Sonunda asistanlar da patladı. Önce Dokuz Eylül’deki gençler greve başladı. Sonunda amaçlarının bir kısmına ulaşıp, isteklerine yanıt aldıklarını söyleyerek iş başına döndüler. Kimileri elde edilen sonuçtan memnun oldu kimileri bundan memnun olmadı. Hatta aramızdan, asistanları kınayanlarımız bile oldu.
En azından, ben kendi asistanlarımı biliyorum. Sabahları saat altı buçukta vizite başlarlar, sekizde ameliyathaneye inerler, artık o gün saat kaçta biterse, ameliyatlara ölesiye devam ederler. Sonrasında, yatan hastaların değerlendirilmeleri, yoğun bakımlar, servis viziti ve nöbetçi ekibe devir derken, akşamları sekiz civarında evlerine gidebilirlerse erken çıktık, derler. Akşamları üzerlerine yüklenen ilave görevler, hazırlamaları gereken seminer, çeviri, haftalık sunulacak vakaların hazırlanması, işte artık ne varsa hepsini yapmaya çalışırlar. Arada bir hocalar tarafından, günün herhangi bir saatinde çağırılarak derdest edilmeleri, hasta şikâyetleri ve diğer nedenlerle yedikleri fırçalar, paparalar. Hasta yakınlarının kötü muamelelerine maruz kalmaları. Doğuma getirdikleri hastanın yarım saat sonra doğuramamış olmasına sinirlenenler, nöbetçi asistanın üzerine yürüyenler. Orada burada, tuvaletin dibinde saatlerdir beklediği için soğumuş yemekler, geceleri nöbetlerde doğru dürüst istirahat edecekleri, fırsat buldukça iki satır okuyacakları bir odanın bile bulunamaması, hak edişlerine oranla aldıkları cüzi maaşları, vs. vs., işte böyle say say, bitmiyor.
İşler o hale geldi ki, asistanlar üzerlerindeki mavi, yeşil, mor her ne renkse, özel giysilerini neredeyse günün yirmi dört saati giymek durumunda kalıyorlar. Sabahları yeşille gelip, geceleri hastaneden aynı kıyafetle çıkıyorlar. Evet yanlış okumadınız, akşamları değil geceleri.
Bazı arkadaşlarım, biz de bir zamanlar asistandık, bizlerin de benzer sorunları oldu, bu işler böyle gitti, gider, gidiyor diyebilirler. Ama artık devir değişti. İşte bunu, birilerinin iyice kafasına sokması lazım. İnsanca çalışma düzeni, hak edildiği kadar maaş, nöbetler ve çalışma saatlerinin yasalara uygun şekilde düzenlenmesi gerekmiyor mu?
İşler o hale geldi ki, artık TUS öncesinde doktorlar, alınacak olan performansın yüksekliğine göre, çalışma düzeninin zorluğuna göre tercih yapıyorlar. Bir kısmı başladıktan kısa bir süre sonra istifa edip, yeniden sınava giriyorlar.
Önce Dokuz Eylül, ardından tüm asistanlar iki günlük grev yaptılar. Kimileri destek oldu, kimileri köstek oldu, grev kırıcılığı yaptı.
Sayın Bakanımız, asistanların sorunlarının haklı olduğunu televizyonda kendisi de kabul etti. Çok güzel. Peki sekiz yıldır siz Bakanlık makamında değil misiniz? Peki, bu sorunları düzeltmek için, şimdiye kadar ne yaptınız, diye soruyor genç meslektaşlarımız.
Dokuz Eylül grevi sonrası, 19-20 Nisan grevi öncesinde de bazı olumsuzluklar olmadı değil. Öncesinde, Tabipler Birliğinin basın toplantısı maalesef, medyada çok az yer bulabildi. İçimizden biri, şarkıcı, artist olsaydı, gönüllü olarak şakacıktan vurulsa idi, belki medyada daha çok ses getirirdi. Olmadı gitti.
Grev öncesinde, ekranlardan haklarında bir hasta bile şikâyette bulunsa ben hemen soruşturma açarım- şeklindeki talihsiz beyanatları ve tehditleri ibretle izledik.
Asistanlar, kimsenin, ne hastaların ne de hocaların kulu, kölesi değildir arkadaşlar. Onlar, bizlerin genç meslektaşları, öğrenmek, bir yerlere gelebilmek için çabalayan gençlerimiz.
Onların sorunları hepimizin sorunları. Sorunların ana nedeninin, doktorları sermayenin işçisi haline getirmek isteyen zihniyetin uygulamalarından kaynaklandığı gerçeğini asla unutmayın.
Devir, doktorların aralarındaki kısır çekişmeleri, çıkar kavgalarını bir yana bırakıp, olanca güçleriyle birbirlerine kenetlenmeleri ve hep birlikte, getirilmek istenen köle düzenine karşı koymaları devridir arkadaşlar.