Türkiye’nin aydınları, Atatürk’ün ölümünden sonra geçen 67 yıldan günümüze kadar, halen muasır medeniyet seviyesinin üstüne mi çıkacak, altında mı kalacak ya da “0” seviyeyi mi yakalayacak karar vermiş değil. Kimi aydınlar muasır medeniyet seviyesinden söz ediyor, kimi aydınlar da -az sayıda- muasır medeniyet seviyesini aşmaktan söz ediyor. Konuşmalarda bu iki söylem tekrarlanıyor. Dil sürçmesi söz konusu olamaz.
Doğrusu ikinci söylemdir. Yani, “muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmak.” Şayet hedef seçilecekse, misyon üstlenilecekse, vizyon genişse doğrusu budur. “Muasır medeniyet seviyesini yakalamak” teslimiyetçi bir söylemdir. Toplumu teslim olmaya taşır. Daha açık bir sözle bağımlı bir toplumun şekillenmesini güdüler.
Atatürk bunu söylememiş olsa bile, doğru hedef “batı uygarlığının üzerine çıkmak” olmalıdır.
Olmalıdır da… Bunu gerçekleştirmenin yolu uygarlık felsefesinin temeli olan üç ilkenin kriterlerine uymaktır.
- Bilimde devrim
- Sanatta devrim
- Dinde devrim
Bu ilkelerin gerçekleşmesi için bilim felsefesinin “hareket ordusu” hazırlanmalı, sanat felsefesinin “hareket ordusu” hazırlanmalı, din felsefesinin “hareket ordusu” hazırlanmalıdır.
Mevcut üniversite anlayışıyla bilim adamları “bilim devrimi” yapamaz.
Mevcut sanat anlayışıyla sanat adamları “sanat devrimi” yapamaz.
Mevcut din anlayışıyla din adamları “din devrimi” yapamaz.
Bu tespit, mevcut din, sanat, bilim adamlarının bireysel kusurlarıyla ilişkili değildir.
Bu tespit, eğitim sistemimizin “düşünen insan yetiştirmeye uygun olmayan metodundan” kaynaklanmaktadır.
Eğitim sistemimize, aile yapısından anaokuluna, anaokulundan ilköğretim okuluna, ilköğretim okulundan liseye ve liseden üniversiteye olan tüm geçişleri, bilim felsefesi ikliminde, niteliksel geçişlerle bütünleştirerek, metodolojik olarak yerleştirmeliyiz.
Bu yapılanmada her şeyden önce yapılandırmayı yapacak ve yürütecek öncü kadronun “düşünce devrimi” geçirmiş olması kaçınılmazdır.
Düşünce devrimi geçirmek de bilim felsefesinden geçiyor.
İşte çağdaş uygarlık bu sürece girmektir.