Geçtiğimiz günlerde Samsun’da düzenlenen ‘Bağımlılıkla Mücadele Kamu Politikaları Sempozyumu’na katıldım. Bağımlılık, medya ve iletişim konusunda bir konuşma yaptım. Bu vesileyle edindiğim izlenimleri bu yazıda sizlerle paylaşmak istedim.
Malum, önümüzdeki sayılı gün içinde ülkemizin kaderini belki de etkileyebilecek önemli bir seçim süreci var. Ülkenin en önemli problemleri, bunlara ilişkin çözüm önerileri ve daha güzel bir gelecek için liderlerin vaatlerini her gün ekranlardan dinliyoruz. Böyle bir ortamda pek de bağımlılıktan, uyuşturucudan, tütün konusundan söz eden birilerinin olmaması ya da gür bir sesle bu konuda bir şeyler duyamamış olmak dikkatimi çekiyor.
Diğer yandan ise Samsun Valiliğinin bu konuyla mücadeleye verdiği önem takdire şayan nitelikte diyebilirim. Aynı şekilde Samsun Büyükşehir Belediye Başkanlığının ve Ondokuz Mayıs Üniversitesi Rektörlüğünün de konuya gönülden katkı verdiğini ve ciddiyetle önemsediğini görüyorum. Ayrıca kurucu müdürlüğünü kardeşim, Dr. Öğretim Üyesi Figen Çavuşoğlu’nun yaptığı Bağımlılıkla Mücadele Uygulama ve Araştırma Merkezinin çalışmalarını ve tüm bu iş birliğini ayakta alkışlamak istiyorum. Diğer illerimize örnek olması gerektiğini düşünüyorum.
27-28 NİSAN 2023
İki gün süren toplantılarda diyebilirim ki bütün yönleriyle bağımlılık, özelinde ise uyuşturucu ve tütünle mücadele konularının konuşulmayan neredeyse tek bir yönü bile kalmadı. A’dan Z’ye söylenmesi gereken ne varsa söylendi. Aslında konuşulanların neredeyse tamamı, literatürde de var olan ya da bu konuda çalışmalarda bulunanlar açısından bilinen şeylerdi belki ama hepsinin bir arada özet bir şekilde ifade edilmesi önemliydi. Farkındalık kazandırma ve bilgilendirme açısından da toplantının katılımcılar açısından verimli geçtiğini söyleyebilirim. Dolu dolu bir program oldu. Umarım dinleyiciler de en az bizler kadar katıldıklarına memnun olmuşlardır.
Öte yandan bağımlılık konusunda uzun süredir ülke çapında ulusal eylem planı çerçevesinde pek çok önemli faaliyetin yürütüldüğünü söyleyebiliriz. Yapılmak istenen ya da yarım kalan daha pek çok şeyin var olduğunu da biliyoruz, duyuyoruz. Yapılması gerekenlere bakınca, onların neler olduğunu da hep birlikte görüyoruz.
Toplantının en başında konuşan Prof. Dr. Tayfun Uzbay hocamız da zaten ‘Hazdan Bağımlılığa’ başlıklı konuşmasında, her şeyi çok güzel bir şekilde özetledi. Ne dedi Tayfun Hoca? En önemli ne söyledi? Bence, bağımlı olma riskini artıran etkenlere ilişkin yaptığı vurgu oldukça dikkat çekiciydi.
12 ayrı riskten söz etti Tayfun Hocamız. Bunlardan yalnızca 2 tanesi (genetik yatkınlık ve dürtüsellik) diğerlerinden farklıydı; diğer 10 unsur ise içinde yaşanan ortama, psikolojik ve toplumsal ihtiyaçlara, eksiklere ve dolayısıyla bir şeyler yapılabilecek noktalara dikkat çekiyordu.
Mesela “analitik düşünceye dayalı akılcı eğitimden yoksunluk; bilim, etik ve hukuk zeminden yoksun bir toplum yaşantısı; sevgi eksikliği, sevgiyi tanımama ve yaşamama; spor, sanat, yararlı hobiler ve sosyal faaliyetlerin özendirilmemesi ve/veya kısıtlanması; gelecek endişesi; aile, okul ve sosyal çevrenin aşırı baskıcı tutumu nedeniyle kendini ifade etmede güçlük yaşama; zamanını üretkenlikten uzak bar, kumar ve kahvehane gibi yerlerde geçirme; kendisi ve yaşadığı sosyal çevre ile sağlıklı bir iletişim kuramama; bağımlılık konusunda bilimsel ve gerçekçi eğitim eksikliği”…
En başta da gençlik ve özellikle ergenlik dönemi “riskin en yüksek olduğu döneme işaret ediyor” diyordu Tayfun Hoca. Yani bağımlılıkla mücadelede özellikle eğilmemiz gereken kesime işaret ediyordu…
Bir başka tehdidi, tüketime yönelik pazarlama olarak tanımladı hocamız. Bu konuda, Tim Wu’nun ‘Dikkat Tacirleri’ kitabından özellikle söz etti. Gençlerin nasıl tüketim bağımlısı haline getirildiğini anlattı. Gözden kaçan, önemli bir noktaydı…
İLETİŞİM VE MEDYA BOYUTU
Tayfun Hoca’nın konuşmasından medya da nasibini aldı. Örneklerle medyadaki yanlışlar üzerinde durdu. Ancak bu konu benim sunumumun temel temasıydı. Ben de konuşmama, Eskişehir’den gelen bir akademisyen olarak Nasrettin Hoca fıkrası ile başladım.
