Ülkemizde, son günlerde, petrol ürünlerine habire zam yapıldığını görüyoruz. Dünyada petrol fiyatları bir yükselir, bir düşer. Ancak genel trend daima bir yöne doğru olur. Dünyada, savaş ya da başka olaylar hep olur. Çok üreten bir ülke üretimi azaltıyorum der, birden fiyatlar yükselir. Olaylar durulur. Üreticiler üretimlerini arttırırlar ya da başka nedenlerle fiyatlar düşer. Bizde her nedense, fiyatlar hep yükselme eğilimindedir. Arada bir göstermelik elli kuruş düşürürler. Ertesi gün, iki lira zam yaparlar.
Domino taşı misalidir bu işler. Benzine, mazota zam gelince, otomatik olarak iğneden ipliğe, her şeye zam gelmiş demektir. Elektrikten ekmeğe, otobüs, metro biletinden, meyve sebzeye, et, süt, peynir, market raflarında aklınıza ne gelirse hepsi birden zamlanır. Vatandaş, halk ekmek kuyruklarında bekler, pazarlardan artık toplar. TV ekranlarında pırlanta reklamlarını izlediğinizde, ‘Arkadaş senin pırlanta dediklerin, artık market vitrininde’ dersiniz.
Yazarımız İsmail Poyraz, okulları şehrin dışına yapıyorlar diye yakınıyor. Çok doğru, okullar şehrin içinde ve ulaşımı kolay olmalı. Sadece okullar mı, şehir hastanelerini bile, şehrin dışına uzak yelere yapıyorlar. Ardından yeni yollar, köprüler, alt geçitler gerekiyor, bunlar da maliyeti arttırıyor. Şehirlerde o kadar büyük arsa bulunmuyormuş. İyi de, o kadar büyük hastane, okul yapmayıver. Hastaneleri, travma, doğum, kardiyoloji vs. diye sınıflandırıp çeşitlendirerek, daha ufak yapmak pekala olasıdır. Ankara şehir hastanesinde, üç binin üzerinde hasta yatağı varmış. İçinde arabayla gezecek kadar büyükmüş. Büyüklüğüyle övünüyoruz. Dünyada böyle bir örneği var mı?
Beş-altı milyar dolara, Atatürk Havalimanı’nı büyütmek mümkündü. Gittik, dağın başına, yüz kilometre uzağa İstanbul havalimanını yaptık. Yirmi beş milyardan fazlasını harcadık. Büyük yatırım, büyük iş ve büyük para. Yapanlara rantı da o oranda bol olmalı. Yağmur yağdı, otoparkı sular altında kaldı. Havalimanına gidebilmek için paralı otoyollar yapıldı da, metro bir türlü gelemedi. Doğrusu, daha işin başında unutulmuş gibi. Kışın kar, fırtına oldu, ulaşım aksadı, uçaklar kalkamadı, seferler iptal oldu, etrafta ilaç için bir tane otel bile yok. Düşünememişlerdir zahir. Havalimanında geceleyenlere üstüne yatsınlar diye karton dağıttılar.
Bu işler hesap, kitap ve planlama işidir. Daima, öyle olmalıydı da olmadı. Zaten çoktandır Devlet Planlama Teşkilatı bir kenara konulup, atıl hale getirilmedi mi.
Neyse büyüklerimiz bizden iyi bilirler diyelim.
Bir başka yazıda arkadaşımız Nafiz Maden, 5 Temmuz’da, ‘Bizde Petrol Var’ başlığıyla bir yazı yazmış. Yazıyı yabancı biri okusa, ona şu soruyu sorardı. So what?. Ben de, güzel Türkçemizle soruyorum. Eee.
Ülkemizde petrol var da, biz neden hala petrol ithal ediyoruz, neden oturup kendi petrolümüzü çıkarıp işlemiyoruz? Çıkartması mı zor ve çok para mı gerektiriyor? Pahalıya mal olduğundan dışarıdan almak daha mı ucuza geliyor? Denizlerimizde petrol bulundu diyelim. Onu çıkaracak teknolojimiz var mı? Bir petrol platformunun günlük kirası kaç dolardır?
Konum olmadığından, bu soruların yanıtlarını ben veremem. İkinci bir yazıyla yanıtlarını bekliyorum.
Yetmişli yıllar, Kıbrıs barış harekatından sonra ‘Amerika’ bize ambargo uygulamaya başlamış. Ülkemiz yetmiş sente muhtaç hale gelmiş. Gazeteci, Başbakan Süleyman Demirel’e sorduğunda, Demirel’in verdiği yanıt hala aklımdadır. ‘Ülkede benzin vardı da biz mi içtik.’
Yazıdan anladığım kadarıyla, evde, un var, yağ da var, var olmasına da birileri, bizim helva yapmamızı engelliyor. Dış güçler, ya da dış mihraklar mıdır, bilemedim..