi bu sistemin daha çok tarım toplumları dönemi geleneğini yansıttığı günümüz için yetersiz kaldığı olsa gerektir. Sigortalıların sayısının artması yeni sigorta türlerinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. ( KOOPERATİF SİGORTALAR, TİCARİ SİGORTALAR – FİDAN – AĞAÇ – ÇINAR AĞACI BÜYÜDÜ)
Öte yandan çağdaş İslâm hukukçuları arasındaki bu genel anlayış, ” anonim şirketler” tarafından yürütülen ” ticârî sigorta” işlemlerinin hükmü konusunda sigortanın “ kumar ve bahis, garar ve cehâlet, ribâ ve fâiz” içerdiği gerekçesiyle bozulmakta ve yerini derin bir fikir ayrılığına bırakmaktadır.
Bu tür sigortaya yaklaşımları bakımından da çağdaş İslâm hukuk bilginlerini iki gruba ayırmak mümkündür.
Birinci grup İslâm hukuk bilginleri, bu özel sigorta türlerinden özellikle tazminat ve meblağ sigortaları sözleşmelerinde, İslâm’ın haram kıldığı, kumar ve bahis, garar ve cehâlet, ribâ ve fâiz gibi sözleşmeden ayrılmayan (lazım) vasıfların varlığını iddia edip alternatif olarak özgün İslâmî kurumların teşekkül edilebileceğini öne sürerek, genellikle meblağ sigortası sözleşmelerini şans ve tâlihe bağlı sözleşme sayıp haksız kazanca yol açabileceği endişesiyle fâsid veya bâtıl görüp meşru saymamaktadırlar.
Müslüman ülkelerde yapılan çalışmalar, sunulan tebliğler, yayınlanan makalelerde genellikle bu duruma (sigortanın garar ve fâiz ilişkisine) dikkat çekilmiştir.
Günümüz özel sigorta sisteminde ölçülemeyen rizikolara ilkesel olarak teminat verilemez.
Çünkü ölçülemeyen rizikolar kumar ve bahis hükümlerine tabidir. Keza birinci derecedeki âkilenin rizikoyu taşımada yetersiz kalması, ikinci derecedeki âkile grubuna müracaat edilmesi yani âkile sistemindeki tertîbi merâtip, günümüz sigorta sistemindeki reasürans ve retreasürans tekniklerini hatırlatmaktadır. ( DÜNYADA DA AHİRETTE DE SIĞINMAK İÇİN HERKES BİR AĞAÇ GÖLGESİ ARAYACAKTIR. DÜNYADA SIĞINAK SİGORTA, AHİRETTE İMANDIR)
İkinci grup hukuk bilginleri ise sigorta sözleşmelerini, temel ve tâlî kaynaklardan hareketle tek, iki ve çok taraflı benzer hukukî ilişkilere kıyas ederek; sözleşme serbestîsi ilkesi gereği, hakkında yasaklayıcı nass da bulunmadığından yeni bir sözleşme addedip her iki sigorta türünün de mahiyeti itibariyle aynı olup aralarında karakteristik bir farkın bulunmadığı, her birinin de sonuçta aynı kapıya çıkacağından, haksız kazanca yol açmamak (ribâdan uzak olmak) kaydıyla meşru saymaktadırlar.
Görüldüğü üzere çağdaş İslâm hukuk bilginleri genellikle, devlet teşekkülü olarak kurulan sosyal güvenlik kurumlarını dinin özüne uygun görürlerken hukukî düzenlemesi devlet tarafında yapılan ve denetlenen özel sigortalar konusunda farklı görüşler beyan etmişlerdir.
Garar ve riba gibi haksız kazançtan uzak olan, taraflara menfaat sağlayan her türlü ticari işletme, İslam’ın özüne uygundur. ( BÜTÜN YOLLAR KABEYE ÇIKAR) Saygılarımla.