Nasrettin Hoca bir akşam üstü evinin önünde elinde bir lamba aranıp duruyormuş. Komşular ne aradığını sormuşlar. “Anahtarımı kaybettim, onu arıyorum” demiş. “Peki, biz de yardım edelim, hep beraber arayalım” demişler. Ancak aramışlar aramışlar, bulamışlar. İçlerinden biri sonra Hoca’ya sormuş. “Hocam tam olarak nerede kaybetmiş olabilirsiniz?” Hoca demiş ki, “Valla sanırım ahırın orda kaybettim”. Bunun üzerine şaşırarak sormuşlar, “Peki Hocam, biz niye burada arıyoruz, orada arasak ya?”. Hoca cevap vermiş, “Ee, burası daha aydınlık, onun için burada arıyorum.”
Uzun uzun konuşmamda ne anlattığımı yazmayacağım. Özetle ifade edeyim; her yerde vurguluyorum:
- İlkokulda yazıları yazmayı, sayıları saymayı öğrendik ama iletişim kurmayı bize öğreten oldu mu? Annemizle, babamızla, öğretmenimizle, arkadaşlarımızla nasıl iletişim kuracağımız konusunda herhangi bir eğitim aldık mı? Yoksa zaten hepimizin iletişimi bir şekilde bildiğimiz mi varsayıldı? Nasıl olsa konuşuyorduk, nasıl olsa bir şekilde derdimizi anlatabiliyorduk, öyle değil mi? Peki, son üç gün içinde herhangi bir nedenle herhangi bir iletişim kazası yaşamayan biri var mı aramızda? İletişimde trafik kazası geçirmeyen var mı yakın zamanda? Demem o ki, iletişim becerileri eğitimini ilköğretimden başlayarak zorunlu olarak müfredatımıza eklemeliyiz. Kendimizi tanıma, başkalarını anlama, kendimizi ifade etme, başkalarıyla iletişim kurma, iletişim engelleri, iletişim kazaları, duygularımız, ihtiyaçlarımız, isteklerimiz, değerlerimiz, sınırlarımız, sorumluluklarımız ve daha pek çok konuda çocuklarımızı eğitmeliyiz. Nasıl okumayı yazmayı, sayıları saymayı öğreniyorsak; sağlıklı iletişim kurmayı da öğrenmemiz gerekiyor.
- Medya ve sağlık okuryazarlığı eğitimini zorunlu hale getirmeliyiz. Şu anda yalnızca seçmeli ders olarak medya okuryazarlığı dersi veriliyor ama artık literatürde “medya ve sağlık okuryazarlığı”nın birlikte verilmesi gerektiğine ilişkin görüşler öne çıkıyor. Bu konuda danışmanlığımda Nur Demir Alada tarafından yazılan doktora tezi, uyuşturucu bağımlılarının iletişim ve medya etkinliklerini, medya ve sağlık okuryazarlığı düzeylerini çarpıcı biçimde ortaya koyuyor.
- Bağımlılıkla mücadele konusunu eğitim programlarımıza almamız gerekiyor. Bağımlılığın ne olduğu, bize ne yaptığı, nasıl mücadele edeceğimizi bilmemiz; bence en az diğer derslerimiz kadar, müfredata eklenmesi gereken bir konu niteliği taşıyor.
