“Çocukken bana ‘Sadece katırlar ve yol tabelaları fikrini değiştirmez.’ derlerdi.” Bernard Baruch
Gizlilik anlamına da gelen ‘mahremiyet’ sağlık hizmetlerinde ve tıp uygulamasında çok özel bir kavram olarak karşımıza çıkar. Sağlık çalışanları, ‘müşterilerinin’ (bu kelime burada “üzerinde icra-i sanat yapıp karşılığında ücret alınan kişi” anlamında kullanılıyor) ‘mahremlerine’ en fazla muttali olan bir meslek grubunu oluşturmakta. Aslında hemen her hasta-sağlık çalışanı karşılaşması, hastanın hekim, hemşire veya sağlık teknisyenine-laboratuvar, radyoloji, vs.-normalde başkalarına mahrem olan bir vücut bölgesini veya mahrem bir bilgisini ‘açması’ seansıdır. Mahremiyetin algılanma biçimi, kişinin bireysel veya toplumun genel ‘mahremiyet’ anlayışına göre değişmekle birlikte, herhangi bir uzuv -el, ayak, kol, bacak- ile, cinsel organ arasında değişiklik gösterebilir.
Burada, “kişinin bireysel veya toplumun genel ‘mahremiyet’ anlayışı” kısmını açmak isterim. Bir kimse için -kadın veya erkek- dizinin altı veya dirseğinin yukarısı yabancı birisi için ‘mahrem’ yani ‘gizli’ iken, bir diğeri için -kadın veya erkek- göbeği veya sırtı, baldırı veya göğsü ‘mahrem olmayan’ yani ‘aleni/açık’ olabilir. Veya, bir toplumda erkeklerin veya kadınların hemcinsleri yanında tamamen soyunmaları ‘mahremiyet’ sınırları içine girmezken, bir başka toplumda bu ayıp/yanlış/gayri tabii karşılanabilir. Bir defasında Tayvan’da katıldığım bir toplantıda organizasyondaki bir aksaklıktan dolayı bir geceliğine odamı yaklaşık 8 yıldır tanıdığım Avrupalı bir arkadaşımla paylaşmam gerekti (arkadaşımın erkek olduğunu söylememe gerek yok herhalde). Arkadaşım, eğer benim için mahsuru yoksa yatmadan önce duş almak istediğini söyledi. Bence mahsuru olmadığını söyleyince arkadaşım banyoya girmek için üzerindekileri çıkartmaya başladı. Ancak ‘çıkartma’ işlemi kendisi anasından doğduğu günkü haline gelene kadar devam etmez mi! Şaşırdım tabii. Meğer onlarda hemcinsler arasında bedensel mahremiyet olmazmış. Sabah ilk işim tek kişilik bir oda talep etmek oldu. Demem o ki; hastalarınız arasında ‘mahremiyet’ sınırı konusunda sizden farklı düşünen olursa, onlara katılmasanız da onların sınırlarına saygılı olun.
Bugün ‘mahremiyet’i mevzu etmemin nedeni bu konuda sağlık çalışanlarında görülen sınır tanımaz duyarsızlık. Her şeyden önce belirtmek gerekir ki ‘mahremiyete saygı’ temel hasta haklarından birisidir. 01.08.1998 tarih ve 23420 sayılı “Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 21. maddesi der ki (vurgulamalar bana ait);
“Hastanın, mahremiyetine saygı gösterilmesi esastır. Hasta mahremiyetinin korunmasını açıkça talep de edebilir. Her türlü tıbbî müdahale, hastanın mahremiyetine saygı gösterilmek suretiyle icra edilir. Mahremiyete saygı gösterilmesi ve bunu istemek hakkı;
a) Hastanın, sağlık durumu ile ilgili tıbbî değerlendirmelerin gizlilik içerisinde yürütülmesini,
b) Muayenenin, teşhisin, tedavinin ve hasta ile doğrudan teması gerektiren diğer işlemlerin makul bir gizlilik ortamında gerçekleştirilmesini,
c) Tıbben sakınca olmayan hallerde yanında bir yakınının bulunmasına izin verilmesini,
d) Tedavisi ile doğrudan ilgili olmayan kimselerin, tıbbî müdahale sırasında bulunmamasını,
e) Hastalığın mahiyeti gerektirmedikçe hastanın şahsî ve ailevî hayatına müdahale edilmemesini,
f) Sağlık harcamalarının kaynağının gizli tutulmasını, kapsar.
Ölüm olayı, mahremiyetin bozulması hakkını vermez. Eğitim verilen sağlık kurum ve kuruluşlarında, hastanın tedavisi ile doğrudan ilgili olmayanların tıbbî müdahale sırasında bulunması gerekli ise; önceden veya tedavi sırasında bunun için hastanın ayrıca rızası alınır.”
