Hekimlerin bütün direnmelerine ve muhalefetlerine rağmen Meclisten geçen tam gün yasası ile birlikte "Mesleki Sorumluluk Sigortası" zorunlu olacakmış. Avukatların ve sigortacıların gözü aydın. Doktorlar dışında her kesimin menfaatini düşünen "Bakanlığımız" bir "güzellik de" onlara yapmış, çok mu?
Daha önce bu köşede yazdım mı hatırlamıyorum, ama hep söylerim, modern ülkelerin gölge idarecileri hukukçular ve sigorta şirketleridir. Demokrasi, liberalizm vs. hepsi laf. Biz de bu modaya uyduk. Halkın elinde oyuncak haline getirilen doktorlar, bundan sonra avukatlar ve sigortacıların da şamar oğlanı.
Tıp etiği denilen disiplinin ana vatanı sayılan Amerika Birleşik Devletlerir ve İngiltere’de bu alanın "ilkleri" hukukçular, felsefeciler ve ilahiyatçılardır. Bunlar arasında hekime rastlamak neredeyse imkânsızdır. Birinciler normlar ve kuralların soğukluğundan, ikinciler aklın peşine düşüp kaybettiği yollarından, üçüncüler de skolastik söylemlerin cenderesinden kurtulamadığından, etik kurallar ve kavramlar ortaya koyarken insan gerçeğinden ve insan sıcaklığından uzak kurallar ve kavramlar üretmişlerdir. Bunlara onlarca örnek veren bir kitap yazmayı çok arzuladığımdan burada sadece "hasta hakları" kavramına değinmekle yetineceğim. Amacım hasta haklarını uzun uzun tartışmak değil, sadece arkasındaki düşünceyi ve bunun hastaya "kaybettirdiklerini" ortaya koymak.
Bu kavrama göre, hastanın belli "hakları" vardır ve bu ihlal edildiğinde hasta "hak arayışına" girer. Haklar listeler halinde yazılmıştır ve adeta bir mayın tarlası gibidir, birine basmasanız birine yakalanırsınız. Patlatılan her mayın avukatlar için ve sigorta şirketleri için birer kutlama şşeği gibidir. Bu yüzden İngiltere’de, bu işin "tadının kaçtığı" tartışılmaya başlayalı çok oldu. İngiltere’de hastalara ödenen tazminat miktarı sağlık bütçesine yaklaşınca halk da, parlamento da isyan etti. Tabii, hukuk büroları ve sigorta şirketleri bayram ediyor.
Bizde de böyle bir süreç başlayacak. Sorumluluğunu bilmeyen bir zümreye verilen haklar yetmiyormuş gibi, şimdi de hukuk bürolarının da teşviki ile hergün onlarca doktor dava edilecek. Nasılsa sigortası var. Mahkeme kapılarında sürünmesi, işinden gücünden olması, hayal kırıklığı yaşaması hiç önemli değil.
Siz hiç bir hakim, savcı, kaymakam veya valiyi karakolda ifade verirken veya mahkeme kapısında gördünüz mü? (Askerleri hiç söylemiyorum, zira o netameli bir konu.) Göremezsiniz, çünkü onlar kamu görevi yapıyor ve devleti temsil ediyor. Peki doktor ne görevi yapıyor ve kimi temsil ediyor? Suratına tokat, karnına tekme yiyen bir hukukçu veya mülkiyeli duydunuz mu? Ben duymadım, duymak da istemem. Peki benim meslektaşım neden günübirlik hakaret işitip, dayak yiyor? Neden tehdit altında çalışıyor? Bu tehditler yetmiyor gibi neden bir de Bakanlığı marifetiyle başının üzerine Demoklesin Kılıcı gibi "dava edilme" tehditi çıkartılıyor.? Bu yasa ile birlikte dava edilen doktor sayısı artacak. Muhtemelen birçok dava da beraat ile sonuçlanacak. Sonuçta taciz edilen doktor olacak ve bunun vebali bu yasayı çıkaranların boynunda kalacak. Gerçekten de tarih bu yasayı çıkaranları yazacak…
Ankara’da Cebeci’de oturuyordum. İyi bir lise eğitimi aldım, Ankara Tıp’ta 6 yıl fakülte okudum, beş yıl yurt dışında doktora yaptım. Yani pek çok uzman doktor gibi uzun bir eğitim sürecinden geçtim. Acaba diyorum, bizim eve daha yakın olan ve sınıf geçmesi çok daha kolay olan liseyi bitirip, Ankara Hukuk’a veya Siyasal’a mı gitseydim? Hem daha az yorulur, daha kısa sürede hayata atılır ve toplumda kimsenin yan bakamadığı bir meslek erbabı olurdum. Meslektaşlarıma soruyorum, sorun bizde mi, yoksa bizi düşünmeyen Bakanlığımızda ve 30 yıldır haklarımızı korumayan meslek örgütümüzde mi? Bence sorun bizde. Mesleki dayanışmayı unutup para kazanmayı düşünenlerimizde. Siyasete mesafeli duranlarımızda. Ve en çok da, 30 yıldır hekimler adına hiçbir kazanım elde edemeyen meslek örgütü yönetiminin değişmesi için kılını kıpırdatmayanlarımızda.