Eylül başında, İtalya’nın Milano kentinde, ESGO, Avrupa Jinekolojik Onkoloji Derneği kongresindeyiz.
Kongre girişinde, kongreye katılan delegeler, ülkelere göre alfabetik sırayla listelenmişler. Listemizin başında ay yıldızlı bayrağımızı görüyor ve gururlanıyoruz. Önünde fotoğraf çektiriyoruz. İtalya ve Almanya’dan sonra en çok temsil edilen ülkeyiz.
Kongreye katılanlar arasında, sabahtan akşama kadar neredeyse tüm toplantılarda bizler varız. Daima ön sıralarda yer tutuyoruz.
Poster deseniz, değişik eğitim kurumlarından gayet ciddi olarak hazırlanmış posterlerimiz var.
Kongre programını inceliyorum. Bizden ne oturum başkanı ne de konuşmacı olarak, maalesef kimseyi almamışlar. Kongrede ileri düzeyde, moleküler biyoloji, genetik ve diğer konularda en yeni bilgileri aktaranların yanında, tıp fakültesi öğrencilerine derslerde anlattığımız düzeyde basit ve yüzeysel konuşmalar bile var. Konuşmacının anlattığı konuda yayını bile yok, sadece literatürü derlemiş ve orada katılımcılarla paylaşıyor hepsi o kadar.
Birkaç oturumda konuşmacı olanlar, başka salonlarda da evet, yine aynı kişiler oturum başkanı olarak görev alıyorlar.
Koca bir ülkeyi, Avrupa’nın Almanya’dan sonra en kalabalık ülkesini, Türkiye’yi neredeyse yok saymışlar. Verdikleri istatistiklerin kiminde varız kiminde yokuz. Kimi haritasına almış kimi almamış. Acı ama, gerçek böyle. Ancak bizim hiç mi kabahatimiz yok, diye soracak olursanız, hemen birkaç cevabımı yazıvereyim.
1. Oturumlara katılımımız çok olsa da, konuşmacılara hiç soru soranımız, tartışmalara katılanımız, yorum yapanımız yok. ‘Ben Türkiye’den falanca, siz öyle diyorsunuz ama, bizim çalışmamızda biz şu şekilde bulduk, bu konudaki yayınımız şudur, posterimiz dışarıda’ diyenimiz yok.
2. Toplantı aralarında, Türk grubu olarak hemen biraraya geliyoruz. Tamamen, sadece kendi aramızda konuşuyoruz. Yabancılarla ilişki kuranımız, bilimsel tartışma ve bilgi alışverişinde bulunanımız yok denecek kadar az.
3. Yabancılarla önceden tanışmış olanlar, kongre nedeniyle ülkemize davet edilip gelenleri veya yurt dışında onların çalıştıkları kliniklerde araştırmacı, fellow, bursiyer olarak belli bir süre kalmış olanlarımız, eski arkadaşlarını, oradaki hocalarını bularak, selam verip konuşmaya çalıştıklarında, yabancılar birkaç cümleden sonra hemen başkalarıyla ilgileniyor ya da bir bahaneyle Türklerin yanından deyim yerindeyse sıvışıveriyorlar. Doğrusu yabancıların pek çoğunun burunları kaf dağında.
Doğrusu, burnu havada olan Avrupalı, bizi hâlâ Orta Doğulu ve gelişmemiş bir ülke, üçüncü dünya vatandaşı olarak görüyor, görmek istiyor, görmeye çalışıyor. İşte, bizim bunu kırmamız lazım. Hem de kafalarını yara yara, gözlerine soka soka.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde daimi üye olarak Çin’i, bir zamanlar Milliyetçi Çin. Taiwan adıyla küçücük Formoza adası temsil ediyordu. Sonradan ne oldu? Dünyanın, dörtte bir nüfusunun yaşadığı koskoca kıta Çin’ini dışlamak ne mümkün, Taiwan’ı attılar, yerine Çin’i koydular. Neyle oldu bu? Sadece kalabalık nüfusuyla değil, bilimsel, sosyal, askeri ve ekonomik güç sayesinde oldu.
Ülkemizin bilimsel, askeri ve ekonomik gücünü kim inkâr edebilir? Çoğulcu demokrasisiyle, sosyal, sanatsal ve ekonomik gücüyle, Türkiye, bilimsel platformlarda da hak ettiği yeri ve saygınlığı mutlaka almalıdır.
Bilimsel arenalarda, hak ettiğimiz yerleri almamız için, deneyimliden gencine, dernek vakıf yöneticilerine, koltuklarda oturanlara, oturmayanlara, doğrusu tüm bilim adamlarımıza büyük bir sorumluluk ve görev düşüyor. Haydi arkadaşlar, görev başına.