Sevgili Babacığım seni sonsuzluğa uğurlayalı otuz altı yıl olmuş dün gibi. Oysa ben seni kaybettiğim yaşa geldim neredeyse. Torunların 3-5 yaşlarında idi o zaman. Şimdi çoğu otuzu geçti, kimisi dede bile oldu. Çoğu evlendi çoluğa çocuğa karıştı, iş güç, ev bark sahibi oldu. Kayıplarımızda oldu bu arada. Ekrem abim, Raziye ablam, Songül ablam, kardeşim Bilgi ve torunun Kutlay’ı uğurladık senin yanına. Amcaları, dayıları, teyzeleri saymıyorum bile. Anlayacağın o büyük Atilla ailesi kayıplarımızla oldukça küçüldü. Annem de senden on iki yıl sonra geldi yanına. Şimdi hem öksüz hem yetimim anlayacağın. Sizlerin anıları yaşıyor belleklerimizde. Bizlere en büyük miras olarak doğruluğu, dürüstlüğü ve erdemli yaşamı bıraktın. Hatırlar mısın bilmem? Bizler küçüktük, ben dün gibi hatırlıyorum Kadir dedemle birlikte, onun at arabası ile bizi Sarıkamış’ın sarıçamlarına götürmüştünüz piknik yapmak ve dönüşte, kozalak ve çalı çırpı toplamak için. Piknikte ne mi yemiştik? Un helvası, peynir, lavaş ekmek ve çay eşliğinde yiyip içtiklerimiz, en leziz mangaldan daha lezzetli idiler. Dönüşte kozalak çalı çırpı topladık, küçük kardeşim ve komşumuzun kızı çalı çırpıyı minder yaparak, arabanın üstüne oturdular bizler arabanın yanında yürüyorduk. Sen dedemin yanında oturmuştun. Yol kenarında dedem yonca gördü ve atlara yedirmek için toplamak istedi, birkaç dal toplamıştı ki sen onu engellemeye çalıştın, “ Kadir dayı bu yonca tarlası sahipli, koparma ne olur, başkasına ait olan şey haram olur ve iyi gelmez” diyerek dedemi durdurdun ancak o bir miktar koparıp atların yem torbasına atmış ve atlar yemeğe başlamıştı bile. Daha fazla yonca koparmayı bırakan dedem tekrar arabaya binip sürmeye başladı. Birkaç metre gitmemiştik ki birden arabanın tekerleği büyükçe bir taşa çarpıp dengesini kaybetti ve ters yüz olan araba, küçük kardeşim ve komşunun küçük kızının üzerine devrildi. Bir anda ne olduğuna şaşırarak panik yaşadık. Sen ve dedem arabayı doğrulttunuz ve biz büyük çocuklar hemen hızla kozalak ve çalı çırpıyı sizlerle birlikte çocukların üzerinden temizledik. Çok şükür yaşadıkları büyük korku dışında hiçbir şey olmamıştı çocuklara. Sen hemen oracıkta hatırladığım ilk hayat dersini bize verdin. “Çocuklar bakın bize ait olmayan bir şeyi aldığımız için bu kaza başımıza geldi. Sakın bir daha başkasına ait olan bir şeyi, bir çöp bile olsa sahibinden habersiz almayın” diyerek. Aradan geçen onca zamana rağmen ben ne o kazayı, ne de senin söylediklerini hiç unutmadım, bilerek ve isteyerek başkasına ait hiçbir şeyi sahibinden habersiz almadım. Kuşkusuz senin bizlere gösterdiğin bu erdemler bununla sınırlı değildi. Sen iki anneden ve iki babadan olan on bir çocuğun bir arada kavgasız gürültüsüz nasıl yaşayacağını bizlere herhangi bir şey söylemeden sadece yaşam tarzınla hiç birimizi diğerinden ayırmadan gösterdin. Dahası tüm sülaleyi de bir arada tutan sendin. Sülalenin ortaokul ve lise çağına gelmiş tüm çocukları Sarıkamış’ta bizim evimizde kalarak eğitimlerini tamamladılar. Kardeşlerinin hepsinin elinden tuttun, ev sahibi, iş sahibi olmalarına yardımcı oldun. İki evlilik yapmış olmandan dolayı biz annemle Sarıkamış’ta, ilk eşin, benim çok sevdiğim büyükannem, çocukların bazıları ile köyde oturuyorlardı. Köyde bir de dükkanımız vardı şimdiki marketlere benzer, gaz yağı, ispirto, kumaş, lastik ayakkabı, lastik çizme, mest, her türlü yiyecek içeceğin satıldığı. Sen hem dükkanı işletir hem de tüccarlık yapardın, Sarıkamış’ta. Arada bir İstanbul’a gidip mal getirirdin. Bir seferinde Çekoslovakya yapımı porselen yemek tabakları getirmiştin, senden sonra da çok uzun süre kullandık. Anlayacağın koşturup dururdun tüm sülaleyi ve aileni geçindirmek için. Çok ta yakışıklıydın laf aramızda. Uzun boylu, geniş omuzlu, hafif kırlaşmış bıyık ve saçlarınla. Hiç kilolu görmedim seni. Gençliğinde sigara ve rakı içsen de ben hiç hatırlamıyorum kullandığını. Bırakmıştın uzun süre önce. Beş vakit namaz kıldığını ve üç ayları tuttuğunu hatırlıyorum. Ben ilkokul son sınıf ya da ortaokula başladığımda, Sarıkamış’ta da bir dükkan açmıştın. Biz üç kız sırayla büyüdükçe dükkanda sana yardım ederdik. Balık ve pastırmayı çok severdin, annem senin aksine hiç sevmez ve eve sokmak istemezdi. Çıldır gölünden balık kamyonlarla gelip satılırdı. Sen birkaç kilo alır eve getirirdin, annem kırklarcasına onları eve sokmadan bahçede temizler yıkar ve pişirirdi, bazen de süzülmeleri için dışarıda bıraktığında kediler kendilerine ziyafet çeker ve oda balık pişirmekten kurtulurdu. Ben pastırmayı pek sevmezdim, kardeşim Bilgi çok severdi. Dükkanımızda küçük bir gaz ocağı vardı sen ya önün üstünde ya da arka caddedeki Yeşilyurt Lokantasında yumurtalı pastırma pişirip dükkan da bizlerle birlikte yerdin. Ben lisede iken Hacca gitmiş ve ticareti bırakmıştın, abilerim dükkanları çalıştırıyordu ancak işler istediğin gibi gitmiyordu, sonra istemesen de tekrar işe başlamıştın. Herhalde bu kadar çok kendinden vermen ve yorucu hayatın, henüz 67 yaşında iken seni aramızdan aldı. Anne, babasını kaybedince herkes çok üzülür kuşkusuz. Ama ben seni kaybedince içim boşaldı, sırtım dayanaktan yoksun kamburlaştı, kalbimde herkes baba deyince hissettiğim derin bir sızı kaldı.
