Son yıllarda ateizm, agnostisizm, deizm farklı tartışmaların odağında yer aldı. Bir kısım tartışmalar bilhassa muhafazakar çevrelerin gençlerinde “deizme yönelim” iddiasını dillendiriyorlardı. Bir başka iddia, dinlerin sorgulanmasına yönelik olarak ateizm, agnostisizm ve deizm üzerinde durmaktaydı. Bazı istatistikler ise dünyada ateizm oranlarının yükselişini ifade ediyorlardı.
“Ateistlere sordum; cevap alamadım” şeklinde ifadeler üzerinden sosyal medya konuşmaları yer almaktaydı. Hatta daha sonra “ateistler bunu da açıklasın” şeklinde ifadeler biraz muhabbetin konusu da olmuştur. Başlıkta geçen ifade ise bizim daha çok Müslümanlara yönelttiğimiz bir soruyu dile getirmektedir.
İslamcılar/Müslümanlar/muhafazakarlar bilhassa 1980’li yıllarda ülkenin sosyal, ekonomik, siyasal vb. gidişatına bakarak eleştirilerini ifade etmekte idiler. Söz gelimi; insan ilişkileri, üretim, eğitim, gündelik hayat bu bağlamda bir eleştirinin konusu olmaktaydı. Tüm bu alanlarda Müslümanlar/muhafazakarlar iddialı söylemlerle kendilerini göstermekte idiler.
Müslümanlık ya da islam açık ve örtük biçimde dünyaya ve insana dair bir iddiası olmak demektir. Adaletli, sömürüden uzak, üretken, emeğin karşılığının alındığı, ilişkilerinde ahlakiliği temin etmiş bir dünya tasavvuru ve pratiği geliştirmeyi hedefler. “Müslüman” olmak demek, bu iddiayı bünyesinde taşıyor olmak demektir.
Elbette farklı toplumsal tabakalar dikkate alındığında, toplumun münevverleri fikir ve düşünce bakımında öncülük yapacak; aynı zamanda bunların pratiklerini gösterme noktasında tutarlı olacaklardır. Bu şekilde bilgisi olmayan insanlardan beklenen ise yaptıkları işte ahlaki pratikleri geliştirmeleridir. Nitekim bugün “sade bir Müslümanlık” önerisinin öne çıkmasını bununla bağlantılı olarak algılamak gerekmektedir.
Rahmetli babamın ilkokul mezunu çalışan olarak hayatta öne çıkardığı iki değer bulunmaktaydı. Bunları dürüstlük ve vefa olarak kategorize etmek mümkündür. Elbette derin bilgileri yoktu. Sohbetlerinde örneğini Yunus Emre oluşturmaktaydı. O, “Yunus Emre’nin Taptuk Emre’nin dergahına 40 yıl eğri odun sokmadığını” anlatırdı. Mitik bir boyuta sahip bu anlatım babamın bütün hayatı ve ilişkilerinde belirleyici olmuştu.
Bugün gelinen noktada Müslüman toplumları ilişkide güvenirlik, öngörülebilirlik, bilimsel araştırma, iş ve gündelik hayat, emeğe saygı ve değer, vefa vb. değerler açısından değerlendirdiğimizde nasıl sonuçlar ortaya çıkacaktır? Ya da müslümanların değerler bağlamında kendileri ile algıları ne düzeyde seyretmektedir?
Hiç kuşkusuz İslam her bakımdan insanlık için önemli bir değeri ifade etmektedir. Tüm dünya ve insanlık için gerekli olanı barındırmaktadır. Hatta bugünün küresel postmodern dünyasında insanlığın yaşadığı ıstırabı halletme potansiyeline sahip yegane önerinin de İslam’da olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bu potansiyellerin gerçek haline dönüştürülemediği de bir gerçektir.
Elbette ütopik bir bakış açısına sahip değilim. Yani insanın olduğu yerde birçok sorunların olduğu gerçeğini kabul etme eğilimindeyim. Sorunlarını halletme cehdi bile çok önemlidir. Fakat bu arada müslümanların/muhafazakarların ütopyalarını kaybettiklerini düşünüyorum ve hatta bu ütopya kaybı daha da derinleşerek gerçeklikten kopuş noktasına bile gelmiş görünmektedir.
Şimdi bu yol ayrımında gelinen yer açısından Müslümanların ciddi bir sorgulama yapmaları elzem görünmektedir. Bu sorgulamayı erteledikleri sürece, yaşadıkları krizlerin daha da derinleşeceği ve bir distopyaya dönüşebileceği anlaşılmaktadır. İslam bu açıdan insanlık için bir iddianın doğru adresi olmalıdır. Müslümanların yap(a)madıkları şeyler için soruyu tekrar edelim:”Ateistler bunu da açıklasın mı?” Yoksa biz Müslümanlar bunu açıklayabilir miyiz?
1 yorum
Güzel bir yazı olmuş. Mustafa Tekin hocamın zihnine emeğine ve kalemine.sağlık.