Bir sinema platformunda izleme olanağı bulduğum “Bayan Lowry ve Oğlu”, Adrian Noble tarafından yönetilen 2019 yapımı bir İngiliz filmi. Biyografik drama türündeki filmde, belirli bir pencereden, ülkemizde az tanınan ama kendi ülkesinde ünü parlamış geçen yüzyıl ressamı Laurence Stephen Lowry’nin öyküsü anlatılıyor. Belirli bir pencereden diyorum; çünkü filmin adından da anlaşılacağı gibi olay akışında ressamın annesi öne çıkıyor.
Önce biraz ressam L. S. Lowry kimdir, genel özellikleriyle tanıyarak başlayalım. Yaşamını kira toplayıcısı bir memur olarak geçiren Lowry (1887-1976), kendisini amatör ressamlar için kullanılan “pazar günü ressamı” sözüne atıfla, “Ben her gün resim yapan pazar günü ressamıyım.” diyerek tarif etmiştir. İzlenimci bir ressam olan Adolphe Valette atölyesinde geçen mütevazı bir eğitimi olan Lowry, Sanayi Devrimi’nin beşiği olan İngiltere’de sık rastlanan endüstriyel manzaraları tuvaline işlemiştir. Bu arka plan önünde oyalanan “kibrit çöpü” insanlar için özgün bir görünüm yaratır. Lowry, bu pek de çekici olmayan temadan sıra dışı bir estetik yaratmış ve yıllar içinde çalışmalarında ısrarla sürdürmüştür. Başlarda resimleriyle dalga geçilen Lowry’nin bir resminin geçen yıl müzayedede 2.65 milyon İngiliz pounduna satıldığını söylersek, neden filminin çekildiği daha iyi anlaşılır sanırım.
Film, 1930’lu yıllarda Bayan Lowry’nin ömrünün sonunda oğlu tarafından bakıldığı dönemi anlatıyor. Zaman zaman geriye dönüşler olsa da, temel sahneler Bayan Lowry’nin yatak odasında geçiyor. Bayan Lowry aşırı kontrolcü, sürekli geçmişten ve sosyal durumundan sızlanan, sevgisi kıt bir kadındır. Oğlunun tavan arasındaki odasında yaptığı resimleri kıyasıya eleştirmekte, onlardan utanmaktadır. Bir gün, nadiren gelen konuklarından birisi evin girişinde asılı duran oğlunun bir deniz peyzajı tablosunu beğenince diğer “çirkin” resimlere karşı onu öne çıkarmaya çalışır. Unutmuştur ama o resim, oğlunun kendi eseri olan bir doğum günü hediyesidir; çocukken deniz kıyısında anneyle geçirilen güzel bir günün anısına. Evet, Lowry annesi için tam bir düş kırıklığıdır; kız çocuk beklerken gelen erkek bebekten bakışlarını dahi esirgemiştir.
Meslek büyüklerimizden, önce çocuk doktoru sonra psikanalist olan Donald Winnicott (1896-1971) der ki, bir bebek annesinin yüzüne bakar ve orada ne görürse, kendisidir. Annenin gözleri varlığımızın ilk aynasıdır. Onunla başlayan deneyim yeterince doyurucu bir şekilde çocuğun beynine işlenemezse bir dizi sorun bizi bekler. Anne-bebek ruh sağlığı alanındaki bilimsel birikim annenin bebekle ayar tutturmasını engelleyen çeşitli ruhsal sorunlara karşı bizi uyarıyor.