Genellikle tıp etiği derslerinde ve tartışmalarında sağlıkla ilgili yasa ve yönetmelikleri en son söylemeye çalışırım. Çünkü onlarda nasıl davranmak ‘zorunda’ olduğumuz bulunmaktadır. Yani herkesin uymak ‘zorunda’ olduğu, uymazsa cezai müeyyideyle karşılaşacağı kurallardır. Ben daha çok muhataplarıma -öğrenciler veya meslektaşlar- doğru davranış biçimlerinin ne olduğunu anlatıp, uymaması durumunda bir yaptırıma uğramayacağı, uyarsa da ‘erdemli insan’ olarak anılmaktan başka bir ödüle sahip olmayacağını anlatmayı tercih ederim. Ama burada yasa ve yönetmelikten başladım, çünkü lafı uzatıp uzun tartışmalar yapmayı düşünmüyorum. Sadece, günümüz sağlık kurumlarında sıkça rastlanan iki tabloyu ortaya koyup, “Siz hasta olsaydınız bu durumlarda ne hissederdiniz?” diye sormakla yetineceğim.
“Radyoloji polikliniği: Ellili yaşlarındaki adam karısının yanında çekim odasına girer. Kadınlı erkekli 3-4 hasta çekim için sırasını beklemektedir. Teknisyen hastalara hazırlanmasını söylerken bir yandan da adamı dışarı çıkması konusunda uyarır. Karısının akciğer filmi çekileceğini ve bunun için onun atletine kadar üstündeki bütün elbiseleri çıkartması gerektiğini bilen ve de ortamda kimi beyaz önlüklü kimi mavi formalı kadın-erkek pek çok ‘sözüm ona’ hastane personeli olduğunu gören adam karısının yanında durmak istediğini çekimser bir ifadeyle radyoloji teknisyenine bildirir. Ama, bu tip durumlar konusunda tecrübeli personel, adamı biraz da azarlayarak kapının dışına çıkarıp kapıyı üstüne kilitler. Adam biraz onuru kırılmış, biraz incinmiş, biraz da öfkelenmiş şekilde karısının dışarı çıkmasını beklemek üzere bankın birine çöker. Birazdan karısı başörtüsü ve pardösüsünü düzeltmeye çalışarak kapıda görünür. Onun da yüzünde utanma, çaresizlik ve üzüntü hakimdir.”
“Adam hasta koğuşunda ameliyathaneye çağrılacağı saati bekler. Odaya giren hemşirenin, adamın eline tutuşturduğu ‘yeşil’i kastederek “Amca üzerinde hiçbir şey kalmayacak şekilde soyun ve bunu giyinip yanıma gel. Hemen!” demesiyle dışarı çıkması bir olur. Adam biraz şaşkın, biraz çaresiz diğer yataklarda yatan hastalara bakakalır. Doğrusu odada soyunabileceği bir bölüm de yoktur. Çaresiz bir şekilde açık veya aşikar kendisine dönen bakışlar altında soyunmaya başlar. Çünkü eğer gecikirse hekim veya hemşire olmasa bile hastabakıcının mutlaka kendisini azarlayacağını düşünmektedir. Çok utanmaktadır, çünkü hayatında pek nadir olarak bir başkasının yanında üzerini çıkartmıştır. Bu ‘yeşil’ denilen şeyin de ne önü, ne arkası bellidir. Odadaki ‘tecrübeli’ hastaların da yönlendirmesiyle ‘yeşil’i üstüne giyer. Ama ‘yeşil’ yıkanmaktan öylesine eskimiştir ki üzerindeki delik ve yırtıklardan dolayı adam ne tarafını kapatacağını şaşırır. Adam hemşirenin yanına gider. Hemşire adamın koltuğunun altına dosyası ve filmlerini verdikten sonra hastabakıcıyı takip etmesini söyler. Hastabakıcı “amca asansör bozuk, merdivenlerden çıkacağız” der. Adam hastane koridor ve merdivenlerinde, onlarca kişinin önünden, dizine kadar bile gelmeyen delik ve yırtık ‘yeşil’ ile yürür, ilk defa hastalığına ve hastaneye ‘düşmesine’ isyan ederek…”
Benzer örnekleri çoğaltmak mümkün. Her gün hastane koğuş, koridor ve odalarında, acil servislerde ve yoğun bakımlarda binlerce benzer tablo yaşanmakta. Her gün binlerce hasta kendisine ve bedenine bir et parçası gibi davranılmasının utancını ve öfkesini yaşamakta. Sağlık çalışanları kendilerini cinsel algılamalardan arınmış, utanma duygusundan muaf ve cinsel kimliklerinden bağımsız kabul edilmesi gerektiğini düşünebilir. Ama bu kabul, her zaman ve herkes için geçerli değildir. Sağlık çalışanları ‘erdemli bireyler’ olmak adına olmasa bile, ‘yasalara saygılı vatandaşlar’ olmak adına hasta mahremiyetine azami hassasiyet göstermeli. Unutulmamalı bugünlerin yarınları da vardır. Bugün olayların öznesi olabiliriz, ama yarın nesnesi olmayacağımızı kimse garanti edemez.