Her zaman olduğu gibi akşam eve geldim, biraz dinlenmek gayesi ile kanepeye uzanmış, elimde televizyon kumandası, TV kanallarını izliyorum, zapingliyorum (Biraz fiyakalı olsun diye bu kelimeyi kullandım), kanaldan kanala geçiyorum, izlenebilir program arıyorum. Aman Allahım!, ne kadar da Televizyon Kanalı varmış… Değiştir değiştir, bitmiyor.
Çok enteresan bir şey dikkatimi çekti. Daha önce değişik vesilelerle bu Nörofilozofi Köşemde de sizlerle paylaştığım gibi, çeşitli ortamlarda, tıp doktoru olsun ya da olmasın, birçok unvanlı-unvansız, cahil-okumuş, okumuş-cahil, mutatabbip, şarlatan, soytarı, fırıldak, sahtekâr bazı kişilerin yazılı ve görsel basında boy gösterdiklerini, tedavi edici ürünlerini(!) satmak amacı ile hasta olsun olmasın, insanımızın duygularını sömürmeye, onları kandırmaya yönelik ilan verdiklerini ve program yaptıklarını dile getirmiştim.
Bu yazdıklarımın hiçbiri, yetkili-yetkisiz, sorumlu-sorumsuz, hiçbir makam ve kişinin dikkatini çekmemiş olmalı ki, bu çok ağır, rahatsız edici ve kötü bir reklam kokusu ihtiva eden ilan, yayın ve programlarda, akıl almaz derecede bir artış gözlemledim. Birçok televizyon kanalında, benim şanssızlığım mı bilmem ama, aynı anda, hatta aynı kişinin, aynı içerikli programlarına rastladım. Kendisine “Hocam” “Hocam” diye hitap edilen, “Kerameti kendinden menkul”, “Körler sağırlar birbirini ağırlar” ve “şıracı-bozacı” muhabbeti ile, birilerinin elindeki taş, toprak, cam parçası, çiçek tohumu, ot, bitki, yaprak ve bilmem daha nelerden elde edildiği iddia edilen ürünlerini(!), ilaçlarını(!), insanların akıllarını çelecek gâvurca(!) cafcaflı isimler koyarak, tedavi garantili, satmaya çalıştıklarını gördüm.
Hatta kırk yıldır, mesleğimde duymadığım, hiçbir ciddi kitap ve literatürde okumadığım, fizyopatolojik izah ve tedavi mekanizmalarına şahit oldum(!). Enfeksiyonmuş, diyetmiş, immün sistemmiş, antibiyotikmiş, boş laflar…(!) Adamların elindeki ürünler(!) kısırlıktan iktidarsızlığa, her tür kanserden hipertansiyona, enfarktüsten beyin kanamasına, epilepsiden bütün felçlere, diyabetten Parkinson’a, gangrenden multipl skleroza, yani anlayacağınız, her derde deva, her hastalığı tedavi ediyormuş da, hiç haberimiz yokmuş(!). Damarları öyle bir açıyor ki, sular seller gibi… Damarlar açıldı mı, her hastalıktan kurtulmak mümkün! Gangren olmuş kol ve bacağın, o ilaçla (!) öyle bir düzelme gösterdiği anlatılıyor ki, ampüte edilen organın, ampüte edilmiş olmasına rağmen, “O ilaçla tekrar yerine gelebilir mi?” diye insanın sorası geliyor(!). “İnsan hiç, tavuğa ya da balığa benziyor mu, et yemeli et, kırmızı et, bunu yasaklamak en büyük cehalet…”(!), vs. gibi, daha neler neler… Bilim adamlarının, üniversitelerin, tıp fakültelerinin ve dünyanın bu gelişmelerden(!) haberlerinin olmaması çok büyük şanssızlık ve aynı zamanda da haksızlıktır!
Bu tip programlara, Emniyet Genel Müdürlüğünün, Tarım Bakanlığının, valiliklerin ve özellikle de halkın sağlığından birinci derecede sorumlu olan Sağlık Bakanlığının müdahil olmaması, (veya oluyor da bizim mi haberimiz yok), insanın ister istemez aklına, bu iddiaların doğru olabilirliğini(!) getirmektedir.
Öyle ya, topluma düşman belletilmiş, horlanmış, itilmiş, çilekeş, haysiyetli ve şerefli meslektaşlarımı, irin dolu kıskanç ve haset beyinlerin, kokuşmuş düşüncelerinin çıkmazına ve çukuruna iten zihniyetin kol gezdiği ortamda, “Kurt dumanlı havayı sever” atasözü doğrultusunda, kimsenin bunlarla uğraşacak zamanı ve takati olmasa gerek(!).
Yine de, az bir ihtimal dahi olsa, bu ürünlerin varsa tedavi edici ya da destekleyici etkilerini, objektif ve bilimsel olarak ortaya koymak adına, televizyonda ahkâm kesenlerin üniversitelere, tıp fakültelerine, eczacılık fakültelerine müracaatla, bunların klinik ve laboratuvar ortamlarında, hayvan deneyleri ile ilmi araştırmalarını yapıp, uluslararası düzeyde, ciddi kongrelerde ve SCI kapsamındaki dergilerde ve makalelerde yer almasını sağlayarak, tüm insanlığın hizmetine sunmaları gerekir.
Ben buradan, İstanbul Aydın Üniversitesinin “Techno-Center” dâhil, bütün laboratuvar ve araştırma merkezlerini kendilerine açacağımızı ve her türlü desteği vereceğimizi ifade ediyorum. Gelsinler, bilimsel kurallar çerçevesinde araştırmalarını yapsınlar ve onurlu bir şekilde bu araştırmaların, iyi ya da kötü, bütün sonuçlarını tüm dünya ile paylaşsınlar. Haysiyetli, şerefli, onurlu ve namuslu bilim budur. Başka yol yok.
Bu nedenle bu yazının başlığını ve bunun dışında yol aramanın adını, siz değerli okuyucularımın engin, zengin ve kıvrak muhayyilelerine bırakıyor ve güngörmüş, nefeslenmiş, ancak hakkıyla yorumlanamamış bir berceste beytimizi paylaşarak bitiriyorum.
Bir nazar kıl çeşm-i hakla, sadr-ı yesarın ne der.
Yoksa namım, hem de aşkım, figanım süküt eder.