Türk Dil Kurumu (TDK) sözlüklerinde “aymazlık” sözcüğü için “gaflet” ya da “olup bitenlerin farkına varamama” karşılıkları verilmektedir. Türkiye’nin içinde bulunduğu aymazlığı açıklamak üzere ben de, ayrıntısını daha sonra vereceğim bir yüksek okul binasının hikâyesini anlatacağım. Bu yüksek okul binasının yapımı için 1960 yılında 28 milyon lira yardım yapmayı kararlaştıran Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin Ankara’daki eğitim müşavirleri, yeni kurulan o okulun, kendileri açısından arzu edilmeyen yönde fakat Türkiye açısından çok iyi gelişmeler kaydetmesi üzerine, Türkiye’ye muhtıra gibi bir yazı ile yardımı keseceklerini bildirirler. Bunun üzerine devrin Milli Eğitim Bakanı merhum Mehmet Hilmi İncesulu (20 Kasım 1961-26 Haziran 1962) “Ben bağımsız bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin bir bakanıyım. Görevlerimin ne olduğu, neyi yapmam gerektiği hakkında başkalarından emir alacak değilim. Bu memleket bir okul binası yapmaktan aciz değildir. Biz İstiklal Savaşı’ndan çıktıktan sonra bile neler yaptırdık. Bunu da yaptırırız. Amerikalılar yardımlarını kessin.” diye tüm devlet görevlilerine örnek olacak şekilde, gelen yazıya bir cevap verir ve yardım da bu kararlı tutum nedeniyle kesilmez. Kesilmez ama oyun orada bitmez, olmadık entrikalarla bu kurum önce yozlaştırılır ve sonra da kapatılır. İşte Türkiye’nin aymazlığı da burada başlar.
Nedir bu kurum ya da yüksek okul? Daha önce Medimagazin’de de (12.02.2007 sayı:316) “Üç gözlem üç gurur” başlığı altında yazdığım üçüncü gözlemim ve gururum olan yüksek öğretmen okullarıdır. Aradan iki yıla yakın bir süre geçtikten sonra yine 24 Ocak 2009 günü, artık okulları kapanmış olan Yüksek Öğretmen Okulu Mezunları (Ankara, İstanbul ve İzmir) Dernek Başkanı sayın Dr. Hasan Şahin’in büyük gayretleri ile bir yemekte buluşma imkânı buldular. 13 Temmuz 1959 tarihli (Cilt 22, Sayı 1065, Sayfa 87) MEB Tebliğler Dergisi’nde yayınlanan kararla açılan ve 19 yıl 15 gün sonra (18 Temmuz 1978) kapanan yüksek öğretmen okullarından toplam 6177 kişi mezun olmuş, bunlardan 600’ün üzerindeki yüksek öğretmenli akademisyen olmuş (hemen hepsi profesör) ve hemen tüm mesleklerde (öğretmen, akademisyen, mühendis, eczacı, tıp doktoru, diş hekimi, yazar, sanatçı vb.) çok başarılı performans sergilemişlerdir. Hele bunlar içerisinde iki kurum var ki, kurucuları yüksek öğretmenli olan ve eğitim, bilim, çevre ve sağlığa çok özel önem veren, dünyaya açılmış övünç kaynaklarımızdır. Bunlardan biri Arıkanlı Holding (Kurucusu bir yüksek öğretmenli olan İbrahim Arıkan) ve diğeri de Opet Petrolcülük A. Ş. (iki kurucusundan biri olan yüksek öğretmenli Nurten Öztürk). Bu insanların üstün başarı grafiklerini ve çevrelerine ve ülkelerine yaptıkları olağanüstü yardımları gördükten sonra, her insanın gurur duyacağını sanıyorum.
Sayın Prof. Dr. İsa Eşme’nin (Yüksek Öğretmen Okulları, Bilgi Başarı Yayınevi, İstanbul, 2001) yazılarından edindiğim verilere göre aralarından 1 başbakan, 4 bakan, 40 kadar parlamenter, 4 rektör, 45 kadar dekan, sanatçı, iş adamı vs. çıkaran bu kurum neden kapatılmıştır? Eski bir söz vardır, “Maksat bir amma rivayet muhtelif”. Amaç bir olduğu için kapatma gerekçeleri istediğiniz kadar çoğaltılabilir. Bana göre bunlar şu birkaç cümlede özetlenebilir: Birincisi dış güçlerin Türkiye’nin “muasır medeniyet” üzerine çıkmasını önleme girişimleridir. Soğuk savaş döneminde kutup ülkelerinin her ikisinin de elinin bu kurum içerisinde olduğunu ve ekonomik yönden sıkıntılı olan bu çalışkan beyinleri sağ-sol diye parçalara ayırarak kirli emellerine alet ettikleri artık bilinen bir gerçektir. Bunun en önemli kanıtı merhum İncesulu’nun cevabi yazısında belirgin olarak görülmektedir. Acı olan, yüksek öğretmen okulu mezunları arasında az da olsa hala fosilleşmiş sağ-sol saplantısı içerisinde olanların olmasıdır.
İkincisi ise kaynak sorunudur. Seçim kriterleri ve seçilen öğrenci sayısı sistemi kilitlemiştir. Üçüncüsü de ülkenin o dönemdeki kaos ortamıdır. Hemen her kurum az ya da çok 1980 öncesinde yaralar almıştır.
Yapılması gereken, sistemin aksayan yönlerini ıslah ederek bu önemli “beyin gücü” kaynağını kurutmamaktı. Bana göre, her kuruma yaygınlaştırılması gereken bu modelden korkulmuş ve en radikal çözüm olarak kapatılma yolu seçilmiş, fakat o tarihten itibaren de ülkenin “öğretici” yetiştiren bir kurumu hemen hemen kalmamıştır. Kurucularını rahmet ve saygı ile andığım (Tevfik İleri, Osman Faruk Verimer, Cahit Okurer, Nuri Kodamanoğlu ve diğerleri) yüksek öğretmen okulları modelinin, yeni bilgi çağında da bazı modifikasyonlarla çok rahatlıkla kullanılabileceğini söylemekle yetineceğim.
Yeni bir konuda buluşuncaya kadar esen kalın, sağlıklı kalın.