Zülf-i siyâhı sâye-i perr-i hümâ imiş; İklim-i hüsne anın içün pâdişâ imiş.
Bir secde ile kıldı ruh-i âftâbı zer; Hak-i cenâb-ı dost aceb kîmyâ imiş.
Âvâzeyi bu âleme dâvûd gibi sal; Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş.
Bâki [1526-1600; Divan Edebiyatı Şairi]
Osmanlı Döneminde bugünkü Sağlık Bakanının muadiline Sertabip (Hekimbaşı) denirmiş. Oldukça geniş yetkilere sahip olan Hekimbaşılar Osmanlı Döneminde önemli bir fonksiyon eda etmesi yanında, pek çok hekimin de canını yakarmış. Cumhuriyet ile Sağlık Bakanlığının kurulması, Hekimbaşılık görevini de Sağlık Bakanlarının üstlenmesi üzerine "Hekimbaşılık" sıfatı "Başhekimlik"e evrilerek hastane yöneticilerine verilmiş. Uzun yıllardır önemli bir kurum olarak devam eden başhekimlik son yıllarda (hadi daha açık söyleyeyim; Mevcut Sağlık Bakanlığı Döneminde) Osmanlının Hekimbaşılarını aratmaz hale geldiler; "Astığım astık, kestiğim kestik.", "Ben yaptım oldu.", "Benim arkam sağlam, arkamda Padişah (yani Bakanlık) var."
İsmimin altında da yazdığı üzere, halen Şanlıurfa Tabip Odası Başkanlığını yürütmekteyim. Dönemimin sonuna yaklaşırken geriye dönüp baktığımda gördüğüm, mesaimizin en önemli kısmını hekime yönelik şiddet ve buna ilişkin çalışmalarımız teşkil ederken, ikinci sırada hekimlerin (devlet hastanesi hekimlerinin) başhekimleri hakkındaki şikâyetlerinin geldiğiydi. Farklı illerin tabip odası başkanları ve hekimleri ile yaptığımız görüşmelerde, birbirinden ayrılamayacak bu iki fenomenin Şanlıurfa’ya özgü olmadığını görmek beni hiç şaşırtmadı, çünkü her ikisinin de, "Sağlıkta Dönüşüm" adı altında uygulanan politikaların doğal sonucu olduğunu düşünmekteyim.
Hekime yönelik şiddetin ve saygısızlığın son yıllarda artmasının temel nedeninin Sağlık Bakanlığının uyguladığı yanlış "Hasta Hakları" politikası olduğunu bu köşede "Vurun Doktora Nasılsa Hasta Hakları Var!" başlıklı yazımda dile getirmiştim. İlgili Sağlık Bakanlığı birimi kendilerini düzeltmek yerine bana laf yetiştirmekle meşgul. Bu yazımın üzerinden bir hayli zaman geçti ve durumun iyiye gitmediğini yakinen biliyorum. Hiçbir şeyin daha iyiye gitme ihtimali de yok, zira Sağlık Bakanlığının temel politikası "müşteri memnuniyeti", yani "hasta odaklı hizmet". Bakmayın siz "hekim memnuniyeti" anketleri yaptıklarına; performansı da o anketlerden çıkacak sonuçlara endekslemişler, alacağımız para düşmesin diye kimse memnuniyetsizliğini anketlerde ifade etmiyor. Ama gerçek hiç de öyle değil. Gün geçmiyor ki bir hekim hakarete uğramasın, tehdit edilmesin ya da dövülmesin.
Bu, işin bir tarafı. İşin bir de diğer tarafı var ki, çok daha vahim. O da "Başhekim Mezalimi." (Mezalim: "Zulümler" Zulüm: "Güçlü bir kimsenin yasaya veya vicdana aykırı olarak başkasını uğrattığı kötü durum, kıygı, eziyet." TDK Sözlüğü) Birinci durumda hekime "eziyet eden", müsebbip sağlık sistemi olsa da, hasta veya hasta yakınıyken, ikinci durumda bir tıbbiye mezunu. Benim burada başhekimlerin hekimlere neler yaptığını, nasıl eziyet ettiğini sıralamam mümkün değil. Ancak, bütün tıbbi deontoloji, etik ve nezaket kuralınca reddedilen pek çok davranış demek özetlemek için yeterli.
