Yıl 1999. Yunanistan-Selanik’e “Birinci Hellenistik Stroke Kongresi”ne konuşmacı olarak davet edildiğimde büyük bir telaş ve heyecan dalgasına kapıldım diyebilirim. Çünkü hem ilk defa yurt dışı bir kongrede konferans verecektim hem de daha önemlisi Selanik’e ilk defa gitmiş olacak ve Türkiye Cumhuriyetimizin Kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün doğduğu evi ziyaret edecektim.
Daveti alır almaz sevincimden içim içime sığmaz oldu. Kongre sekreterliği ile telefon trafiği yoluyla otel konaklamamın sağlanacağı ve uçak biletimin de tarafımdan alınıp, bedelinin orada tarafıma nakit olarak ödeneceği belirtildi. Kongre, İzmir’in Kordon boyu’na benzeyen Selanik’in sahilindeydi ve yakınında, Osmanlı’dan kalan Selanik Kalesi bulunuyordu.
Konuşmamdan bir gün önce gittiğimden, kongre kaydımı ve otel yerleşimimi yapar yapmaz hemen Atatürk’ün evine gittim. Giriş, ana caddede demir bir kapıdan ve aynı bahçede bulunan Türkiye Konsolosluğunun yanındandı. Çünkü ev, ana caddeye göre Konsolosluk binasının arka kısmında kalıyordu. Bu sırada engelleyemediğim bir çarpıntı ve neler göreceğimin tatlı heyecanı bütün benliğimi sarmıştı. Çünkü yaşadığım az buz değil, milyonlarca kişinin hayal etmekle yetindiği bir an ve olaydı.
Evin kapısına iki taraflı merdivenle çıkılıyordu. Kapıdan içeriye adım attığım ilk saniyeden itibaren -Büyük Atatürk’ün belki oynadığı, koşuşturduğu sofaya-antreye girdim- tarih dolu mistik havayı solumaya başladım. Sanki her tarafta Atatürk’ün kokusu, soluğu, sesi ve güven veren özel kişiliği yaşıyordu. Bu duyguyu giriş kattaki odaları dolaşırken, kullandığı dolapları, çekmecelerini, üzerine bastığı halıları, oturduğu sedirleri, koltukları ve derslerini çalıştığı, hatta ülkenin geleceğini hayal edip kâğıtlara karaladığı notlarını yazdığı masasını, üst kattaki yatak odasını ve diğer eşyaları görünce de duyumsadım ve teşekkürlerimle, dualarımı sundum. Çıkarken de ziyaretçi defterine duygularıma yönelik bir not yazdım.
İkinci ziyaretim, 2006 yılında “15th Thessaloniki Congress of the Southest European Society for Neurology and Psychiatry” için oldu. Kongreye konuşmacı olarak İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Sayın Prof. Dr. Aksel Siva da davetliydi.
Selanik’e ilk gidişimin üzerinden yedi yıl geçmiş olmasına rağmen aynı duyguları tekrar yaşayacağım beklentisi ve heyecanı da başlamıştı. Daha otele yeni yerleşmiştim ki, Selanik Konsolosluğundan bir görevli arayıp, geleceğimden haberdar olduklarını ve araba gönderip Atatürk’ün evine götürmek istediklerini bildirince, yaşamış olduğum o heyecanı tekrar hissetmeye başladım. Çünkü bu defa resmi bir çağrıyla gidecektim. Yine evi dolaşıp Atatürk’ün kullandığı eşyaları seyrettikçe, hiçbir maddi menfaat beklemeksizin, salt ülkemizi işgal kuvvetlerinden kurtarmak uğruna, bin bir yokluk içinde dâhiyane ve muazzam öngörüleriyle en etkili şekilde kullanabilme kabiliyeti temelinde, her türlü engellemelere karşın yılmama iradesini de esirgemeden başarabilmesine olan hayranlığım daha da pekişti. Ve o zaman iyice inandım ki Atatürk, kesinlikle Allah tarafından bizlerin kurtuluşu için gönderilmiş ve projelendirilmiş ilahi bir görevlidir.
Keşke geçen ay tekrar Selanik’e gitmeseydim ve evin bu son resim galerisi hâlini görmeseydim. Çünkü evin sözde modernleştirilmiş son hâli 20 gündür hiç aklımdan çıkmadı, çok üzüldüm. Bu değişikliği uygun bulanların tarihin ve tarihe mal olmuş kişileri hatırlatacak özel eşyalarının değerliliğine ilişkin bilgisizliklerine de ayrı bir “Vah vah!” deyip durdum. Halen de diyorum. Çünkü son yıllardaki “Anlaşılır Türkçeli ve öğretici güncel yorumlu Kur’an” çalışmam bende yepyeni ufuklar açtı. Artık biliyorum ki biz insanlar, hem etrafımızdaki insanlarla hem de eşyalarla karşılıklı ve görünmeyen enerji kanalları sayesinde sürekli bir iletişim ve yapılanma süreci içindeyiz. Duygularımız, sevinçlerimiz veya üzüntülerimiz bir şekilde kullanmakta olduğumuz eşyalarla özdeşleşmekte ve bütünleşmektedir.
İşte bu bilgiler temelinde farklı bir duygu ve heyecanla, yeni dekorasyonuna ilişkin bilgim olmaksızın Atatürk evini ziyaret etmeye karar verdim. Bir defa daha “Keşke ziyaret etmeseydim.” diyorum. Çünkü bu defa bahçenin arka kısmına yapılmış yeni kapıdan girip bahçedeki oturma banklarını görür görmez bir şeylerin değiştiğinin sinyalini aldım. Evin kapısından sofasına girer girmez ve odalarda da eskiden kalma hiçbir eşya olmadığını görünce buz kesildim. Bağırmamak için, “Bir ülkenin tarihinin temelini çağrıştırmakta olan tarihi eşyalara nasıl kıyarsınız?”diye haykırmamak için kendimi zor tuttum ve ruhsuz, soğuk bir resim galerisi hâline getirilmiş, tarihselliği tamamen silinmiş cansız bir hâldeki evden, titremeye başlayan bacaklarımı zorlayarak dışarı kaçtım.
Öyle zannediyorum ki, bu dekorasyon Kültür ve Turizm Bakanlığının hazırlamış olduğu proje çerçevesinde yapılmıştır. Masrafların sponsorluğunu yapan Bilgili Holding sahibi Sayın Serdar Bilgili ise sadece ona sunulan projeye desteğini esirgememiştir ve evin tarihi özelliğinden uzaklaşmış, bir resim galerisi düzeyine geleceğini kararlaştıran ekipte de değildir, diye düşünüyorum.
Sayın Bilgili’den özellikle ricam, Atatürk’ün kullandığı eşyaların tekrar yerine konulması şartı ile oluşturulacak yeni bir düzenlemeyi yine desteklemesi ve şimdiki hâlini ziyaret edenlerin duygu ve sözlerini değil, tarih kokacak bundan sonraki hâlini ziyaret edecek olanların temiz duygu ve düşüncelerini kazanmasını öneriyor ve gerçek bir içtenlikle de istirham ediyorum.
İnşallah da diyorum.