Geçen gün haber verdiler. Yine asistanlar aralarında kavga etmişler. Kavga dediysem o sizin bildiğinizden değil. Ağız dalaşı canım. Yaz tatilindeyiz. Kliniklerin yarısı izinde. Servisi üç asistan götürüyor. Biri raporlu. Hocalar işlerde aksamalardan yakınıyorlar. Sıkın dişinizi raporlu arkadaşın dönmesine az kaldı derken olay patlak verdi.
Genelde sorunlar, en kıdemliler ile en çömezler arasında oluyor. Doğal olarak kıdemli işlerin kusursuz ve zamanında olmasını ister. Çömezler de acemiliklerinden işleri yetiştirmekte zorlanırlar. Eskiden uzman olanlara başasistan derdik. Şimdilerde kıdemli asistanlara başasistan deniliyor. Hocalar vizitlerde eksiklik saptarlarsa, daha çok başasistana yüklenirler. Onlar da yedikleri fırçaları daha kıdemsiz, çoğunluklada en çömez olanlara yönlendirirler.
Önceleri fakültelerde asistanlık sınavlarını her klinik kendisi yapardı. O zamanlarda ne menem torpillerin döndüğünü hepiniz iyi bilirsiniz. Sınav öncesi hocaların telefonları bir türlü susmazdı. Genel müdürler, siyasiler, milletvekilleri, bakanlar, kimler aramazdı. Hepsi bitti çok şükür. Şimdi sınavları ÖSYM yapıyor. Çat kapı vuruluyor. Başasistan birini takdim ediyor, yeni asistanımız diye.
Her yeni gelenden usulen özgeçmişini yazıp getirmesini isterim. Nerelerde okumuş, anası, babası, kardeşleri, yıl kaybı var mı, özel başarıları, hobileri, neleri varsa yazıp getirirler. Kimi odanın kapısından atar gider. Kimi koridorda elime tutuşturmaya çalışır. Kimi el yazısıyla karga burga bir çırpıda çiziktiriverir. Kimi bilgisayarda standart formatında yazıp getirir. Genelde bir kanaat oluşmuştur. Pekiştirmek için basit bir görev vermek suretiyle ikinci sınamayı yaparız. İlkinde ne düşünmüşsek ikincisinde de görüş genelde aynı olur.
Asistanlık, fakülte sonrası, çoğunlukla hekimlerin ilk işleri oluyor. Özellikle öğrenciliklerin de aileleri tarafından el bebek gül bebek büyütülenlerde, veya öğrenciliklerinde klinik eğitimlerde hastası ile ilgilenmeyenlerde, hasta başı vizitlerde kaytaranlarda sorun çıkıyor. Zaman zamanda TUS dışı gelen yabancı uyruklularla sorunlar olabiliyor.
Bir zamanlar, TUS’u kazanamayınca, pes edip yabancı ülkelerde ihtisasa başlayıp, sonradan Türkiye’de tamamlayanlar vardı. Çok şükür ayıplanacak olan bu durum sonradan kaldırıldı.
Genelde asistanlar birbirlerini tanımıyorlar, hastane dışında birlikte olamıyorlar. Buna çoğunlukla zamanları olmuyor, bazen maddi olanaksızlıklar bazen de kişilerin yaşam tercihleri birlikte olmalarını engelliyor. Yaşamında kimseden emir almamış olanlara verilen her görev angarya geliyor. Aile, yetişme farklılıkları, hayata bakış farklılıkları zaman zaman sorun olabiliyor.
Başasistan dediğin bir yerde, idarecidir, uzmanların ve hocaların eli ayağıdır. Bugün basit işlerde bile, altındakileri yönetemeyen, yarın daha büyük işler geldiğinde bocalar kalır. Kıdemliler, işleri yapacağız diye altındakileri ezmemeli, onların kişiliklerine gururlarına saldırmamalı. Çömezler, itiraz etmeden (hasta için zararlı olmamak kaydıyla) verilen her görevi severek yapmalıdır.
İş yaşamında, herkesle dost olmak zorunda değil insan. Ancak en iyisi birbirini daha iyi tanımak, daha iyi anlamaya çalışmak için zaman yaratmalı. Akşam üzeri mesai bitiminde kısa süreli dinlenceler bu iş için çok uygun. Genç meslektaşlarıma, fırsat bulduklarında, tıp dışı sosyal işlerle de ilgilenmelerini, sosyal içerikli kitapları da okumalarını öneririm. Ünlü hocamız Süheyl Ünver’in tıp yanında Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrencilerine minyatür’ dersi vermesi ne kadar anlamlıdır. Önce bizden, Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş, Doğan Cüceloğlu’ndan başlayabilirsiniz.
Bir şeyi yakıp yıkmak ne kadar kolaysa, gayret edildiğinde yapmak, onarmak da o kadar kolaydır.
Saygılarımla.