“Atamızın İzinde”, benim sonuncu kitabım oluyor. Ocak 2020’de yayınlanmıştı. Meslektaşlarımıza bu yılki kongremizde dağıtacaktık. Salgın yüzünden kongreler iptal edildi, olmadı. Bir kısmını, yakın dostlarıma ve görebildiğim arkadaşlarıma kendim ulaştırdım. Kasım ayı geldi, herkes Ata’mızdan konuşuyor. İzninizle, ben de kitabımın önsözünü sizlerle paylaşayım dedim. Umarım sizin de ilginizi çeker.
2016 temmuzunda, yaş haddinden üniversiteden ve onun akademik yaşamımdan emekli oldum. Bu dünyada her şeyin bir yeri, yurdu ve zamanı olmalı diyerek üniversitedeki yerimi gururla, arkamda hiç gözüm kalmadan ve kendilerine yürekten inandığım genç meslektaşlarıma bıraktım. Artık daha çok İstanbul’da yaşamakla beraber, çok sevdiğim Ankara’dan da kopamadım. İlk okuldan üniversiteye çalışma hayatımın neredeyse tamamını geçirdiğim, onu başkentimiz yapan, büyük Atatürk’ü de bağrında taşıyan bu büyülü şehirden asla ayrılmadım. Ameliyatlarımda kullanmak için özel olarak imal ettirdiğim cerrahi aletlerimi, kitaplarımı, odamı, masamı doğrusu her şeyimi fakültemde bıraktım.
Jübilesini yaptıktan sonra, daha alt liglerde top oynamak için değişik takımlara savrulan milli futbolculara benzememek için, o tarihten sonra çalışma hayatıma artık bir nokta koydum.
Altmışından sonra, kazandığını harcayabilenimiz çok azdır. Hele de yetmişinden sonra, insanın yapacağını yapmış, alacağını almış, vereceğini vermiş olması gerektiğine inanırım. Doğrusu, bu yaştan sonraki kazanımlarınız sizden çok çocuklarınıza ve torunlarınıza yarayacaktır.
“Şimdiye kadar, yıllar içinde edindiğim onca bilgi, görgü ve deneyimlerimi arkamdan gelen gençlere aktarmam lazım. Bu nedenle, benim çalışmaya devam etmem gerekiyor” diyenlere de sözüm olmaz benim. Tercih onlarındır. Ancak burada önemli olan, noktayı kaç yaşında koyacağınızdır. Ayrıca, bu noktayı kendiniz mi koyacaksınız, yoksa doğal faktörler mi koyacak? Bunun sınırı hangi yaşta olmalı? Cevabı doğal olarak kişiden kişiye değişiyor. Çocuğunuz, hatta torununuz yaşındakilerle çelik çomak oynamayı siz seversiniz de, bakalım onlar sever mi? İşte, bunlar da benim görüşlerim!
Hekimlik yaşantıma noktayı koyduktan sonra, ne mi yapıyorum? Emeklinin de tıp dışında yapacağı bir şeyler hep oluyor. Hobilerine zaman ayırmak, çocuklar ve torunlarla daha fazla vakit geçirmek, imkan ve vakit varsa bir yerlere seyahat etmek. Ya da en azından oturduğun şehrin, henüz görme olanağını bulamadığın yerlerini gezmek gibi. İşte ben de bu nedenle, son üç yıldır İstanbul’u keşfetmeye çalışıyorum. Bu mega kentin halen onda birini gördüm desem doğrudur.
Gün olur Belgrad Ormanı’nda, gün gelir Boğaz’da yürürüm. Canım o gün neyi çekerse… Beyoğlu’nda, Beyazıt’ta sahafları gezerim. Atlarım metroya ver elini karşı kıyı, Kadıköy Çarşısı’nda balık ekmek, tramvayla Moda gezisi. Bostancı’dan adalara, Kuzguncuk, Kanlıca, Beykoz. İstanbul bu, öyle kolay biter mi! Bir başka gün Cibali, Fener, Balat, Eyüp, Piyerloti’de çayımı içerim.
