Yazının başlığı Bilim ve Teknik-Aralık 2010 sayısında Dr. Özlem İkinci’nin yazısının başlığıdır. Bağışıklık sisteminin kendine yabancı olanı tanıma ve onu yok etmek üzere harekete geçme özelliği yanında, kendi vücut hücrelerini ya da dokularını “yabancı” olarak algılaması ve onu yok etmeye çalışması sonucu ortaya çıkan otoimmün hastalıkları tartışan yazı gerçekten bağışıklık sistemimizin “Dost mu, düşman mı?” sorusunu çok güzel özetliyor.
Otoimmün hastalıklar vücudumuzun hemen hemen her bölgesini etkileyebilmekte ve bu etkileri genel olarak enflamatuvar yanıt olarak karşımıza çıkmaktadır. Enflamasyon ise “ısı artışı, kızarıklık, şişlik, ağrı ve fonksiyon kaybı” ile karakterize edilmektedir. Bağışıklık sistemi düzgün çalıştığı sürece sorun olmamasına karşılık, bir hata sonucu ortaya çıkan otoimmün hastalıklar “organa özgü” ve “organa özgü olmayan” olmak üzere iki tipte görülmektedir. Organa özgü otoimmün hastalıklarda bağışıklık sistemi, bir hücreyi, bir dokuyu veya bir organı hedef alarak hasara neden olmaktadır. Myasthenia gravis, Tip 1 diyabet, Hashimoto hastalığı, otoimmün hepatit, vitiligo, Adisson hastalığı gibi hastalıklar bu grupta yer almaktadır. Organa özgü olmayan otoimmün hastalıklar da ise bağışıklık sistemi ayırım göstermeksizin vücudun birkaç organına birden hasar verebilmektedir, bu gruba örnek olarak Rheumatoid artrit, Sistemik lupus eritematozus, Sjögren sendromu gibi hastalıklar sayılabilir. Günümüzde çok sayıda otoimmün hastalığın tanımlanmış olmasına karşılık hastalığın başlangıcında belirti göstermemesi hastalığın teşhisini zorlaştırmaktadır. Otoimmün hastalıkların teşhisinde en önemli faktör “otoantikorlar” olarak adlandırılan “vücudun kendi hücrelerine karşı gelişen antikorlar”dır. Bununla birlikte otoimmün hastalıkların ortaya çıkmasında “genetik, çevresel ve hormonal faktörler”in birlikte rol oynadığı bugün kabul edilmektedir.
Aynı yazıda Doç. Dr. İhsan Gürsel’in değindiği gibi immünoloji ve moleküler biyoloji alanındaki çalışmalar DNA’nın bağışıklık sistemi üzerine olan etkilerini ortaya çıkarmaktadır. Bakteri DNA’sında memeli DNA’sına oranla çok yüksek oranda bulunan “CpG (sitozin-fosfat-guanozin) motifleri” bağışıklık sistemi tarafından “tehlike sinyali” olarak algılanmakta ve bağışıklık sistemini uyarmaktadır. Memeli bağışıklık sistemi üzerinde CpG motiflerini tanımakla görevli algacın (Toll-benzeri reseptör 9-TLR9) da bulunmasıyla, bu ajanların tedavi amaçlı uygulamaları yaygınlık kazanmıştır. Sadece kısa sarmallı bir DNA parçası olarak hazırlanan ve hayvanlara enjekte edilebilen bu bağışıklık sistemi baskılayacı ajan, diğer kimyasal kökenli baskılayıcı ilaçlardan çok farklı bir şekilde bağışıklık sistemi hücrelerini baskılaması ve herhangi bir yan etki oluşturmaması nedeniyle sağlık alanında kullanılabilirlik yönüyle önemli bir fark yaratmaktadır. Dr. Gürsel ve arkadaşları, otoimmün bir hastalık olan üveit üzerine yaptıkları çalışmada baskılayıcı DNA’nın tavşan ve fare gözünde çeşitli proenflamatuvar sitokin ve kemokinlerin salınımını azalttığını göstermişlerdir. Aynı grup Ailesel Akdeniz Ateşi [Familial Mediterranean Fever (FMF)] hastalarında yaptıkları çalışmada ise periferik kan mononükleer hücrelerin sağlıklı gönüllülerle karşılaştırıldığında daha yüksek oranda proenflamatuvar sitokin salgıladıklarını ve bazı algaçları daha yüksek oranda eksprese ettiklerini saptamışlardır. Dr. Gürsel ve arkadaşları, hayvan deneyleri üzerinde elde ettikleri başarılı sonuçlarını “Mammalian telomeric DNA suppresses endotoxin-induced uveitis” başlıklı makalede (J Biol Chem. 2010 Sep 10; 285 (37): 28806-11) yayımlamışlardır. İnsan klinik çalışmalarını takiben otoimmün hastalıklarda uygulanabilecek olan DNA kökenli biyolojik ilaçların bilinen hiçbir yan etkisininin olmaması dikkat çekicidir. Bu konudaki çalışmalar otoimmün hastalıkların genetik mekanizmalarının anlaşılmasına ışık tutacak ve yeni teşhis ve tedavilerin gelişmesini sağlıyacaktır.
Dr. İkinci ve Dr. Gürsel’in yazılarından alıntılarla sizinle paylaşmak istediğim yazının tamamını Bilim ve Teknik Dergisi Aralık-2010 sayısında bulabilirsiniz. Güzel derleme ve başarılı sonuçları için kendilerini tebrik ediyor, 2011 yılının hepimiz için sağlık, mutluluk ve sevgi dolu bir yıl olmasını diliyorum.