1949 yılı ilkbaharında Ankara’da Çankaya yokuşundan aşağıya doğru inen bir alanda oyun oynarken birden etrafımızda bir hareketlenme ve koşuşturma oldu. Yeşillikler ve çiçeklerin arasından başımızı kaldırdığımızda hızlı ve çabuk adımlarla üzerimize doğru gelen bir amca gördük. Yukarılardan inen birisine eğer siz aşağıdan bakıyorsanız, hele çocuksanız, onun dev, iri yapılı, kocaman ve heybetli biri olduğu algısına kapılabilirsiniz. Biz çömeldiğimiz yerden oyunu bırakıp dikkatlice onu izliyorduk. Az saçlı idi, iri çerçeveli gözlükleri takılı olsa bile bizi dikkate almadan, görmezden gelerek sert adımlarla yanımızdan geçti, herhalde acelesi vardı, aşağıda bekleyen bir otomobile doğru gidiyordu. Bana diğerlerinden farklı görünen bu amcanın kim olduğunu etrafında saygı ile koşuşturanlara sordum. Kimdi bu amca? Öğrenmek istedim. “Başvekil” dediler. Bunun ne anlama geldiğini bilmiyordum, ama küçücük aklımca büyük bir adam olduğunu anlamıştım. O devirde ne siyaset ne de kişiler bir şey ifade etmiyordu bana. Ama o günkü başvekil sözcüğü bu amcanın görünüşüyle belleğime kazınmıştı. Bu amca Erzincan Eğin (Kemaliye) doğumlu Ord. Prof. Dr. Mehmet Şemsettin Günaltay (1883-1961) idi.
Şemsettin Günaltay medrese öğrenimini takiben, Vefa İdadisinde okumuş ve Darü’l-muallimin-i Aliyye (Yüksek Öğretmen Okulu)’nun Fen bölümünden 1905’te mezun olmuştur. Meslek hayatında Hendese (Geometri) hocası olarak İstanbul, Kıbrıs ve Midilli’deki İdadilerde ders vermiş ve müdür muavinliği ve müdürlüklere kadar yükselmiştir. Bu arada özel olarak Arapça, Farsça ve Fransızca öğrenmiştir. 1909’da tabii ilimler okumak üzere Maarif Nezareti tarafından bir yıllığına İsviçre’nin Lozan Üniversitesine gönderilmiş, doğa bilimleri tahsil etmiştir. Bu dönemde bu ilimle ilgili ve felsefe ağırlıklı yazılar yazmıştır.
1913’te Darülfünun’da Türk tarihi ve medeniyet tarihi müderrisi oldu. Türk İslam bölümü müderrisliği (öğretim üyeliği) yaptı. Ayrıca 1917’de Süleymaniye Külliyesinde İslami fıkıh, dinler tarihi dersleri de vermeye başladı. 1924’te Darülfünun’un İlahiyat Fakültesinin edebiyat bölümünde İslam tarihi ve fıkıh (İslam hukuku) tarihi müderrisi ve aynı zamanda fakülte sekreteri, bir yıl sonra da dekanlığı görevinde bulundu.
Bu dönemde Doğal Bilimler yerine mecmualarda İslam tarihi ve hukuku üzerine yazıları ve yayınları mevcuttur. 1332’de (1916) yazılarını topladığı bir eserinde İslamiyet’in ilerlemeye engel olmadığı, ancak sonradan karıştırılan hurafelerden arındırılması gerektiği görüşü üzerinde durmuş, Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği din ile bugünkü Müslümanların dini arasında büyük farklar bulunduğunu söylemiştir. Fen ve tabii bilimler öğrenimini gördüğü halde, o devirde tarihçi olmayı tercih etmiş, çalışmalarını bu alana yöneltmiştir. Daha ilk görev yıllarında iken İslam düşüncesi ve tarihi üzerine yazılar yazan Günaltay, batı kültüründen kazandığı eleştirel tavırlarla dönemin modern İslamcıları arasında sayılmıştır. Tasavvuf mensuplarını, din adamlarını, tekke ve medreseleri de eleştirmiş, İslamiyet’in akılcı bir din olduğunu, müspet ilimlere ağırlık verdiğini, Müslümanların geri kalmasından İslamiyet’in değil, bu kurumların sorumlu tutulması gerektiğini savunmuştur. Ayrıca Tanzimat aydınlarının radikal tavırlarıyla Türk toplumuna zarar verdiklerini, cahil gericilerle cahil ilericilerin arasında bir fark bulunmadığını ifade etmiştir. Batılı tarihçilerin metotlarını incelemiş, onların yorum getirerek tenkitli tarih yazdıklarını, buna karşılık İslam tarihçilerinin doğrudan doğruya olayları vermekle yetindiklerini, yorum ve değerlendirmeyi okuyucuya bıraktıklarını, bu bakımdan Müslüman müelliflerce yazılan tarih kaynaklarının daha sağlam ve güvenilir olduğunu söylemiş, Batılı tarihçilerin İslam tarihçileri hakkındaki iddia ve ithamlarını reddetmiştir.