Bilenlere soruyorum, nerelere gideyim diye. Vezneciler’den yürüme mesafesinde dedikleri Horhor Antikacılar Çarşısı’nı, inanın yakınında yaşayanlardan bile bilmeyenler oluyor. Altı katlı binada, galerileri sadece gezmek bile çok güzel. Satıcıları oldukça nazik. Bir şeyler satın almak da önemli değil. Bugün gezersin, yarın imkan ve zaman olur alırsın.
İstanbul’u keşfediyorum ben, gözlerim olabildiğince açık. İstersem deniz yolunu da tercih edebilirim. Sarıyer’den Eminönü’ne vapurla yolculuk bir saatten fazla sürüyor. Arnavutköy, ya da Beşiktaş’ta inip çarşı pazar dolaşıyorum. Zamanım olursa BKM salonunda gösterileri seyrederim. Ayda bir kere de, emekliler grubundaki büyüklerimle birlikte, Cağaloğlu’nda İstanbul Tabip Odası’nın toplantılarına katılırım.
Bu arada, neredeyse yirmi yıldır Medimagazin gazetesindeki köşe yazılarıma devam ediyorum. Yazdıklarımı word dosyalarında topluyorum. Onlar yeterince birikince de, toplu halde okunmaları için kitap haline getirip, meslektaşlarımın beğenisine sunuyorum. Şimdiye kadar Medimagazin köşeyazılarımı, toplam altı kitapta topladım. Elinizdeki son kitabım, yedincisi oluyor. Bilimsel olanları da katarsak, 1994’ten itibaren kitap yayıncılığında koskoca bir yirmi altı yılı geçirmişim. Bu kutsal yola girmemde, beni en başından beri yüreklendirip yol gösterici olan, yardımlarını hiçbir zaman esirgemeyen kadim dostum Prof.Dr. Tahir Hatiboğlu’na teşekkürü bir borç bilirim. Şimdiye kadar, yayınladığım kitaplardan ekstra bir gelir sağlamak gibi özel bir beklentim hiç olmadı. Bana göre, kitapların okuyucuya zamanında ulaşması bile yeterli. Gerisi artık okuyanların değerlendirmesine kalmıştır.
Bu kitabımın adını, başka önerilerin de değerlendirilmesinden sonra, Atamızın İzinde olarak koyduk. Yaşantım boyunca, daima ona layık bir vatandaş olarak yaşamaya gayret ettim. Onun düşünce ve ilkeleri, ben ve benim gibi düşünenlere daima örnek ve yol gösterici oldu.
Yazılarımı daha çok sağlık, eğitim ve sosyal yaşam konularında yazıyorum. Günlük siyaset gibi konular benim alanımın dışında kalıyor. Zaten Medimagazin de haftalık yayınlanan bir sağlık gazetesi. Hazırladıklarımı önce eşim ile paylaşıyorum. Onun eleştiri ve görüşleri, daima benim için yüreklendirici oluyor. Beni sabırla dinlediği ve yol gösterici eleştirileri için kendisine binlerce kez teşekkür ederim.
Elinizdeki kitabın dizilmesinde, önceki kitaplarımda olduğu gibi bana çok yardımcı olan Ceyda Şereflioğlu ve değerli dostum Aytaç Uzun başta olmak üzere, tüm Sonçağ Matbaacılık çalışanlarına teşekkür ederim.