İrlandalı bir çocuk ve ergen psikiyatrisi profesörü olan Dr. Michael Fitzgerald, zirveye tırmanmış bilim insanı, sanatçı ve yazarların biyografilerine odaklanan çalışmalarıyla tanınmaktadır. “The Genesis of Artistic Creativity” kitabında bu yazıda incelediğimiz Lowry’ye bir bölüm ayırdığını görüyoruz. Ona göre, Lowry’nin yaşam öyküsü onda bir tür yüksek işlevli otizm olan Asperger Bozukluğu bulunduğunu gösteren kanıtlarla doludur. Her ne kadar güncel tanı kılavuzlarından söz konusu eponim çıkarılmış olsa da (bunun öyküsü de ayrı bir yazı konusu olabilir) aynı klinik durum başka isim altında yerini korumaktadır. Dr. Fitzgerald’ın ileri sürdüğü bazı kanıtları örnekleyecek olursak; Lowry çocuk yaşlarda arkadaşlık kurmakta zorlanmış, sıklıkla diğer çocukların örselemesine maruz kalmıştır. O da zaten kendisini bilinçli bir tercih olarak değil, huy olarak sosyalleşmeyi sevmeyen bir insan olarak tanımlamaktadır. Dışardan gözlendiğinde Lowry, kalabalıklar içinde yalnız bir adamdır. Yaşamın ve insan ilişkilerinin anlamsızlığını savunan Absürt Tiyatro’nun öncüsü Luigi Pirandello’nun oyunu “Altı Kişi Yazarını Arıyor” Lowry’nin en sevdiği oyundur ve defalarca izlemiştir. Hiç evlenmeyen Lowry, böylelikle aile yaşamının getireceği kaldırmakta zorlanacağı yoğun ilişkilerden de uzak durmuştur. Lowry, sıradan insanların başını döndürecek para pul ve şan şöhret gibi konulara da hiç pas vermemiş, bazı Kraliyet ödüllerini de reddetmiştir.
Çocuk psikiyatrisi uğraşında, işimizin güzel bir gereği olarak sık sık çocuklara resim yaptırır, bazen de resim dosyalarını inceleriz. Estetik değerleri dışında bu resimler çok şey söyler, sıklıkla dilin söyleyemediklerini de söyler, “büyük resmi” görmemize önemli katkı sağlar. Filmdeki geri dönüşlerde resim çiziktiren çocuk Lowry sahneleri de bulunduğu için biraz da bu gözle bakalım isterseniz. Lowry’nin sanatını bir tür resim yapma takıntısının dışavurumu olarak değerlendirenler de vardır. Kendisi de resim yapmadığı zamanlarda sürekli resimler hakkında düşünme halinde olduğunu ifade etmiştir. Peyzaj resimleri çocuksudur, birbiriyle kesişmeyen yaşantılar içinde yalnız kalabalıklar vardır. Figürler karikatür tipleri gibidir, eminim bunlara çöp adam diyenler de çıkacaktır. Daha az sayıdaki portre çalışmalarında bazen ürkütücü yüzler görülebilir. Lowry’nin bütün resimlerinde yalnızca 5 renk kullanmasının da bir başka nörogelişimsel saplantı örneği gibi düşünülmesi olasıdır. Kromofobi denilen durum belli renklerden kaçınma olarak kendini gösterir. Psikolojik olarak belli bir tarzla rahat ediyorsanız, o neden sizin biçeminizin bir parçası olmasın?
Lowry diyor ki, “Ne görüyorsam, ne hissediyorsam onu çizerim. İşe kar beyazı astarla başlarım.” Ancak, yukarda belirttiğimiz gibi, Lowry hayata parlak bir başlangıç yapamamıştı. Kaderin cilvesine bakın ki hayata bakışların esirgendiği bir bebek olarak başlarken, son nefesini verirken bile geniş insan kitlelerinin bakışları onun ve yapıtlarının üzerindeydi. Lowry’nin yaşam öyküsünde yokluktan nelerin yeşerebileceği, sanat yolunda gösterilen sebat ve anneye gösterilen sabır gibi pek çok olumlu boyut bulunsa da, o kendisi hakkında hep alçakgönüllü olmuştu. “Resim yapan bir adamım, ne bir eksik, ne bir fazla…” derken de öyle idi.
4 yorum
Muhteşem bir film, mutlaka izlenmeli.
Şu anda onu izliyorum ,merak ettim yaşantısını, annesinin sevgisiz,bencil ve tutucu bir kadın olmasına rağmen ona bu kadar bağlı kalması,sevgi ve ona hürmetini daima muhafaza etmesi yemin ediyorum gözlerimi yaşarttı
Şu anda onu izliyorum ,merak ettim yaşantısını, annesinin sevgisiz,bencil ve tutucu bir kadın olmasına rağmen ona bu kadar bağlı kalması,sevgi ve ona hürmetini daima muhafaza etmesi yemin ediyoumm gözlerimi yaşarttı
Yağlı boya tabloda kendimce eğitimsiz bir şekilde iyi sayılırım.keske ailemde bendeki yeteneği fark edip üzerime gitselermis bu filmde iç sesimin titrediği hissettim dişlerimi sıkmamda cabasi,Anne baba senin yaratılışın,dünyadaki ruhuna üfleyen can gibi doğru yere savuramazlarsa yaprak gibi sorarsın malesef ben gibi