Çorum’da, ilkokul öğretmeni yakınım 1.sınıfta en yaramaz çocuklardan birisini uyarırken “aslan oğlum” diye hitap eder. Çocuk itiraz eder: “Öğretmenim, aslan tembel bir hayvandır, pusuya yatıp bekleyip av gelsin karnım doysun der; ama eşek her işe koşar, daha çalışkandır” der. Sanki Ezop’tan bir ders gibi.
Çocukluğumda anneannemin yanına yaylaya gittiğimde en büyük keyfim eşekle dağı taşı gezmekti. Dedemi uzaktan eşeğin üstünde gelirken görmek de güzeldi; gelip seni kucaklayacak bir tonton dede.
Ahmet Yüksel “Af buyurun eşek” makalesinde, Anadolu’da eşek cinsinin ilk izlerine Truva’nın IV. tabakasında, Kültepe’nin I. tabakasında, Boğazköy’de MÖ XIV.-XIII. yüzyıllara denk gelen tabakalarda kemik kalıntısı olarak rastlanmıştır. Diğer arkeolojik buluntular arasında Kültepe mühür baskılarından birinde, Kargamış’ta bulunan bir kabartma üzerinde eşek tasviri göründüğünü yazmıştı.
Hititlerden bu yana, savaş dahil her işe koşulmuştur. Layık görülen en kıymetli yiyecek ise ancak karpuz kabuğu olmuştur. “Hâşa Huzurdan”, diye söze girerler; KATIR da eski çağlardan beri kullanıldığı bilinen, inat ve tahammül sembolü, at ile eşek aşkının meyvesi olması yönüyle bizi ilgilendiren bu mübarek hayvanın dünyada ilk defa nerede ortaya çıktığı, yani hangi kavmin ilk önce ürettiği konusu hayli tartışılmıştır. Kaçaklar veya kaçakçılar mayına, köylüler ise her yüke eşek ve katırı koşmuştur.
At ise her türlü güzellemenin konusudur. Bir yazısında Prof. Dr. Saadettin Gömeç der ki, eski kaynaklar bir Türk’ün her zaman yanında atı olduğunu söyler ki, yine Türklerdeki bir inanışa göre, onlar atla beraber yaratılmışlardır. Tarihteki Türk’ün hiçbir hayvanla bu denli içli-dışlı olduğuna şahit değiliz. Netice itibarıyla Türk ve at adeta birer ikiz gibidir. Onları birbirinden ayrı düşünmek imkansızdır. At dağda taşta da yürümez, nazlıdır. Yemi, samanı da ayrıdır, özeldir. Eşeği yaşlanınca boşa yem-saman yemesin deyip kırlara sürerler kurtlar yesin diye.
Eşek ve katırla ilgili hiç güzel bir deyim veya atasözü yoktur. En iyisi: “Ata sormuşlar, baban kim? Dayım, at demiş.” Atla ilgili yüzlerce güzel söz var.
Şükrü Öztürk, “Türk Kültüründe Aslan” makalesinde çok güzel anlatır. Türk kültüründe aslan motifi güç, kuvvet, ihtişam, yiğitlik, cesaret, asalet ve hakimiyet anlamında simgesel bir motif olarak kullanılmıştır. Öyle ki paraların üstünde, bayraklarda, hükümdar tahtlarında, mimari eserlerde, gerek sözlü gerekse yazılı pek çok edebi eserde aslan sembolik anlamlarıyla kullanılmıştır. İslam kültüründe cesaret, iyilik, yiğitlik ve adalet simgesi peygamberimizin en yakınları Hz. Hamza, Hz. Ali (RA) yi “Allah’ın aslanı” olarak adlandırırız. Hepimiz oğlumuzu aslan diye severiz, Trabzonspor gol atınca “aslanım benim” der havalara uçarız.
Gel gör ki çalışma hayatına gelince iş değişir. Herkes aslan gibi güçlü, at gibi asil olmak ister. Aslan gibi ceylan gelsin de yiyeyim denir çalışma hayatında. “Sen ağa ben ağa, bu ineği kim sağa” hesabı, her üniversite mezunu kendini genel müdür olarak görmek ister.
Hekimler için gerçekten farklı bu durum. Cevizlibağ’da Atatürk Öğrenci Yurdunda kalırken etüt salonunda masamıza az ot bırakılmamıştır. İyi doktor olabilmek için fakültede okurken İNEK gibi, doktor olduktan sonra da EŞEK gibi çalışılması gerekiyor.
Aslanım eşek! Çok Yaşa!