2 yorum
Kıymetli Hocam, öncelikle emekliliğinizin hayırlı olmasını dilerim. Umarım bundan sonraki hayatınızı sağlıklı ve huzurlu geçirirsiniz. Kitabınızın önsözünü içeren yazınızı okudum, fakat arka kapaktaki Atatürk’e izafe edilen sözü okuyunca şaştım kaldım, zira bu söz ona ait olmayıp sonradan özellikle bugünlerde onun izini takip ettiğini söyleyenler tarafından uydurulmuştur ve sosyal medyada dolaşıma sokulmuştur. Bu konuda değerli gazeteci yazar Taha Akyol’un şu yazısını okumanızı öneririm. Yazar, “Atatürk’ün Sözleri” isimli köşe yazısını 16.09.2016’da Hürriyet gazetesinde yazmış (https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/taha-akyol/ataturkun-sozleri-40225028)
Yazar’ın makalede dediği gibi, “…Bu örneklerdeki sözlerin hepsi, sonradan yaşananlara bakarak uydurulmuş ve Atatürk’e izafe edilmiştir. Atatürk’ün “tarih içinde” anlaşılmasını zorlaştıran, mistikleşmiş duyguların ürünüdür. Peygamberimiz adına hadis uydurmak günah olduğu halde, sonradan yaşanan olaylara göre insanların nasıl hadis uydurdukları malumdur…”
“Günümüzün bilgi ve kanaatlerini geçmişe taşıyarak Atatürk’e söylettirmek, ‘tarih dışı’dır.”
“Evet, Atatürk tekke ve zaviyeleri kapattı, bu konuda sözleri bellidir. Fakat 1927’de hiçbir konuşmasında bu kavramlar geçmez.”
“Tarikat ve cemaatlerin şehirleşme sürecinde yaygınlaşmasının sebeplerini sosyolojik açıdan araştırmakla, Atatürk uyarmıştı diye bakmak farklıdır.”
Değerli yazar Taha Akyol’un da yazıda vurguladığı gibi “belge” değeri olan hiçbir kaynakta bu sözler yoktur.
Yine yazarın dediği gibi “Mustafa Kemal Paşa ve Atatürk olarak Osmanlı modernleşmesinin yetiştirdiği bir dehayı Birinci Dünya Savaşı, Milli Mücadele, devrimler ve devrimler dönemindeki farklı arayışlar açısından merak ederek, okuyarak ulaşacağımız ufuk genişliği başkadır… Ona kehanetler izafe eden hayranlık duygusu başkadır. Sadece Atatürk için değil, İslam tarihi dahil, bütün tarih için böyle araştırmacı, analitik bakışa ihtiyacımız var. Hele de çağımızı anlamak için çok önemli!”
Değerli bir akademisyen ve bilim adamı olarak sizin kitabınızın arka kapağındaki Atatürk’e atıfla uydurulmuş bu sözü iptal edip tashih edeceğinize, gerekirse kitabınızı piyasadan geri çekeceğinize, hiç olmazsa bu konuda yanılıp yanıltıldığınızı belirten bir başka yazıyı kaleme almanızı bekliyorum.
Ömrünü bilime, eğitime ve insanlara hizmete adamış sizin gibi bir hocaya böyle ancak böyle bir tavrın yakışacağını düşünüyor ve umuyorum.
Saygı ve selamlarımla
Prof. Dr. İrfan Yalçınkaya
Atamızın İzinde kitabımın, arka kapağında yazılanlarla ilgili eleştirinizi dikkatle okudum. Yazının Atatük tarafından söylenmiş olup olmaması kadar, yazılanların doğru tesbitler olması daha çok önemlidir. Üzerinden yüz yıl geçmiş olsa bile, ne kadar doğru tesbitler olduğu apaçık ortadadır. Zaten bu nedenlerle, tekke zaviye ve tarikatlar, Cumhuriyetimizin ilk dönemlerinde, Atatürk zamanında kapatılmıştır.
Günümüzde tekkelerin yerini tarikatlar aldı. İngiliz istihbaratı tarafından kurdurulup desteklenmiş olan Adnan Hoca Tarikatı’ndaki ahlaksızlıklar, ve rezalet videoları ancak son zamanlarda ortaya çıkarılabildi. Kendisi, üyeleri ve meşhur kedicikleri hep beraber tutuklandılar. Tarikatlar tarafından üretilen, sahte belge ve şikayetlerle, Ergenekon ve Balyoz davalarında ülkemizin en başarılı subay ve generalleri, profesörler hatta rektörleri tutuklanıp hapislerde çürütüldü. Yıllar sonra suçsuz oldukları ortaya çıkarak, toptan beraat ettiler.