BARDAĞIN DOLU VE BOŞ TARAFI
Bugüne dek bağımlılıkla mücadele konusunda neler yapıldığını burada anlatmaya kalksam herhalde binlerce sayfa yetmezdi. Zaten iki günlük toplantıda da anlata anlata bitmedi diyebilirim. Ancak bir de bardağın boş ya da endişelendiren tarafı var. Toplantıda dile getirildiği kadarıyla; tütünle mücadele konusundaki gevşeme, uyuşturucu bağımlılığında rakamlara pek de yansımayan artış, dikkatlerden kaçan teknoloji ve tüketim bağımlılıkları ve diğer bağımlılık türleri önemli endişeler…
Aslında ne yapılması gerektiği, nasıl yapılması gerektiği konuları da biliniyor. Örneğin Sağlık Bakanlığının öncülüğünde hazırlanmış pek çok çalışma, eser ve faaliyet var. Yeşilay yıllardır bu konuda en dikkati çeken, dünyaya örnek olan sivil toplum örgütümüz. Keza bu konuda çalışan akademisyenlerimizin birikimleri ve yürüttükleri çalışmalar da bir hayli fazla. Emniyet ve Jandarma teşkilatlarımızın çalışmaları her zaman için takdire şayan. Yenilikçi çalışmaları ve gelinen son noktayı da Prof. Dr. Kültegin Ögel’den dinledik. Yurt dışındaki örnek çalışmaları ayrı bir oturumda değerli akademisyen hocalarımızdan öğrendik. Dünya Sağlık Örgütünün ve diğer belli başlı kurumların faaliyetlerini, Türkiye’de yürütülen çalışmaları ayrıntılarıyla işittik.
Demem o ki, iki günlük toplantıda söylenmedik bir şey aslında kalmadı. Ve belki şunu da anladık ki, bugüne kadar söylenmiş olanlar dışında, unutulanlar ya da görülmeyenler dışında, söylenmesi gereken yeni bir şey, pek de yok.
Bağımlılıkla mücadele ne yazık ki iki ileri, bir geri adımla ilerleyen bir konu niteliğinde. Ara ara gündeme geliyor ama sonra unutuluyor. Yapılan çalışmaların etkisi ya da geri dönüşü de pek göze görünmüyor, tatmin duygusu uyandırmıyor. Kalıcı bir mücadele motivasyonu sağlamıyor.
Örneğin kendi alanımdan ifade edeyim; toplantıda da vurguladım. Bağımlılıkla Mücadele Stratejik İletişim Belgesi uyuşturucu, tütün ve teknoloji bağımlılığı karşısında neler yapılması gerektiğini en temel şekilde anlatıyor. Medya kılavuzu, medyada hangi kelimelerin, cümlelerin kurulması gerektiğine kadar tarif ediyor. Nelerden sakınılması gerektiğini madde madde anlatıyor. Ayrıca bu alanda değerli akademisyenler tarafından yazılmış pek çok eser var. Onlarda da iletişim ve medya boyutlarından söz ediliyor. Eleştiriler dile getiriliyor. Nelere dikkat edilmesi gerektiği vurgulanıyor.
Peki ya sonuç?
MEDYA VE İLETİŞİM
Sonuç olarak medya çalışanlarına, medya yöneticilerine, iletişim fakültesi öğrencilerine bağımlılık, tütün, uyuşturucu ve teknoloji bağımlılığı konularında ciddi manada bir eğitim verilmesi gerekiyor.
Aslında toplantıda sunmak üzere medyanın dikkat etmesi gereken noktalara ve haber örneklerine ilişkin epey bir slayt hazırlamıştım. Ancak Nasrettin Hoca fıkrasını anlattıktan bir süre sonra salona sordum: “Aramızda medya mensupları var mı? İletişim fakültesi hocaları var mı? Öğrencileri var mı?”
Yalnızca iki arkadaşımızı gördüm.
Başka da kimse olmadığını görünce, “anahtarı yanlış yerde aratmamak için” konuyu toparladım.
Demem o ki, bu konu önemli arkadaşlar.
Şimdi bağımlılık konusunda oldukça basit birkaç soru sorsak, eminim pek çoğumuz bu soruların yanıtlarını yanlış bildiğimizi ve önyargılarımızı çok net göreceğiz. Bu konudaki bilgi açımızın ne kadar fazla olduğunu fark edeceğiz. Bizim de aslında yapabileceğimiz bazı şeyler olduğunu fark edeceğiz. Sorumluluğumuz olduğunu anlayacağız. Bu sorumluluğu kabul etmediğimizde ödediğimiz ve ödeyeceğimiz bedelin ne olduğunu belki de daha iyi kavrayabileceğiz.
Yoksa, anahtarı kaybettiğimiz yerde değil de sokak lambasının aydınlattığı kolay yerde aramaya devam edeceğiz.
Ne dersiniz?
TEŞEKKÜRLER
Bu vesileyle, tekrar, başta Samsun Valiliğine olmak üzere organizasyonda emeği geçen herkese, özel olarak Ondokuz Mayıs Üniversitesi Rektörlüğüne, tüm konuşmacı ve konuklara bu konuya gösterdikleri önem için teşekkür etmek istiyorum. Daha mutlu yarınlar hepimizin emeğiyle var olacak.