Bu yıl babalar gününde seni her zamankinden çok özler oldum nedense. Akrabam ve arkadaşım olan tüm babaları arayıp günlerini kutladım ama hiçbiri hüznümü özlemi mi azaltmadı. Dolu dolu “ babam, babacığım” demek istedim sana.
Sevgili babacığım sen sonsuzluğa gittikten sonra dünyada ve ülkemizde çok şey değişti, anlattığımda inanamayacağın. Neler mi oldu? Televizyonlar renklendi, ev telefonları kalktı, çocuklar dahil herkesin cebinde bir telefon. İnternet diye bir teknoloji harikası var ki nerede olursan ol dünyada ne var ne yok bilmek istediğin her şey bir tıkla ayağına geliyor. Oturduğun yerden dünyanın öbür ucundaki bir toplantıyı izleyebiliyorsun. Alışveriş için çarşıya gitmek gerekmiyor, sipariş veriyorsun ayağına getiriyorlar. Akıllı evler var bir de, sen evde yokken bir kumanda ile çamaşırın bulaşığın yıkanıp evin ısıtılabiliyor. Hırsız girerse alarm çalıyor, polisin haberi olup hırsızı yakalayabiliyor. Hırsız demişken senin hırsızın “Veyis” aklıma geldi. Köydeki evimizin ön tarafında senin odan, dükkana bitişikti. Sonbaharda hasat kalktıktan sonra sen dükkanı malla doldururdun hasattan cebi dolan köylü alışveriş yapsın diye. İşte Veyis dükkanın dolu olduğu bu zamanlarda gece senin dükkanı soyar hepimizi büyük bir üzüntüye sokardı. Çeşitli önlemler almıştın kendince soyguna karşı. Mesela pencerelerde kepenkler vardı, dıştan demir kancayla sabitlenen, dükkanın senin odana bitişik olan duvarın, tavana yakın kısmına, bir çocuğun sığacağı büyüklükte bir pencere ve dükkan kapısının arkasına demirden kocaman bir kanca yaptırmıştın. Sen gece on, on bir gibi dükkanı kapattıktan sonra biz çocuklardan biri o küçük pencereden dükkana girip kapı arkasındaki kancayı takardık. Ancak bu önlemlerin hiçbiri Veyis’e kar etmiyor, o ne yapıp edip mutlaka dükkana girip yükte hafif pahada ağır ne varsa çalıyor, ne hikmetse adı sanı bilinen bu adam bir türlü yakalanamıyordu. Ancak senin dürüstlüğünün ödülü olacak ki kısa süre sonra sen tekrar eskisinden daha çok malla dükkanı doldurabiliyordun.
Sevgili babacığım bu babalar gününde sana “babam, babacığım” diyemesem de, elini öpemesem de, hediye alamasam da bu mektupla gönlünü almak istedim. Sahi ne çok hoşuna giderdi hediye almak. Çok küçük bir şey alsam da sen onu hemen kullanmaya başlar gururla herkese gösterirdin kızım almış diye. Tıbbiyeden mezun olup ilk maaşımı aldığımda sana bir robdöşambr almıştım, evde olduğun zamanlarda hep giyip nadiren sırtından çıkardığın. Küçük şeylerle mutlu olurdun, çok ahbabın vardı hayatı paylaştığın, herkesle iletişim kurardın. Ben evlendikten bir yıl sonra Eskişehir’deki evimize gelmiştin. Geldiğinin ertesi günü çarşıya çıkmış bir sürü tanıdık gördüğünü anlatmıştın. Bir de üzerinde “ Bismillah” yazan bir duvar panosunu bize hediye olarak almıştın. Aradan kırk yıl geçti o pano benim oturma odamda hala asılıdır ve her bakışta seni hatırlatır bana. Eskişehir’de geçen iki yıllık serüvenden sonra Ankara’ya taşındık hala buradayız. Bu arada iki ev değiştirdik üçüncü evimiz oldukça geniş, rahat ve huzur verici. Orta büyüklükte bir bahçesi var. Çok isterdim senin görebilmeni. Her üç evimiz de mahalle camisine çok yakın, 2-3 dakikalık yürüme mesafesinde, görsen mutlu olacağın ve eminim, beş vakit namazını orada kılacağın bir cami.
Sevgili babacığım şimdilik aklıma gelenler bunlar. Kuşkusuz yazmak istediklerim çok ancak kelimeler yetersiz sana olan özlemimi anlatmak için. Hasretle, sevgi ve saygıyla ellerinden öperim.
Kızın Ülkü