Siyasetçiliği bilim hayatına 30’lu yaşların başında eklenmiş, Osmanlı Meclis-i Mebûsan’ına 1915’te İttihat ve Terakki Fırkası’ndan Ertuğrul eyaleti Bilecik mebusu olarak girmiştir. 1918’te 1.Cihan Savaşının kaybedilmesinden sorumlu tutulan jön Türklerin sorgulamasını yapan heyet reisinin yanında genç bir reis kâtibi olarak seçilmiştir. Bu Meclis’te muhafazakâr milletvekillerinin büyük destekleriyle Meclis-i Mebûsan’da Darü’l-Hikmeti-i-İslamiye gibi din ağırlıklı kanunlarının çıkarılmasının öncülerinden olmuştur. İçinde bulunduğu dönemin şartları Günaltay’ın fikri şahsiyetinin gelişimi üzerinde büyük etkisinin olduğu düşünülmelidir.
Kurtuluş Savaşı sırasında Ziya Gökalp ile tanıştıktan sonra, onun fikirlerinden etkilenerek Türkçülük tarihi üzerinde çalışmalarını ilerletmiştir. Bu arada yazdığı eserlerde İslam’dan önceki Türk’leri incelemiş, kurtuluşu İslamlaşmak, muasırlaşmak ve Türkleşmek de görmüştür.
İkinci siyasi hayatına Sivas’tan mebus olarak 1923’te Meclis’e girerek başlamış ve Başkan vekilliği görevinde de bulunmuştur. Yedi dönem Sivas, sonra da bir kez Erzincan mebusu olmuştur. Günaltay Atatürk’ün isteği üzerine 1931’de Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’ne katılmış, 1933’teki adıyla Türk Tarih Kurumu’nun kurucu üyesi ve 1941’den sonra da ölümüne kadar 20 yıl başkanı olmuştur. Ankara’da kurulan Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi ile İstanbul Üniversitesi tarih bölümünde ordinaryüs profesör olarak ders vermiştir. 1941 yılında Milli Eğitim vekili Hasan Ali Yücel’in siyaset yapan bilim insanlarına sunduğu “ya bilim ya siyaset” seçeneğini Günaltay siyasetten yana kullanmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda Atatürk döneminde evrim yapılarak tek partiden çoğulcu demokrasiye geçişin alt yapısı hazırlanmıştı. 1946 milletvekili genel seçiminden sonra Meclis’te temsil edilen muhalefet partisi, demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olan devlet başkanlığı makamının tarafsız ve partisiz olmasını ısrarla savunuyordu. Bununla ilgili olarak Milli Şef İsmet İnönü “Bir devlet başkanı olarak kendimi her iki partiye de eşit mesafede görüyorum” demişti.
Bu dönemde, muhalefetin aşırı baskıları altında yenilikçi ve dinsel anlamda iktidarın reformist bir başvekil arayışı Şemsettin Günaltay’ın adaylar arasından tercih edilmesiyle sonuçlanmıştır. Yeni kabineyi, 16 Ocak 1949’da II. Meşrutiyette İslamcı akımın içinde yer almış bir tarihçi olarak Günaltay kurdu. Bu hükümet programında dini eğitim ve öğrenime daha fazla ağırlık verilmiştir.
Günaltay’ın başvekilliğinde yeni seçim kanunu ile tek parti sisteminin kapanmasını sağlayan gizli oy açık tasnifine dayalı tek dereceli seçim sistemine geçilmiştir. Türk Ceza Kanunu’nun 163.maddesinde ağırlaştırmalar yapan ve dini propagandaya daha ağır cezalar getiren tasarı Demokrat partinin desteğiyle, Millet partisinin yoğun muhalefetine karşın kabul edilmiştir. Günaltay yine Ankara Üniversitesi’nde batılı örneklerinde olduğu gibi bir İlahiyat Fakültesinin kurulmasını ve imam hatip kursları ile bazı Türk büyükleri türbelerinin ziyarete açılmalarını sağlamıştır. Ayrıca ihtiyari din eğitimine başlanmış ve ilk mekteplerde din derslerinin okutulması ön görülmüştür.
İhtiyari din eğitimi için Günaltay Türk İnkılâbının vicdan hürriyetinin mukaddesatına ve çocukların dini terbiyelerine imkân vereceklerini, bunu yaparken de laiklik prensibinden ayrılmanın söz konusu olmayacağını vurgulamıştır. Özellikle din perdesi altında bir milleti uyutan hurafelerin yeniden canlanmasına ve dinin şahsi çıkarlar ve kötüye kullanılmasına müsaade etmeyeceğiz, demiştir. İslam’ın hurafe ve uydurmalarla kirlendiğini ve hurafeciliğin iki kanalı olduğunu savunmuştur. Birincisi mezhep ve tarikatlar, ikincisi uydurma hadislerdir. Bunlara karşı mücadele etmenin de İslam’ın öz saf ve temiz yapısını ortaya koymak amacı doğrultusunda önemli olduğunu açıklamıştır. Başvekilliği zamanında laikliği savunurken karşıtlarının Meclisi Mebûsan’da ileri sürdükleri dinci tezlerinin tam aksine olan tutumu ile tenkitlere uğramıştır
Şemsettin Günaltay Saltanat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde ilim ve siyaseti birlikte yürütürken günün şartlarına uyarak düşüncelerinde ve farklı zaman dilimlerindeki siyasi faaliyetlerinde zıt fikirleri savunur. Bununla birlikte, zıt fikirleri hayatı boyunca kendisine bir sorun yaratmayacak şekilde sahiplendiği görülür. Ona göre, ne yapmışsa Allah’ın lütfu ile yapmıştır.
İlk okullarda ihtiyari din ve ahlak dersleri için 1949’da bize Alfabe kalınlığında bir kitabı dağıttıklarını, bu kitabın sınıf öğretmeniniz dışında bir erkek öğretmen tarafından bir derste tanıtıldığını hatırlıyorum. Daha sonra dördüncü veya beşinci sınıflarda okutulacağı bize söylenmişti. Ben o kitabı evde merakla gözden geçirmiştim. O zamanlar hoparlörleri olmayan minarelerden seslendirilen ve Türkçesini o kitaptan okuduğum “Tanrı uludur” diye başlayan ezanı dinlerdik. Daha sonraki yıllarda ezanın Arapça diline tekrar döndüğünde, özellikle de günün ilk aydınlığındaki sessizlikte sabah ezanları, Türkçe anlamını bilerek dinlediğimden hep yüreğimde daha da hoş bir seda olarak yansımıştır.
Şemsettin Günaltay Türkiye’de tek parti devrinin son hükümetinin başı olarak görevini 14 Mayıs 1950 seçimlerinin galibi olan Demokrat Partiye teslim etmiştir.
Daha sonraları siyaset alanındaki Başvekillik günümüzde halen bulunmayan ancak adı yadigâr kalan Başbakanlık olarak değişti. Ben de çocukluk günlerimde ilk farkına vardığım ve anılarımda yaşattığım bir başvekil profilini sizinle paylaştım. Evet, benim çocukluk heyecanımla gördüğüm o amca gerçekten bir devlet adamı olarak belleğime kazınan ilk siyasetçi idi.