Bu yıl da Ramazan ayı geldi. Her televizyon kanalında “Hoş geldin ya Şehr-i Ramazan” nidaları yankılanmakta, mübarek ay hayırla anılmaya çalışılmaktadır. Hani dillere pelesenk olan “ Nerde o eski Ramazanlar?” dememek için gerçekten kendimi zorlanırken buldum. İnsanoğlu geçmişini anımsarken kötü anılarını zihninden silerken sadece iyi anıları hatırladığı ilgili konunun uzmanları ifade etmektedir. Bu nedenle herkes geçmiş zamanlardaki günleri hep iyi anılarla hatırlamakta, geçmişe özlemini dile getirmektedir. Ben de bu hipotezi doğrulamak istercesine geçmiş zamanlardan hatırladığım, bir başka ifade ile çocukluğumdan hatırladığım Ramazan aylarını tatlı birer hatıra olarak zihnimde yeniden yaşamaktayım. Yazının başlığı belki de dikkatinizi çekmiştir. “Er’e kalkmak” benim çocukluğumun Ramazan aylarında en çok kullanılan çok kısa ancak bir o kadar da anlamlı cümlesi olmuştur. Tek heceden ibaret olan “er” kelimesi “erken” anlamındadır. Buradan hareketle “Er’e kalkmak” alışılmışın dışında daha erken bir vakitte, erkenden kalkmak anlamı çıkmaktadır. Eminim ki değerli okuyucular burada açıklanmaya çalışılan terimin sahur veya sahura kalkmak anlamında kullanıldığını hemen kolayca anlamışlardır. İşte çocukluğumun önemli anılarından birisi Ramazan ayında anne ve babamdan yatmadan önce yalvararak “Beni de er’e kaldırın, olur mu?” cümlesinden oluşur.
Anılarımda hatırladığım yıllar ilkokula başlamadan önceki ve ilkokula devam ettiğim ilk yıllardır. Bu yıllarda Ramazan ayı kış aylarına rastlamaktaydı. Bildiğimiz gibi Ramazan ayı Miladi takvime göre mevsimler içinde yer değiştirir. Ramazan ayının yaklaşık olarak her 35-36 yılda bir miladi yılın aynı zaman dilimine rast geldiğini hepimiz biliriz. O soğuk kış günlerinde sobalı evimizde dedemgillerle birlikte yaşadığımız geniş ailemizin gece birlikte sahur yapması bana göre zevkli olduğu kadar önemli ve mutlaka yaşanması gerekli bir olaydı. Bu güzel zamanı aile büyüklerimle birlikte yaşamak benim için kaçırılmaması gereken bir etkinlik olarak hafızamda yer ettiğini hatırlıyorum. Sobamız yanmış, er’de yenecek sahur yemeklerimiz hazırlanmış ve yufka yemeğimiz sobada gevrekleştirilmiş halde bizi beklemektedir. Bazı gecelerde yazdan hazırlanmış keçi derisine sıkıştırılmış deri peynirimiz ile sobada ısıtılan yufkalarımız ile birlikte zevkle yenirdi. Kendi yaptığımız tereyağımız peynirli yufkamıza eşlik ederdi. Yine hepimizin bildiği gibi çocuklar olarak bize düşen “tekne orucu” tutmaktı. Öğle saatlerinde yemek yememiz şartı ile oruç tutmamıza dedem ve babamgiller izin verirdi. Şimdi o tatlı hatıralarımı içimi çekerek anmak beni bazen hüzne, bazen de küçük gülümsemelere götürmektedir.
Şimdilerde ben de dede oldum ve yedi yaşında bir torunum var. Ramazan aynın başlamasıyla birlikte sahur gündemimize oturdu. İlk sahur gecesinde torunum bizde kalmak ve bizimle birlikte sahur yapmak istediğini ısrar ederek bize kabul ettirmeye çalıştı. Evet, doğru tahmin ettiniz. O kazandı ve bizimle birlikte ilk sahuru yapma isteğine kavuştu. Bizim için sıradan ama emimin ki onun için çok büyük bir olaydı bizimle birlikte sahur yapması. Onun için önemli olanın ne yediğinden ziyade o vakitte bizimle bir şeyler yiyebilmek olduğunu anlamak zor olmasa gerek. Ramazan’ın ilk günü tekne orucunu tutmak için kendisini hazırladı ve bunu da gerçekleştirdi. Eminim ki bu isteklerini bu mübarek ayda tekrarlayacak ve büyük ihtimal yine emeline erişecek. Benim çocukluğumda olduğu gibi evimizde ne sobamız, ne yufka ekmeğimiz, ne de kendi yaptığımız deri peynirimiz (tulum peynirine bizim oralarda verilen isim) vardı. Bilmiyorum o benim yaşlarıma geldiğinde (Allah uzun ömür versin inşallah) bugünlerin Ramazanlarını nasıl hatırlayacak ve nasıl anlatacak? “Zaman çok şeye gebe” denilir ya o nedenle zamanla her şeyin hızla değişmekte olduğunu ifade etmek çok sıradan bir şey hale geldi. Örf ve adetlerin değişimi ile geniş aileden çekirdek aile yapısına geçişin hızla gerçekleşmesi sonuçta toplumsal yapının değişmesine neden olmaktadır. Bu değişimin 40-50 yıl içinde nasıl evrileceğini şimdiden kestirmek çok zor. Teknolojideki gelişmeler toplumun yapısındaki değişimlerin en önemli etkenlerinden birisi olmaktadır. Bu kadar uzun bir sürede (40-50 yıl) teknolojideki gelişmelerin ne denli fazla olacağını ancak tahmin edebiliriz. Bu gelişmenin üstel bir ifade ile değişeceği veya değiştiği bilinen bir gerçektir. Son 15-20 yılda teknolojik gelişmelerin son üç asırda tamamlanan gelişmeye eşit olduğu belirtilmektedir. Bundan sonra çok kısa sürelerle çok hızlı teknolojik gelişmelerin olacağı ve insanlığın hizmetine sunulacağını beklemek kahin olmayı gerektirmediği açıktır. İşte buradan hareket edilirse benim yaşımda olanların torunlarının çocukluklarını nasıl hatırlayacağını, geçmişi özlemle mi yoksa çok sıradan ve gayet ilkel bir hayat olarak mı hatırlayacaklarını çok merak ediyorum.
Her şeye rağmen bizim kuşaklar geçmişimizin iyi anılarını hatırlamaya devam edecek gibi görünmektedir. “Zaman en iyi öğretmendir ancak tüm öğrencilerini öldürür” ifadesince her yaş grubu hayatı farklı şekilde algılayacak, öğrenecek ve çok farklı tarzda anacaktır. Torunlarımızın da bugünlerin Ramazan’larını anılarında iyi bir şekilde hatırlamaları dileklerimle.