Demokratik sistemin ilkeleri bireylere, cemaatlere ve kurumlara göre ayarlanmaz. Tam tersine bireyler, cemaatler, kurumlar “demokratik sistemin” evrenselleşmiş ilkelerine uyarlar. Ve bu ilkelere uyduklarında da adalet terazisinin güvenliğinde hiçbir ayrımcılıkla karşılaşmazlar.
Bireyler hastalandığında sistem çalışamaz yaklaşımında bulunan yöneticiler varsa iki şey söz konusudur:
1-İddia sahiplerinin düşüncesi demokratik değildir.
2-İddia sahipleri demokrasinin ilkelerine uymak istemiyorlar.
Her nedense bu ülkenin Cumhurbaşkanları, Başbakanları hastalandığında “halimiz ne olacak” endişesine kapılanlar daha çok üst düzey yöneticiler olmaktadır. Halkın bu tür endişeleri olmaz. Halkın yaklaşımı gerçekçidir. Yenilerini seçeriz diye düşünür. Halkın düşünce sistemi her zaman demokratiktir. Pratiktir. Somuttur.
Altyapı kavramını yaşam biçimi haline dönüştüremeyen sistem, merhum Özal için, Cumhurbaşkanlığı makamında, anında devreye girmesi gereken ilkyardım hazırlığını nasıl gerçekleştiremediyse, Sayın Başbakan Ecevit için de ilkyardımı Başkent Üniversitesi’ne havale ederek ihmal etmiştir. Sayın Ecevit’in hastalanma sürecini izleyelim:
4 Mayıs Cumartesi; Şiddetli sırt ağrısı. İlkyardım yok. Başkent Üniversitesi Hastanesi’nde tanı bağırsak iltihabı…
5 Mayıs Pazar; hastaneden taburcu…
7 Mayıs Salı; düşmeye bağlı kaburga kırığı.
Sol ayağındaki damar iltihabının başlama tarihi belli değil. 17 Mayıs Cuma; tekrar 12 gün sonra Başkent Üniversitesi Hastanesi’nde kontrol… 12 günlük süre içersinde Başbakan’a bakan ilkyardım ekibinden ses yok. Yıllardır ilkyardım dersi anlatan öğretim üyesi olarak ilkyardımın değerini bildiğimi düşünüyorum. Düşünüyorum da; Cumhurbaşkanları’na, Başbakanlar’a uygulanmadıktan sonra halka nasıl çağdaş anlamda uygulanacak merak ediyorum… Kaburga kırığı, damar iltihabı, nedeni belli olmayan şiddetli ağrı ilkyardım konusudur. Üstüne üstlük milletin yaşamını etkileyen Başbakanlar için kaçınılmazdır.
İLAÇLA OYNANMAZ Bitkilerin ve minerallerin tıpta kullanıldığını belgeleyen ilk kaynaklara Çin, Hint, Akdeniz uygarlıklarında rastlanır.
Milattan önce 1700’lerde Babil’de hazırlanmış bir taş tablet, bilinen en eski ilaç kataloğudur.
Milattan sonra 77’de Dioskorides “İlaç Bilgisi Üstüne” adlı kitabı tıpta kullanılagelen 600 bitkiyi tanımlar.
8. yüzyılda Emevilerle Avrupa’ya giren tıp, yüzyıllarca ilaç tedavisinin ilkelerine kaynak olur.
William Harvey’in 1628’de kan dolaşımını tanımlaması ile ilaçların etki ettikleri dokuya kan yoluyla gittikleri anlaşılır.
Bu yazının amacına uymasa da antiparantez olarak ilave bilgi vermekte yarar görüyorum. Tıp tarihinin en büyük keşiflerinden biri kan dolaşımının keşfidir. Harvey’den çok önce ilk defa İbn ün- Nefis tarafından keşfedildiğini yeni tarih araştırmaları göstermektedir. (Prof. Bayraktar- 1989)
19. Yüzyıl’da tedavi edici maddeler içeren bitkilerden bu maddelerin elde edilmesi ile modern farmakoloji gelişmeye başlar.
Çeşitli ilaçların keşfedilip rutin kullanıma alınmadan önce dozlarının saptanması konunun en önemli yönünü oluşturur.
İlaçların dozlarının saptanması için saf bileşiklerin elde edilmesi ve benzer bileşiklerin bulunması amacıyla maddelerin kimyasal yapısının incelenmesi ortaya çıkar.
Keşfedilen ilaçlar ve etkileri üzerine yapılan araştırmalar 19. yüzyılın ortalarında Alman Farmakoloji Bilgini Oswald Schmiedeberg’in çabalarıyla akademik bir disiplin haline gelir.
Paul Ehrlich 20. yüzyılın ilk yarılarında yaptığı çalışmalarla belirli hücreleri seçerek onlara bağlanan kimyasal bileşiklerin var olduğunu ileri sürer; seçilen hücreler mikroorganizmalar olduğunda kanda dolaşan mikroorganizmalar hastanın dokularına ve organlarına zarar vermeden ortadan kaldırılmalarının sağlanabileceğini düşünür.
İlk defa mikrop öldürücü ilaç olarak frengide kullanılan Salvarsan’ı önerir.
1930’larda da ilk seçici antibiyotik olan Sülfonamid bulunur ve giderek antibiyotikler geliştirilir, çeşitlenir.
Mikroplarla mücadelenin en güçlü araçları olan antibiyotikler doktorların ve hastaların yüzlerini güldüren en güvenilir dostlarıdır.
Dostlarla, dostluklarla “doz”larını dengeli tutalım ve oynamayalım.
Dostluk bir formalite değildir. Bir davranış asla. O yaşamın kendisidir. (Grayson)
Dost edinmenin yolu, dost olmaktır. (Emerson)
Dostluk karşılıklı sorumluluklardan tad almaktır. (Sibron)
DOSTLUKLAR DA KİTAP GİBİ OLMALIDIR; SEÇKİN, İÇERİKLİ VE YETERLİ SAYIDA.
21
önceki yazı