Bir pazar sabahı… Haziranın on üçü, saat 07.00 ve ben televizyonun karşısındayım. Aslında ekranlardan uzak kalmayı başardığı her dakikayı kâr hanesine ekleyen insanlardanım. Hele futbola ilgim milli takım maçlarıyla sınırlı sayılır. Bugünlerde Avrupa Futbol Şampiyonası maçları oynanıyor biliyorsunuz. Ve bu sabah karşımdaki ekranda Danimarka ile Finlandiya maçı var. Aynı grupta bile değiliz. Üstelik maç dün oynanmış ve bitmiş. Ben tekrarını izliyorum anlayacağınız. Hal böyleyken neden heyecanlıyım?
Başka bir programım olduğu için bu maçı izlememiştim ama saat sekizden sonra bazı kanallarda geçen alt yazı dikkatimi çekmişti. Bir futbolcu rahatsızlandığı için maç ertelenmiş! Durum ciddi olmalı. Merak ediyor ve haberin ayrıntılarını öğreniyorum. Futbolla ilgilenenlerin bildiği gibi karşılaşmanın 43’üncü dakikasında Christian Eriksen bir anda yere yığılıyor. Olay yerine gelen sağlık ekibi kalbi duran oyuncuya ilk yardım uyguluyor. Doğru ve erken müdahalenin sonucunda sporseverlerin yüreğine su serpen haber geliyor.
Ve ben şimdi bu maçın tekrarını bambaşka bir ruh haliyle izliyorum. Mesela Eriksen, yarım saat sonra yaşayacağı maceranın farkında bile değil. Diğer futbolcular ve seyirciler de öyle… Eriksen dâhil tüm futbolcular hayatlarındaki en önemli şeylerden birisi olan kupa için koşturuyorlar. Yarım saat sonra aralarından birisinin kalbinin duracağı kimsenin aklına gelmiyor bile.
Maçlar bittiğinde takımlardan sadece birisi kupayı kaldırabilecek. Yani bu kupa hayattaki en önemli şeylerden biriyse görünen o ki, kupaya katılan diğer on dokuz ülke hayal kırıklığı yaşayacak. Peki, ya sonra? Yani kupayı kazanamayan ülkelerin sporcularını nasıl bir hayat bekliyor? Hayatlarındaki en önemli şeylerden birisini kaybetmenin neden olacağı hayal kırıklığı morallerini bozacaktır belli. Ya bu maçları tribünlerden izleyen binlerce insan, ekranlardan izleyen milyonlarcası?
Aslında Dünya Şampiyonluğu gibi o gizemli zirvelere ulaşmış pek çok sporcunun -madalyanın kazanıldığı dakikalarda yaşananları saymazsak- hayatının kalanını neşe içinde geçirmediğini biliyoruz. Aksine yaşadığı bunalım nedeniyle alkol ve uyuşturucu gibi kötü alışkanlıkların kucağına düşen pek çok efsane sporcu erken denecek yaşlarda aramızdan ayrıldı.
Şimdi, televizyonun karşısında oturmuş bir maçın tekrarını izlerken biraz sonra olacaklardan habersiz sporcuları tuhaf bir merakla takip ediyorum. Sonra gözlerimi kapatıp kendi hayatımı sorguluyorum. Hepimiz bir hedefin peşinde koşuyoruz. Ve hepimiz için aslında böyle bir son yarım saat var. Gel gör ki, o yarım saatlik zaman diliminin tarihini bilmediğimiz için sürekli bir uyku halindeyiz.
Hayatın en önemli gerçekleri buzlu su gibi yüzümüze çarptığında uyanıyor, kendimize geliyoruz. Hayatımızı işgal eden tartışmalar, çekişmeler, hırslar bir anda anlamını yitiriyor. Ama uzun sürmüyor bu uyanıklık hali. Sonra tekrar eski alışkanlıklarımızla sürüklenip gidiyoruz. Bu gün hayatımızın son günü olsa aslında hiçbir değer ifade etmediğini bildiğimiz şeylerin ardından koşturup duruyoruz.
Eriksen gibi biz de hayatımızın en büyük maceralarından birisini yaşadığımızda insanların sihirli dokunuşuyla hayata tekrar merhaba diyecek kadar şanslı olmayabiliriz. İşte o zaman hayatımızı sorgulamak için bir fırsatımız olmayacaktır. Ama şimdi, şu maçı tekrar izlerken bunu yapmak daha kolay görünüyor.
İşte maç izlerken hissettiğim bu yoğun duyguları yitirmek istemedim. Oysa unutkandır insanoğlu, hep unutur. Ben de televizyonun karşısından kalkıp bilgisayarın başına oturdum ve duygularımı yazmaya karar verdim. Hayatımın en önemli finalini her unuttuğumda aklıma getirmesi için okumak üzere bu satırları kaleme aldım.
Hayatın curcunasında savrulurken bu önemli gerçekleri tekrar unutacağımı adım gibi biliyorum. Daha önce olmuştu bu, yine olacak. Ama pek çok insanın adını telaffuz etmekten bile korktuğu o gizemli an gelmeden aklımızı başımıza toplamamız bilgece ve erdemli bir hayata yani hayattaki en önemli şeylere yöneltecektir bizi.
Ölümü hatırladığımızda yaşadığımızı da hatırlayacağız ve bunun bir sonu olduğunu da. İşte bunu tüm içtenliğimizle hissettiğimizde filozofların sorduğu soruları sormaya başlayacağız? Hayat nedir? Nereden geldik, nereye gidiyoruz? Hayatın anlamı nedir? İnsanın yaşama gayesi nedir? Bu soruları sormaya başladığımızda bilgelik kapısından içeri adımımızı attık demektir. Alacağımız yol ise kararlılığımıza bağlıdır. Hayatın anlamını keşfetmek için geç kalmamak dileklerimle…
5 yorum
Çok güzel ve çok doğru kaleminiz ve yüreğinize sağlık
Güzel bir hatırlatma, kalbine ve diline sağlık
Kalemimize sağlık. Son paragraf müthiş. Hayatın anlamını bilen insanlar olmamız dileğiyle.
Güzel yorumlarınız ve güzel dilekleriniz için teşekkürler.
Hayatta anı yaşamak, çevremizdeki insanlar, doğa ve diğer canlılar ile iyi geçinmek güzellikleri paylaşmak Oss Halil hocam. Saygılar emeğinize sağlık.