Şüphesiz, idarecilik zor iş. Pek çok farklı karakterde ve farklı beklentilere sahip insanı idare etmek kolay iş değil. Hele bir de başhekimliklerde olduğu gibi tıbbi kararlar dışında, inşaat ihalesinden, muhasebe işlerine kadar bir sürü sorumluluk sizin omuzlarınızdaysa. Bu yüzden başhekimlik zor iştir. Ancak, dikkat çekici olan; Hiçbir dönemde hekimlerin idarecilerinden son yıllardaki kadar şikâyetçi olmaması. Eskiden "zalim" (Zalim: "Eziyet eden.") başhekim istisna iken, günümüzde "makul" başhekim mumla aranır hale geldi. Bir de dikkat çekici olan, "başhekim mezaliminin" devlet hastanelerindeki yaygınlığı. Bu da bizim, bu başhekim tipinin Sağlıkta Dönüşümün Ürünü’ olduğu tezimizi destekliyor. Özellikle çevremdeki başhekimleri biliyorum; özünde iyi ve makul insanlar. Ama "makam odalarına" girince onlara bir şeyler oluyor ve tam bir "diktatöre" dönüşüyorlar. Gözleri hiçbir şey görmüyor, tek hedefleri Bakanlığın gösterdiği hedefleri yakalamak oluyor. Mevcut Bakanlığın mutlak hedefi de "müşteri memnuniyeti" olduğundan "Hekimbaşılar" için hekim refahı, mutluluğu ve güvenliği "romantik" söylemlerden öte bir anlam taşımıyor. Geçen hafta Medimagazin’de Fatma Ergüzeloğlu imzalı bir haber vardı. Habere göre Başhekimler için de performans geliyormuş. Bir bu eksikti. Demek o ki, bir yere "baş" olamamış devlet hastanesi hekimlerini daha kötü günler bekliyor.
Malumunuz, meşhur "tam gün yasası" ile ilgili olarak bütün hekimler ayakta. Meslek odaları, uzmanlık dernekleri kendi ölçeklerinde bu yasaya ilişkin çekincelerini dile getiriyor. Geçtiğimiz hafta Mersin, Adana, Gaziantep-Kilis, Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman ve Şanlıurfa tabip odalarının üye olduğu Güney İlleri Tabip Odaları Birliği (GİTOB)’nin açıkladığı ankete göre bölgedeki hekimlerin yüzde 76’sı tam gün yasasına karşı iken, yüzde 16’sı kararsız. Yasayı destekleyenlerin oranı ise yüzde 8. Kapsadığı iller ve anket uygulanan hekim sayısı açısından ülke geneli için temsil edici olabileceğini düşündüğümüz bu anket yayınladığı gün Cihan Haber Ajansı (CHA) mahreçli bir haber Medimagazin’de yayınlandı. Haberin başlığı "Tam Güne başhekimlerden destek" idi. Bu başlık bile, eğer iddia doğruysa, mevcut başhekimlerin "baş" olmayan hekimlerin gerçeklerinden ne kadar uzak olduğunu gösteriyor.
Daha fazla israfı kelam etmeye gerek yok. Ezcümle; zamane başhekimlerinde bir anormallik var. Kendilerine naçizane tavsiyem şu: Bakanlık politikalarını uygulayacağım diye ilkelerinizden, nezaketinizden ve insaniyetinizden taviz vermeyiniz. Başhekimlik bugün var, yarın yok; Bakanlık politikaları da bugün var, yarın yok. Ama siz hekim kimliğiniz ile hep bizim aramızda var olmaya devam edeceksiniz. Unutmayınız: "Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş."