Demokrasilerin yürütme, yasama ve yargı olmak üç temel ayağı vardır. Bunların her biri birbirinden ne kadar bağımsız olursa demokrasi o kadar güçlüdür. Buna kuvvetler ayrılığı denir. Kuvvetler ayrılığının temel gerekçesi ve kaygısı tüm yetkilerin tekelde toplanmasını engellemektir.
Farklı görüşleri temsil eden siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyaset, siyasi partiler vasıtası ile yapılır. Siyasetin doğasında kazanmak vardır. Bunun için propaganda yapılır, propaganda için kullanılan argümanlar karşı tarafın zaaflarını, kendi tarafının meziyetlerini abartmak üzerine kuruludur. İktidara giden yolda her türlü araç kullanılır. Makyavelizm denilen bu kuralı her siyasi parti istisnasız uygular. Siyasetçi sahip olduğu her şeyi istismar eder; milli değerleri, dini değerleri, Abdülhamit, Atatürk vb tarihi şahsiyetleri…
İktidar elde edildikten sonra orada kalmak için aynı yaklaşım devam eder. Bunun için bürokrasi baştan aşağı değiştirilir, yasalar değiştirilir ve hatta anayasa değiştirilir. Yürütme erki tepeden tırnağa tüm bürokrasiyi ve ülkeyi kuşatır. Eski ve yeni bürokratlar siyasete ayak uydurur. Hatta onlar kraldan fazla kralcı olabilirler. Siyasetin içinde rakip olanları aşağılama, küçük düşürme, gerekirse yargılama, tutuklama, hapse atma vardır.
İktidar yeterince güçlü ise yasama da iktidara tabi olur. Bir demokratik hukuk devletinin olmazsa olmazı olan yargı da iktidara uyum sağlayabilir. Neticede atama ve tayin kurumu ile yönetilen yargı sistemi ister istemez iktidara tabi olacaktır.
Yukarıda anlatmaya çalıştığım şu ki, siyasetin ve uzantılarının birçok uygulamasında adil olmayan, vicdanları yaralayan, kısacası ahlaki olmayan birçok olaya ve olguya şahit olabiliriz, siyasette ahlakilik aramak boşunadır.
İktidar bir iddia ile gelir. Hemen her siyaset adalet, demokrasi, insan hakları gibi kavramlara atıf yaparak ve bu konularda geniş vaatlerde bulunarak iktidara yürür. Bu vaatleri unutturmamak muhalefetin görevi gibi görülür, ancak muhalefetin her konuya olumsuz tarafından bakmak gibi bir görevi ve yaklaşımı olduğundan söylemlerinde dikkate değer bir etki ortaya çıkmaz.
İktidara yürüyen hareketlerin liderleri, A takımı, militanları, taraftarları, destekçileri, sempatizanları vardır. Bunların içinden yöneticilerini, bürokratlarını seçer. Yandaşlarını iş ve aş sahibi yapar. İktidara yürüyen hareketlerin aynı zamanda bazı iddiaları, bu iddiaları olgunlaştıran entelektüelleri, bu entelektüellerin yarattığı moral değerleri vardır.
İktidarlar iktidara yürürken verdikleri sözleri unutabilirler. Yandaşlarını korumak adına usulleri ve yasaları zorlayabilirler. Kendilerinden olmayanları ötekileştirebilirler. İktidarın sür gitmesi için demokratik kuralların dışına çıkma eğiliminde olabilirler. Başında da söylediğim gibi bu siyasetin ve siyaset yapmanın doğasında var olan bir durumdur. Siyasi yelpazenin hemen her kesimi bu zaafları birer meziyet gibi kendilerinde taşırlar. Cumhuriyet tarihinde bu durumu tek parti, vesayet rejimi ve çoğunluk iktidarı dönemlerinde yaşayarak gördük.
Doğal bir gidişat olarak gördüğüm bu sürecin içinde akil, sağlam, sağduyulu ve sakin kalması gereken bir kesim vardır. Bir iktidar, iktidar öncesi söylemlerinden ve demokrasi, insan hakları, adalet, liyakat esaslı yönetimden uzaklaştığında, uyarı görevi o kesimin aydınlarının ve entelektüellerinindir. Adaletsiz yönetimin sorumlusu bu aydınlar ve entellektüeller olacaktır. Onlar yaptıklarından ve yapamadıklarından değil, sustukları için sorumlu olacaklardır. Ahlaki davranışı aydınlardan ve entelektüellerden bekleriz. Onların suskunluğu toplumu bitirir.
(24 Haziran 2018 tarihli Denizli Gazetesi köşe yazım)