Suriye’de Esad rejimi resmen düştü. Bu değişime akli selim sahibi herkes sevindi. Ancak değişimin devrim olarak nitelendirilebilmesi alternatif yeni bir sistemin tesis edilmesine bağlıdır. Siyasi aktörlerin değişmesiyle sınırlı bir dönüşüm devrim olarak nitelendirilemez.
Öte yandan devrimin bizatihi önemi yoktur. Değişmenin yegâne yolu da değildir. Devrim topluma barış, adalet, refah ve özgürlük getirecekse değerlidir. Bolşevik devrimi 50 milyona yakın insanın canını aldı. Bütün ülkeyi politbüronun gardiyanlığında bir hapishaneye dönüştürdü.
Fundamentalist marxistler devrimi tarihsel ilerlemenin zorunlu bir sonucu olarak görürler. Devrim yapamayan toplumları tarih dışı ilan ederler. Evrimsel gelişimini henüz tamamlayamamış olmakla suçlarlar. Ayrıca devrim kendilerinin öngördüğü sırada ve türde gerçekleşmelidir! Başka türlü değişimler devrim değil, bir geriye gidiştir! Pozitivistlerin devrim anlayışları da marxistlerden çok farklı değildir. Neticede materyalizmle pozitivizm kardeş ideolojilerdir. Pozitivistlere göre laik ve pozitivist doğrultuda gerçekleşmeyen değişimler ilerleme sayılamaz. Öte yandan pozitivizmin liberallerizmle harmanlandığı Batı’da laikliğin yanında demokrasi ve hukuk devleti de savunulmaktadır. Laiklik demokrasi ve hukuk devleti için gerekli görüldüğünden önemlidir. Batı dışı toplumların mukallit aydınları ise bu değerler setinden demokrasi ve hukuk devletinin üstünü, laiklik ve ladiniliğin ise altını çizmişlerdir. Laikliği ontolojik bir konu ve inanç haline getirmişlerdir. Üstünü çizdikleri demokrasi ve hukuk devletinin yerine ise Doğu’nun ataerkilliği ile patrimonyaliğini ikame etmişlerdir.
Şerif Mardin’e göre Osmanlı’nın siyasi yapısı ve siyasal kültürü Cumhuriyet’e aynen intikal etmiştir. Yani Cumhuriyet bir siyasal sistem değişikliğini simgelemez. Binaenaleyh cumhuriyet bir devrim olarak nitelendirilemez. Sadece aktörler ile kostümler değişmiştir. Sultanın yerine millet değil tek parti elitleri oturmuş, padişah fermanının yerini ise hukuk değil tek parti hükümetinin tasarrufları almıştır. Şu kadar ki cumhuriyeti siyasal alanda değil, ama kültürel alanda bir devrim olarak değerlendirmek gerekir. Şöyle ki Osmanlı’da halk devlet işlerine karıştırılmaz, ama devlet de halkın kültürel hayatına karışmazdı. Cumhuriyetin iktidar elitleri ise Osmanlı gibi halkı yönetimden uzak tutmuş, ama Osmanlı’dan farklı olarak halkın kültürel hayatı ile yaşam biçimine müdahil olmuştur. Halkı laikleştirmek devletin temel politikası haline getirilmiştir. Laikliğin ideoloji olduğu noktada devletin laikliği de ortadan kalkmıştır. Hülasa Cumhuriyetin iktidar elitlerinin kültür devrimi yaptığında şüphe yoktur. Ancak siyasal devrim 1950’de demokrasiye geçişle gerçekleşmiştir. O da cumhuriyetin iktidar elitlerinin veya halkın eliyle değil, ABD’nin zoruyla olmuştur.
Cumhuriyetin organik aydınları Doğu’nun despotluğu ile Batı’nın ladiniliğini bir araya getirerek zehirli bir karışım yaratmışlardır. Laik olması şartıyla otokratizmden, hukuksuzluktan, darbelerden ve başbakanın asılmasından rahatsız olmamışlardır. Hatta savunmuşlardır. Laik aydınlar başıboş köpeklere gösterdikleri merhameti Esad’ın hapishanelerinde işkence gören insanlardan esirgemektedirler. Kendi halkına işkence eden, onlardan beş yüz bin kişiyi katleden Beşar Esat’a sırf laik olduğu için sempati duymaktadırlar. Sempatiyi var eden şey ise benzerliktir.
Suriye Baas rejiminin temelinde bütün Arapların siyasal kültürünü oluşturan kabile asabiyeciliği vardır. Asabiye mentalitesinde bütün etnik ve dini kabileler en büyük kabilenin baskınlığında bir araya gelirler. Ali Mezghani bunu “tamamlanmamış devlet” olarak nitelendirir. Baskın kabile iktidar nimetlerini kendi kabilesine paylaştırır. Diğer kabileler ise baskın kabileye biat etmek şartıyla özerk davranmaya hak kazanır. Ortak düşman dışında hiçbir şey onları bir araya getiremez. Birbirleriyle sürekli didişme içerisindedirler. Ümmet veya millet gibi üst kimlik yoktur. Her kabile baskın olmak veya kendi paralel devletini kurmak için fırsat kollar. Suriye Baas rejiminin diğer Arap yönetimlerinden farkı baskın kabilenin asabiye mentalitesine aykırı bir şekilde zayıf ve küçük bir azınlığa dayanmasıdır. Suriye’nin azınlık asabiyesi kolonyal Batılılar tarafından iktidar yapılmıştır. Azınlık oldukları için kendilerini tehdit altında hissetmişlerdir. Onun için otoriterizme sıkı sıkıya sarılmışlardır. Çünkü hukuk devletine geçmek imtiyazları için, demokrasiyi benimsemek ise iktidarları için tehlikedir. Hukuksuzluk ve otokratizm toplumuna yabancılaşmış bütün azınlık iktidarlarının ortak karakteridir. Öte yandan Baas rejimi Suriye’ye mahsus değildir. Libya’da, Mısır’da, Irakta da uygulanmıştır. Ama bunların hiçbiri kendi toplumunun geneline yönelik Esad hanedanlığı kadar zulm yapmamıştır. Çünkü onlar Suriye iktidar elitleri gibi zayıf bir azınlık kabileye dayanmamaktadır. Bu Baas rejimlerinden bazılarının gerçekleştirdiği demokratik açılımı Esad hanedanlığı gerçekleştirememiştir. Çünkü demokrasiye geçmek Baas azınlığının sonu demektir.
