Meslektaşlar, hastalanan kaymakamın evine gitmeyen meslektaşımın başına gelenleri tartışıyorlar. Olay öncesinde de, sonrasında da ona yapılanlar hiç tasvip edilesi değil. Meslektaşımın bu nedenle işinden edilmesi hiç doğru bir yaklaşım değil.
Ben ne yapardım, bakın anlatayım. Göreve başladığım yerde önce kaymakamla tanışıp, onunla dostluk kurardım. Kaymakam, belediye başkanı, hâkim, savcı, polis, öğretmen, imam. Küçücük yer. Gündüz dairede, akşam lokalde, sokakta, lokantada, yolda, törende, her zaman, her yerde onları görürsün. Zaten kaç kişiler. Bir elin parmakları kadar.
Onlar da devletimizin görevlileri, vatandaş da devletimizin vatandaşı.
Bilirim, çoğunuz sevdiklerinizden, ailenizden uzak, belki mahrumiyetler içinde çalışıyorsunuz. Dost olmak varken negatif konuma düşmek niye? Orada edinilen dostluklar, gün olur yıllarca devam eder. Gün gelir, kimi vali olur kimi milletvekili, diğeri Yargıtay üyesi, sen de bir hastanede uzman, yönetici, öğretim üyesi olursun, dost olmanın neresi kötü?
Muayene için kaymakamın evine çağırıldığımda da, önceden durumu net kestiremediğim için belki cidden acildir, diyerek işi gücü bırakır giderdim. Acilen ne gerekiyorsa onu yapmaya çalışır, ileri tetkik ve tanı için önerilerde bulunurdum. Korku ve heyecanlarını gidermeye çalışırdım. Sonrasında da EKG der, tetkik der, ultrason der, bir vesile ile hastayı ayağıma getirtirdim. Eh ne demişler, vakti geldiğinde dostlara yardım gerekir. Onlara yardım eder, gönüllerini, dostluklarını kazanırdım.
Bu türden olaylar, bir yerde ilerideki dostluklar için de fırsattır. Bir acı kahvelerini içerdim. Kimlerin evine gitmedik ki. Olayı salt meslek şovenizmi açısından görmemek lazım. Gelin size, iki çarpıcı örnek vereyim.
Yıllar önce, Ardahan’da askerliğini yaparken, hastamız doğum yapıyor, diye gecenin bir vaktinde acil olarak çağırıldığı eve giden kadın-doğum uzmanı arkadaşımın, aslında doğum yapacak olanın evin ineği olduğunu gördüğünde, oradaki veterinerin de yardımlarıyla, ineği sezaryenle doğurttuğunu hatırlıyorum. Kulakların çınlasın Orhan kardeşim (bk. Doç. Dr. Orhan Gelişen, Etlik Zübeyde Hanım Eğitim Hast). İnanması güç ama gerçek.
İkincisi; İzmir Kordon’da yürürken, Ankara Tıp Fakültesinden hocası olan Prof. Dr. Sermet Akgün’ü görünce (70’li yıllar. Sermet Hoca, Ankara Tıp Fakültesinden Ege Tıp Fakültesine yeni geçmiş) koşup elini öpen meslektaşımıza hocası sorar:
– Oğlum, ne iş yapıyorsun İzmir’de?
– Askerlik görevindeyim hocam.
– İyi, bitirince gel seni Ege Tıp Cerrahi Kliniğine alalım.
Almış da. Zamanın genç doktoru, daha sonra oradan yetişip, profesörlüğe kadar yükselmiş, yıllarca genel cerrahi kliniğinde hocalık yapmıştır. Ben burada hocamızın ismini yazmıyorum. Hocasına saygı duyup elini öpünce nesi eksildi, ne kaybetti, ne kazandı?
Takdir sizin. Yorum sizin, çekinmeyin yazın, her türlü eleştiriye açığım.
En iyisi, ben yazımı yıllar önce yazdığım bir şiirle bitireyim.
KAYMAKAM
Delikanlı, Yalova’ya kaymakam olmuş,
Yolu İstanbul’a düştüğünde,
Galata Köprüsü’nde gezerken,
Sormuş, ayakkabı boyacısına,
‘Yalova kaymakamı,
İstanbul’a gelmiş duydun mu?’ diye
Gariban boyacı,
Kaymakamı ne bilsin.
Beyim burası İstanbul,
Varken İstanbul valisi,
Kim takar Yalova kaymakamını,
Deyivermiş.
Ben takarım Yalova kaymakamını,
Bakarsınız, bir gün vali oluverir,
Belki Ankara’ya belki İstanbul’a
Neme lazım, ben takarım arkadaş.