Bazen düşünüyorum; ben çok mu saf bir adamım yoksa çok mu idealist? diye. Harran Üniversitesi denilen bu "kara bahtlı" kuruma intisap edeli tam 16 yıl olmuş. Zaten Üniversitenin mazisi de 17 yıl. Neden "gül gibi mesleğini", doktorluğu bırakıp akademik hayata atıldın diye soracak olursanız, bunun birkaç sebebi vardı. Birincisi 3 yıl doktorluk yaptım ve tıp uygulamasına ve meslektaşlarımın "haline" baktım, karar verdim "Bu iş benim yapacağım iş değil." diye. Bu işi yaparken ben kafamı yastığa rahat koyup uyuyamazdım, bir çıkış yolu arıyordum. İkincisi, temel bilimler, özellikle de deontoloji istiyordum ve 1992’de yeni kurulan 15 üniversiteden yalnızca Harran ve Denizli Üniversiteleri Deontoloji kadrosu ile yurt dışına eleman gönderiyordu. Ben, eşimle beraber Harran’ı tercih ettim, çünkü ismini çok beğendim. Hem, okuduğum yazılar Urfa’nın 2000’li yıllarda ülkenin metropol şehirlerinden birisi olacağını söylüyordu. Herhalde "metropol şehrin" üniversitesi de ona göre olurdu. Nereden bilirdim 2009’a gelindiğinde kampusunun hâlâ bitmeyeceğini, hastanesinin hâlâ kampusa taşınmayacağını.
1993’te yurt dışına gidip 1999’da geri döndüm. Her şey bıraktığım gibiydi. Sordum; "Niye böyle?" diye, dediler 6 yılda 4 rektör değişti. Daha ötesini sormadım. Derken "kudretli" bir rektör geldi ve Üniversiteyi 2 dönem yönetti. Allah var, nankörlük etmemek lazım bayağı bir değişiklik oldu bu dönemde. Olimpik havuzumuz, meyve bahçelerimiz, konferans salonlarımız oldu ve yeni bir kampusumuz belli ölçüde tamamlandı. Ama olmayan bir şey vardı ki, o da Tıp Fakültesi hocalarında huzur ve mutluluk. Herkes bir an önce doçent olup bu Üniversiteyi ve bu şehri terk etmek istiyordu. Doçent olmak için yayın yapmak gerekiyordu. Tıp Fakültesi hocaları kurtuluş reçeteleri olan yayınlara öyle bir sarılmışlardı ki, diğer fakültelerdeki "yatan" meslektaşlarına rağmen Harran Üniversitesini yayın sıralamasında Türkiye 5. liğine yerleştirmeyi başarmışlardı.
Hepsi doğal olarak emeklerinin karşılıklarını aldılar ve doçent oldular. Kendilerine göre değerli bir iş yapmışlardı ama, idareden ne bir takdir ne bir teşekkür göremiyorlardı. "Benden kadro istemeyin, gerekirse Fakültenin kapısına kilit vururum" diyen haşmetli bir rektörleri de vardı. Derken göçmen kuşlar Harran’ın sıcağından daha serin ve yeşil yerlere doğru havalandılar. Kimisi devlet üniversitesine gitti, kimi vakıf üniversitesine; kimi de hastanelere şef oldu. Bu arada olan Harran Üniversitesi Tıp Fakültesine ve öğrencileriyle asistanlarına oldu. Servisler ya 1 2 hocaya ya da sadece asistanlara kaldı.
Haşmetli rektörün idaredeki ömrü Tıp Fakültesini "öldürmeye" yetmedi ama "ağır yaralı" olarak haleflerine teslim etti. Haleflerin (mevcut Rektör ve Dekan) iyi niyetle çalıştıklarına şüphe yok. En azından fakültenin kapısına kilit vurmak gibi bir niyetleri yok. Ama, ne yapsalar beyhude. Kadro ilanlarına başvuran olmuyor veya çok az oluyor ve insanların "Bir gün buradan kurtulacağım" fikri sabiti değişmiyor. Bizim fakülteyi dibi delik tencereye benzetiyorum, üstten koyuyoruz alttan dökülüyor. O yüzden "kara bahtlı" üniversitem diyorum.
Ne yapmalı? Şanlıurfa’yı ve Harran Üniversitesini nasıl cazip hale getirmeli? On beş yıldır hep bunu düşündüm, düşüncelerimi çevremdekilerle paylaştım. Ama artık bitti. Artık bunu hiç düşünmüyorum. Neden mi? İzninizle, o da benim özelim olarak bende kalsın…