1950’ye kadar devam eden Türkiye’nin rejimi de bir açıdan Suriye Baas rejimine benzemektedir. Meşrutiyet tecrübesi üzerine kurulan Milli Mücadele Meclisi son derece demokratik bir meclisti. Milli Mücadeleyi bu meclis örgütlemiş, mücadelenin komutanlarını bu meclis meşrulaştırmıştır. Ama milli mücadele kazanılır kazanılmaz demokratik meclis lağvedilmiş, yerine anti demokratik bir meclis oluşturulmuştur. Meclis meclis olmaktan çıkıp tek parti haline getirilmiştir. Kuvvetler birliği kabul edilmiş, demokrasi yasaklanmış, istisnai mahkemelerle farklı sesler susturulmuştur. Kısaca otokratik bir rejim tesis edilmiştir. Halkı laikleştirme politikası ise tek parti rejimini geniş halk kitleleriyle karşı karşıya getirmiştir. Yani tek parti rejimi Suriye Baas rejimi gibi -laik- bir azınlığa yaslanmak zorunda kalmıştır. Suriye Baas rejimi gibi halkından gelecek potansiyel tehditlere hassas olmuştur. Korku ve kaygı ise rejimi ceberrutluğa itmiştir. Kısaca Esad Baas rejiminden pek farkı kalmamıştır. Şu kadar ki; Osmanlı geçmişinden dolayı Türkiye’de halkta ve yönetici elitlerde kabileler üstü devlet algısı vardı. Yaygın halk kitleleri tek partinin ceberrutluğuna rağmen devletinden vazgeçmemiş, devleti karşısına almamış ve laik azınlığın zulmüne isyanla karşılık vermemiştir. Siyasal elitler ise ülkeyi Esad rejiminden farklı olarak Ruslara teslim etmemiştir. ABD nin zoruyla da olsa demokrasiyi kabul etmişlerdir. Gerçi iktidarlarını kaybetmeyi içlerine pek sindikleri söylenemez. Nitekim jandarma eşliğinde açık oy gizli tasnif hüllesiyle bir beş yıl daha iktidarı ellerinde tutmuşlardır. 1950 sonrasında kaybettikleri siyasal iktidarı kadrolaştıkları yargı ve güvenlik bürokrasisi üzerinden engellemişlerdir. Darbeyi periyoda bağlamışlardır. Hatta darbeyle devirdikleri hükümetin başbakanını idam ettirmişlerdir. Ama süreç ilerledikçe halka karşı bu hüllelerin etkisi kaybolmuştur. Önce sivil bürokrasi, sonra güvenlik, daha sonra yargı ve Cumhurbaşkanlığı gibi kritik kurumlar üzerindeki bürokratik iktidarın etkisi kaybolmuştur. Halk tedrici bir şekilde, devrime gerek kalmaksızın iktidarı eline geçirmiştir. Türkiye’deki laisist Baasi azınlığın sandıktan, demokrasiden, halktan, halkın temsilcilerinden hazzetmemeleri, hatta nefret etmeleri betimlenen mazileriyle ilgilidir. Aynı sebeple Suriye Baas rejimine ve rejimin dayandığı azınlığa sempati beslemektedirler. Bu sempatinin etkisiyle ülkeden kaçan zalim Esad’ın arkasından ağıtlar yakmaktadırlar.
1 yorum
Sayın Prof. Dr. İshak Torun
Bir sosyolog olarak can alıcı ve can acıtıcı tespitlerde bulunmuşsunuz. Elinize, kaleminize, yüreğinize sağlık.
” Batı dışı toplumların mukallit aydınları ise bu değerler setinden demokrasi ve hukuk devletinin üstünü, laiklik ve ladiniliğin ise altını çizmişlerdir. Laikliği ontolojik bir konu ve inanç haline getirmişlerdir. Üstünü çizdikleri demokrasi ve hukuk devletinin yerine ise Doğu’nun ataerkilliği ile —p a t r i m o n y a l— liğini ikame etmişlerdir. ” tespitinde bulunmuşsunuz.
“Patrimonyalizm; tüm gücün doğrudan yöneticiden geldiği bir yönetim biçimidir. Kamusal
ve özel alan arasında ayrım yoktur. Bu rejimler otokrat ve oligarşiktir.
Toplumdaki sınıfları yönetimden dışlar. Devlet hükümdarın kendisiyle özdeş hale gelmiştir. Lider genellikle mutlak kişisel güce sahiptir.” Wikipedi’den alıntı.
Bu tarife sadece Esad uymuyordu galiba. Bu Tarife uyanları bir yerden hatırlıyorum. Ama nereden? Şimdi çıkaramadım.
Ah! Esad’ım. Badem gözlü Esad’ım. Ah!