Büyük en büyük baba, Turing kıran baş kesen ceddin baba, dünyaya ikinci tur bindirilen savaştayken kendini nedense güvende zanneden nazlı niyazlı mesajların ne demeye geldiğini ifşa ederek ilk kıvılcımı yakmıştı. O kıvılcım ki hatasız kul olmaz genetik alt yapılı sönmeyen alev ecdatlıktan günümüze kadar nur topu yangın nesilleri verenler haline getirilmişti. Doğan ilk kıvılcıma “yapay zeka” sonraki torun torbalara da “sembolik yapay zeka”, “sibernetik yapay zeka”, “chatbot kod adlı diyalog bazlı yapay zeka” gibi isimler kulağa değil yapay sinir ağlarına üflenerek konulmuştu.
Bu zeka Turing Baba’dan Müslüm Baba’ya sibernetik geçişle “Bu benim meselem, derin meselem; Ezelden ebede giden meselem” diyerek görevleri üstlendi. Neler miydi görevleri?
Görelim:
- Algılama
- Öğrenme
- Çoğul kavramları bağlama
- Düşünme
- Fikir yürütme (belirtme)
- Sorun çözme
- İletişim kurma
- Çıkarımsama yapma
- Karar verme
Aşk olsun! Bu kadar mı?
Olsun. Dahası var: Düşüncelerden tepkiler üretebilmeliydi (eyleyici yapay zekâ) ve bu tepkileri fiziksel olarak dışa vurabilmeliydi.
Mide koruyucu almak zorunda bırakan acılı yemekleriyle ünlü ülkenin acılı atasözü “görevini yapanın suçu yoktur” dan hareketle gündüzler gecelerle kol kola çalışmaya devam edildi. Ceddin babanın isminin verildiği “kim kimdir” bilinmeyecek bir test planlandı. Bir insan ve bir makine karşılıklı birbirlerini yüz yüze görmeden yazışma yolu ile sohbet ettirildi. Sohbet sonrası şifre çözmekte usta büsbüyükbabanın bir zamanlar veri işleme toprağına attığı tohumların fidanları farklı meyveler vermişti. Sohbet sonrasında makine insan, insan da makine zannedilmişti. Test çok eleştiri aldı.
Hadi buyur buradan yak; Zaten yangın yeri ki ortalık, demiştik baştan…
Bu test, robotun botunu almış çet “chatbot” yani konuşmaya dayalı diyalog sistemi olmasından dolayı eleştiriye maruz kalmıştı. Peki etkin buluşma nerede olmalıydı? Sanat güneşimiz konuşmadan, rüya aleminde yapılabilecek yapay zeka iletişimin ipucunu vermişti:
“Yıllar var ki biz seninle
Bakışarak konuşuruz
Sevdalanmış kalbimizle
Rüyalarda buluşuruz
Bu şarkıyla kavuşuruz”
dedi. Kavuşuldu da, çekik gözlüler gerçekte bir türlü kavuşamayan sevenleri sevdicekleriyle rüyalarda buluşturdular.
Araştırmalar dur durak bilmiyordu. Bin dokuz yüze 50 ve sonraki sayıların eklenmiş olduğu yıllarda sinir hücrelerinden oluşan ağlarla hesaplanan bir hesaplama modeli oluşturularak, sinir hücreleri arasındaki bağlantıların şiddetlerini değiştirmek yoluyla mantıksal işlemlerin yapılabileceğini gösterdiler. Satranç oynayabilen bilgisayar temelli bu mantık kuramcısı zeka artık temelli olarak “yapay zeka” tanımını ortaya koymuş oluyordu.
