Ülkemizin sağlık sorunlarını çok yönlü olarak irdeleyen ve güncel gelişmeleri okurlarına düzenli olarak aktaran sağlık gazetesi “Medimagazin”in yazı ailesine katılmaktan duyduğum mutluluğu belirterek başlamak istiyorum. İlk yazımda ele alacağım konu, “İnfertilite tedavisinin en ileri aşaması olan Tüp Bebek (İnvitrofertilizasyon ve Embriyotransferi, IVF) uygulamaları ve beraberinde yaşadığımız bazı etik sorunlar”dır.
Ülkemizdeki çiftlerin yaklaşık yüzde 14-15 kadarının infertil olduğunu biliyoruz. Günümüzde infertilite tanısı için başvurduğumuz testler minimal düzeye inmiştir ve bu çiftler hemen tedaviye alınabilmektedir. Ancak burada yaşanan ciddi bir sorun vardır, o da çiftlerin birçoğuna, bu minimalize edilmiş testlerin bile uygulanmayıp direkt IVF tedavisi seçeneğinin sunulmasıdır. Evet, IVF artık infertilitenin en önemli seçeneği olmuş ve neredeyse muayenehaneler içerisinde yapılabilir hale gelmiştir. Ülkemizdeki IVF merkezlerinin başarı oranları, pek çok Avrupa ülkesi ile kıyaslanabilecek düzeydedir. Ancak IVF gene de invazif bir işlemdir ve hâlâ oldukça yüksek bir maliyeti vardır. Halbuki pek çok infertil hasta basit bir ovülasyon indüksiyonu ile ya da sadece coitus zamanlaması ile gebe kalabilmektedir. O halde her şeyden önce İnfertilite tedavilerinin sadece IVF’den ibaret olmadığını öncelikle hatırlamak zorundayız.
Peki, IVF’de yaşadığımız sorunlar nelerdir?
Tüp bebek merkezlerine hasta sevkiyatı nasıl olmalıdır?
İnfertil hasta tedavi eden her hastane, hatta her hekim bir tüp bebek ünitesi açmalı mıdır?
Gelelim bu sorunlara çözüm önerilerime: Elbette ki her jinekoloğun kendi özel IVF merkezini kurmasına ihtiyaç yoktur. Zaten ülkemizde yeterli sayıda IVF merkezi vardır (yaklaşık 90 adet). Nasıl ki pek çoğumuz özel hastalarımızı çeşitli hastanelerde ameliyat edip, o hastanenin her türlü hizmetinden faydalanıyorsak, içimizde IVF sertifikası olan meslektaşlarımız bu tür IVF Merkezlerinde hastalarının IVF işlemlerini gerçekleştirebilmeli, o merkezin laboratuvarlarını ve tüm imkanlarını bedelini ödeyerek kullanabilmelidirler. Böylece hem kendi imkanlarıyla bir IVF merkezi kurmak gibi pahalı bir işlemden kurtulmuş olurlar, hem de IVF hastalarına kendileri hizmet vermiş olurlar.
Ülkemizin kırsal kesiminde yaşayan pek çok infertil hasta bulunmaktadır. Bu hastaların büyük şehirlerdeki IVF merkezlerinde haftalarca kalması kendileri ve ülke ekonomisi açısından ciddi bir kayıp oluşturmakta, birçok sosyal sorunu da beraberinde getirmektedir. Halbuki bu hastalar bulundukları şehirlerdeki primer doktorları tarafından, uygun IVF protokolleri ile hazırlanıp, işlem aşamasında ana merkeze sevk edilebilirler. Hastayı hazırlayan ve endikasyon koyan doktor bu hizmetlerinin bedelini hastasından tahsil eder, IVF merkezi de bu miktarı IVF ücretinden düşer.
Hepimizi rahatsız eden bir diğer uygulama şeklinde ise; hekim, hastasına IVF endikasyonu koyarak, uygun gördüğü merkeze yollamakta, IVF merkezi de hekime bu “hizmeti” karşılığında bir ödeme yapmaktadır. Bu durum hem etik ilkelerimizle bağdaşmamakta, hem de hastalarımıza ilave bir maddi yük bindirmektedir. Ayrıca, bu şekilde çalışmayan IVF merkezleri için de haksız rekabet oluşturmaktadır.
İnfertilite camiamız, gelinen bu başarılı noktada elbette bu sorunları da çözecektir.
14
önceki yazı