Cumhuriyet’in ilk yıllarında kurucu önder Atatürk, Türkiye’nin kendi kaynaklarıyla kalkınmasını sağlayarak bağımsız, güçlü bir devlet inşa etme amacındaydı. Bu kapsamda, madencilik gibi ekonomik kalkınmaya hizmet eden faaliyetleri teşvik etmenin yanı sıra, doğaya olan bağlılığını da göstermek için çevreye duyarlı projeler başlattı. Çok ve çeşitli alanlardaki bu projelerden biri olan Atatürk Orman Çiftliği, doğal kaynakların korunmasına yönelik dikkat çekici bir örnek teşkil ederken, aynı dönemde madencilik alanında yapılan yatırımlar ise ülkenin ekonomik bağımsızlığına katkı sağladı. Atatürk’ün bu iki girişimi, doğal kaynakların halkın yararına kullanılması, korunması ve geliştirilmesi yönündeki vizyonunu gösterir.
1925 yılında kurulan Atatürk Orman Çiftliği, Atatürk’ün doğaya duyduğu saygının ve çevreye duyarlı kalkınma anlayışının simgesi olarak kabul edilir. “Yeşil alanları korumak, geleceğe bir emanet bırakmak demektir” şiarına uygun olarak sınırlı olanaklarla oluşturulan Atatürk Orman Çiftliği, modern kalkınma ve doğa koruma adına büyük bir adımdır. Ankara’nın kıraç arazilerinde başlatılan bu proje, Türkiye’nin kendi doğal kaynaklarına ve yeşil alanlarına sahip çıkmasının önemini vurgular. Atatürk, kıt kaynaklarla başlatılan bu projenin sadece bir ağaçlandırma hareketi değil; aynı zamanda modern tarım ve yeşil alan bilincinin geliştirilmesi gerektiğini göstermek için oluşturulan bir örnek teşkil etmesini istemiştir.
Bu proje, Atatürk’ün yalnızca ekonomik kalkınmaya değil; aynı zamanda doğanın korunmasına da verdiği önemi gösterir. Atatürk Orman Çiftliği ile çevre koruma bilincinin yayılması ve tarım ile yeşil alanların ülke kalkınmasının bir parçası olarak kabul edilmesi sağlanmıştır. Bu girişim, doğayı kalkınma ile bütünleştirmenin ilk adımlarından biri olarak Cumhuriyet tarihinde yer alır. Aynı zamanda da, ekonomik bağımsızlığı sağlayacak bir Türkiye için yeraltı kaynaklarının değerlendirilmesini öncelikli bir hedef olarak belirlemişti. Bu bağlamda, madenlerin bulunması ve işletilmesi için önemli adımlar atıldı. 1935 yılında kurulan Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü (MTA), Türkiye’nin yeraltı zenginliklerini ortaya çıkarmak ve madencilik sektörünü güçlendirmek için yapılan en önemli kurumsal yatırımlardan biridir. Esasen, Demir Çelik, Kömür işletmeleri, Sümerbank, Etibank başta olmak üzere konuyla ilgili çok sayıdaki kurumun oluşturulması da bu adımı izlemiştir. Atatürk’ün, konuyla ilgili yaptığı konuşmalarda da vurguladığı gibi, madenlerin ülke ekonomisine kazandırılması, bağımsızlığın ekonomik temellerini güçlendirecek bir adımdı:
“Topraklarımızda gizli olan madenleri, milletimizin hizmetine sunmak, bağımsızlık yolunda attığımız en önemli adımlardan biridir.”
Bu sözler, Atatürk’ün madenlerin ülke ekonomisindeki önemini ve doğal kaynakların halkın yararına değerlendirilmesi gerektiğini ifade eder. Madencilik yatırımlarının teşvik edilmesi, yalnızca ekonomik kalkınmayı hedefleyen bir girişim değil; aynı zamanda ülkenin refahını arttıracak stratejik bir hamle olarak kabul edilmiştir. O’nun madenciliğe yönelik teşvik edici yaklaşımı, doğaya ve çevreye olan duyarlılığı ile dengelenmiştir. Atatürk Orman Çiftliği gibi projelerle yeşil alanların korunması sağlanırken, madencilik gibi ekonomik faaliyetlerle de kaynakların ülke refahına katkı yapacak şekilde kullanılması hedeflenmiştir. Bu denge, kalkınma ve doğa arasında kurmaya çalıştığı hassas bir ilişkiyi gösterir. O dönem için çevre bilincinin günümüz standartlarına ulaşmamış olması göz önüne alındığında, Atatürk’ün vizyonunun çevreye olan hassasiyetini yansıttığını görmek mümkündür.
Günümüz teknolojisi ve çevresel sürdürülebilirlik ilkeleri, Atatürk’ün kalkınma anlayışını doğaya daha uyumlu bir şekilde uygulamak için yeni fırsatlar sunmaktadır. Yapay zeka destekli analizler, madencilik alanında çevreye verilen zararı en aza indirebilirken, geri dönüştürülebilir malzemeler ve yenilenebilir enerji kaynakları kullanılarak doğal kaynakların korunması mümkün hale gelmektedir. Bu vizyon doğrultusunda, doğal kaynakları halkın refahı için koruyarak ve geliştirerek sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak, bugün de geçerliliğini koruyan bir mirastır.
Günümüzde ne yazık ki çevre, madencilik ve kalkınma konularında iktidar ve muhalefet arasında derin bir görüş ayrılığı bulunmakta; iktidar çevresel hassasiyetleri tatmin edici şekilde dikkate almadan kalkınmaya odaklanırken, muhalefet doğayı koruma adına farkında olmadan bazı kalkınma hamlelerine karşı çıkmaktadır. Atatürk’ün vizyonu; bu iki yaklaşımı birleştirerek, doğaya saygılı bir kalkınma modelinin temelini oluşturur. Doğayı koruma ve ekonomik büyümeyi birlikte düşünerek, her iki bakış açısını sentezleyen bir yol izlenmesi gerektiğini savunur.
Özetle Atatürk’ün kalkınma ve çevreye yönelik vizyonu, ülkenin doğal kaynaklarını halkın hizmetine sunarak ekonomik bağımsızlığı sağlamayı; aynı zamanda doğayı koruyarak gelecek nesillere miras bırakmayı hedefler. Dönemindeki muhtelif proje ve girişimler, doğa ile uyumlu bir kalkınmanın mümkün olduğunu ve doğanın korunarak kalkınmanın sürdürülebileceğini gösteren örneklerdir. Doğayı korumanın ve kaynakları etkin kullanmanın yalnızca bugünkü nesil için değil; gelecek nesiller için de önemli olduğunu ifade eder. Bu doğrultuda, doğaya saygı duyan bir kalkınma anlayışı, Atatürk’ün vizyonunu sürdürülebilir kalkınma ilkeleri ile yeniden yorumlamamıza olanak sağlar. O’nun mirası, doğayı koruyarak kalkınan bir ülke olma idealini sürdüren bir bakış açısını teşvik eder.
3 yorum
Sayın Prof. Dr. Ali Kahriman
Makalenizi okudum. Daha etraflıca okuyalım , öğrenelim,
bazı ideoloji sahipleri gibi, cahil kalmayalım istedim.
Okumalarımdan benim öğrendiklerim:
“Cumhuriyet’in ilanını takip eden yıllarda, madencilik
alanında Osmanlı Devleti döneminde en son yapılan
1906 tarihli maden nizamnamesinin hükümlerinden oluşan
bir düzen uygulanmıştır. Bu nizamnameye göre oluşturulan
düzen; madenleri ekonomide bir ticaret malı olarak değerlendirmiş,
sektörde yer alan kişilerin çıkarlarını korumuş, fakat toplumun yararını
gözetmemiştir.
Maden imtiyazlarının oldukça çok verilmesi, bu imtiyazların genellikle
yabancıların elinde bulunması ve zaman zaman bu kimseler arasındaki
menfaat çekişmelerinin olması yüzünden madenler spekülasyon vasıtası
olmaktan kurtulamamıştır .” (1)
Spekülasyona örnek olarak; Keçiborlu kükürt işletmesi imtiyazı verilebilir.
Keçiborlu kükürt işletmesinin imtiyazını alan kişi; kükürt
üretmek yerine, ecnebilerle anlaşarak komisyon almayı tercih etmiş.
Mehmet Ali Kağıtçı 2. olarak verdiğim atıfta 5. dakikadan itibaren komisyon
alıp maden çıkarmayı savsaklama işini teferruatlı bir şekilde anlatıyor. (2)
Mehmet Ali Kağıtçı 13. dakikadan itibaren Kağıt fabrikasının kurulmasının neden
istenmediğini anlatıyor. İthalattan alınan Gümrük Vergisinden mahrum kalınacağı
düşünülerek fabrika kurulmamış. Kağıdı ithal edenin ve dolayısı ile komisyon
alanın da; İsmet İnönü’nün Kardeşi Hasan Rıza Temelli olduğu iddia edildiği bir
bilgiye vakıfım.
Ancak bu bilginin kaynağını şimdilik sunamıyorum. Ama bulacağım.
Sırf bu yüzden Seka Kağıt fabrikasının temelinin atılması 6 sene geciktirildiği iddia
edilmektedir. Mehmet Ali Kağıtçı da Fabrikanın temelinin atılmasının 6 sene
geciktirildiğini mezkur konuşmada tatlı tatlı anlatmaktadır.
24. dakikadan itibaren de “arazi sahibi mebusların emri vakisini” günümüz Türkçesi ile
ifade etmek gerekirse arsa spekülasyonunu anlatıyor.
46. dakikadan itibaren de mebus ve “sofraya girebilecek kadar yakın ” ismi lazım
olmayan kişinin kağıt spekülasyonu yapma girişimini anlatıyor.
Mehmet Ali Kağıtçı’nın anlattıklarını dinleyince; komisyonculuğun;
——-“maden arama ve bulma”—— işinden daha cazip olduğu intibaına varılıyor.
Makaleye göre; 1923 yılından -1939 yılına kadar;
“26 Ağustos 1935 tarihinde Sümerbank ve İş Bankasının ortaklığı ile Keçiborlu
Kükürt İşletmesi işletmeye açılmıştır
1935 yılında Zonguldak’ta İş Bankası’nın iştirakiyle, Antrasit Fabrikası tesis edilmiştir .
1937 yılında Karabük’te, Karabük Demir Çelik Fabrikası’nın temeli atılmış, tesis
iki yıl içinde tamamlanarak 1939 da işletmeye açılmıştır. •
1937 yılında ilk defa demir madeni Divriği’de, MTA tarafından bulunmuş ve işletmeye
elverişli hali üzerine gerekli tesisler inşa edilmiştir. Ardından 1939 yılında, Divriği
Demir Madenleri İşletmesi kurularak işletme faaliyetlerine başlanmıştır. (1)
Yukarıda zikrettiğim madencilikle ilgili çalışmalar dışında; madencilik
adına yapılan uygulamalara ve iyi niyetli ifadelere makalede yer verilmiştir.
Okunup bilgi sahibi olunabilir.
Kömür çıkarma işinin insan haklarına ve çevreye ne kadar duyarlı olduğunu
ayrı bir makalede işleyeceğim.
Saygılarımla
Bülent Demirbek
1) https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/817575
2) https://www.youtube.com/watch?v=7HyEYmw1lPw
Sayın Prof. Dr. Ali Kahriman.
Gönderimi yayınladığınız için teşekkür ederim. Yalnız acele etmişim. Mehmet Ali Kağıtçı; videonun 48 . dakikasından itibaren altın ve petrol madenciliği konusunda gevşek davrandığımıza dair bilgiler de sunuyor.
———————“Bulunmuyor. buldurmuyorlar” diyor. ————–
Meraklısı keşfetmiştir de biz, meraklısının dikkatine bir kez daha sunalım.
Saygılarımla.
Bülent Demirbek
https://www.youtube.com/watch?v=7HyEYmw1lPw
Bülent bey Katkilarınız için teşekkürler. Cumhuriyet öncesi madencilik zaten nitelik ve nicelik yönünden kayda değer değildir. Bu yöndeki yazılarımda daha fazla ifrat ve tefrit kıskacındaki madencilik ve çevre konusuna siyeset üstü yaklaşım gösterilmesi gerektigini ilgililere duyurmak isiyorum. Bu kapsam da da bağımsızliğımızın ve kalkınmanın mimari büyük önderimizin vizyonunu paylaşmak istedim.