Ülkemizin ‘Harimi İsmeti’, askeri kozmik odaya girilerek çok gizli belgeler terikatlar sayesinde yurt dışına kaçırıldı, gizli istihbarat elemanlarımız deşifre edildi.
Son olarak Amerikan CIA destekli Gülen tarikatı ve Feto Terör Örgütü, 15 temmuzda ihtilale kalkıştı ve şükür ki başarısız oldu. Maalesef olaylar, ikiyüz elli kadar vatandaşımızın kaybına neden oldu.
Üniversitede görev yaptığım otuz dört yılda, telif ve çeviri olarak, tek başıma veya arkadaşlarımla birlikte, 16 bilimsel kitap yayınladım. Üst üste koyduğumuzda 12.000 sayfayı geçerek, bir kitaplık rafını rahatlıkla dolduruyorlar.
Bilimsel kitap yazmak, hele de editörlüğünü yapmak, bir kitapta bölüm yazmanın çok üzerinde olup, çok büyük sorumluluk ister. Ilaç miktarı olarak miligramı gram yazılsa, bir oluşum,10 cm yerine 10 mm olarak çıkarsa, yazarıyla birlikte sorumluluk editörün de üzerindedir. Yüzlerce sayfayı, bıkmadan usanmadan tek tek kontrol ederiz. Günlerim, gecelerim, yayınevleri, dizgiciler ve matbaalar arasında mekik dokumakla geçti. Editörlük işte böyle bir şey. Eller, kışın kayağa, yazın denize giderler siz dizgicilerde olursunuz. Gün olur, çocuklarınızı ve ailenizi bile ihmal ettğiniz olur.
Medimagazin’in kurulduğu günden itibaren, en eski, en kıdemli ve en çok köşe yazısı yazan yazarıyım. Dergi editörlüğünüde sayarsak, neredeyse otuz yıl kadar ediyor. Dört yüzün üzerinde olan köşe yazılarımdan, kapağını gördüğünüz kitapla beraber, toplam olarak yedi kitap yayınladım. Son üç kitabımın arka kapağında, cumhuriyetimizin kurucusu büyük Atatürk’ün veciz sözlerine yer verdim.
Bir kitabın içeriği kadar, kapak kısmı da çok önemlidir. Dizgi işleri bittikten sonra üzerinde kafa yorduğumuz ve en sona kalmış olan görevimiz kitabın kapağıdır.
Son haline gelmeden, rengi, şekli, resim ve yazıları, en az üç beş kez değiklikten geçer. Kapak yüzünden dizgicilerle tartışmalarımız çok olmuştur. Şimdiye kadar okuyuculardan, Atamızın İzinde kitabı ve özellikle kapağıyla ilgili hep olumlu yorumlar aldım. Bu nedenle, bu haliyle kitap, okuyucu kitlesine ve dolayısıyla hedefine ulaşmış olarak görülüyor.
Yayınevleri ve matbaaların, basılmış her kitaptan birer örneği emniyete göndermeleri mecburidir. Son kitabımız da emniyetçe incelenerek, kapağında ve içeriğinde, herhangibir olumsuzluk saptanmamıştır. Bu bakımdan, sizin önerdiğiniz gibi kapak değişikliğine gidilmesine gerek duyulmamıştır.
Sosyal alandaki kitaplarımı, ulusal kongrelerimizde meslektaşlarımıza ücretsiz olarak dağıtıyorduk. Son salgın ve kısıtlamalar nedeniyle kongreler yapılamadığından, maalesef bu sefer yeterince dağıtamadık. Sadece kapak değil, önsöz yazısıyla da ilgili eleştiri ve yorumlarınızı beklerim. Saygılarımla.