Sonra ne mi oldu? Yapay sinir yolaklarında yapılan meşru veya DNA testi istenmesine gerek olmayan “babası kim” evliliklerin sonucunda iki tane nur topları kucaklara verildi:
Sembolik Yapay Zekâ ve Sibernetik Yapay Zekâ
Gelişim basamaklarını başarıyla geçen bu yeni doğanlar artık “insan gibi düşünelim” dediler. Demekle kalmadılar “genel sorun çözücü olalım” dediler. Hatta “biz insan değiliz ki” palazlanma cüretini gösterip, insandan bağımsız zeki ama yapay zekaların hareket noktası oldular. Sembolik yapay zekalı torun, başarısını göstermek için gerçek yaşamdaki sorunları temsil ettiğini zannettiği yapay sorunlar oluşturup çözmeye çalıştı. Fakat bir türlü çözüme ölçeklenemedi. Onun dünyası gerçek dünya değildi ki çözebilsin, olsa olsa “oyuncak dünyaydı”. Kelime taktiklerinin koltuğu “sentaktik” onu kandırmıştı. Karşısındaki ile sohbet edebiliyor gibi görünmesine karşın, yalnızca karşısındaki insanın cümleleri üzerinde bazı işlemler yapıyordu. Yaparken de komik çeviriler oluşturuyordu. Anlam çıkarma, bağlantı kurma ve fikir yürütme sınavından çakmıştı. Oyuncak dünyanın sentaktik olması yetmiyordu, semantik de olmalıydı yani anlam bilgisine de çalışmalıydı. Sibernetik yapay zekalı torun da diğerinden farklı değildi. Gerçek sinir ağlarına benzeme yüreğini yeme fırsatını o da yakalayamamıştı. Tek katmanlı oluşu nedeniyle zeki davranışı benzeşimlendiremiyordu. Görevle ilgili vargıları veya sonuçları bir yargıya dönüştüremediğinden diğer kavramlar ile bir ilişki kuramıyordu. O da semantik olmalıydı. Taktikleri toplamalıydı.
Başarısızlıkların getirdiği sorunları çözmek için torunlara madam Rotenmayer kılıklı eğiticiler tutuldu. “Uzman sistemler” denilen bu eğiticiler torunları oyuncak dünyadan çıkarıp gerçek dünyaya hazırlıyorlardı. Her ne kadar eğiticiler verdikleri eğitimin ne işe yarayacağını bilmeseler de, ki bu yapay zekada bir sorundu, her verilen kararın hangi kurallar uygulanarak verildiğinin “kolayca bilinmesini” sağlıyorlardı. Bilinmekle kalınmadı, endüstri haline gelip paraya para denilmedi. Dil üzerinden yürütülen yapay zekâ çalışmaları ile antropoloji biliminde farklı dilleri anlayan anlam çıkarma-çıkarımsama programları geliştirilerek şirketlerin geniş endüstriyel alanlarda müşterilerine ulaşabilmeleri sağlandı. İnsan ve makina arasında köprü kuran “diyalog bazlı yapay zeka” bilgisayara yazarak dil işleme teknolojisi ile kullanıcının yazdığı metini anlamlandırmaya; veya konuşarak verilen komutlarla ekran dostluğu kurarak sesli asistanları insanlarla buluşturmaya çalıştı.
Gelecekte yapay zeka insan zekâsına bir alternatif oluşturabilir miydi?
Sibernetik bir yaklaşımla modellenmiş bir yapay zeka, sembolik bir yaklaşımla insan aklı kadar esnek ve duyguları olan karar alma yetili bilişsel süreçler ve uzman sistemler kadar yetkin bir bilgi birikiminin dengeli bir karışımı sayesinde bir nefeste içe çekilenlerden olacaktır. Gelecek bir kere gelmeye ant içmişti. Kıvılcımlar da ateşe dönmüştü artık; Yapay zekalı bilim aşkı sınır tanımıyordu.
Seni içime çektim bir nefeste
Yüreğim tutuklu, göğsüm kafeste
Yanacağız ikimiz de ateşte
Bir kıvılcım yeter, hazırım bak
Aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk
Müslüm Gürses ve Zeki Müren’e rahmetle,
Sezen Aksu’ya saygıyla…