Dr. Alexis Carrel’i hatırlattı size değil mi! “İnsan Denen Meçhul”…
İnsanı “İNSAN” yapan bütün felsefi zenginliğin panenteistik, estetik ve armonik kaos ve metamorfoz ahenginin kaynağı, sonsuz güç ve hafıza kapasitesine sahip olan müstesna bir organ, hayal ve hakikat fırtınalarının hüküm sürdüğü umman, “BEYİN”!
BEYİN; uzaydan daha geniş ve daha kapasiteli bir EVREN!
Beyinle geçen bir değil, bin ömür bile, beyni anlamaya kâfi değil!
Beyin, dipsiz kuyu…
Tek bir sırrının çözülebilmesindeki bir küçük adımla bile, “Yapay Zekâ”ya kapı aralayabildiğimiz, mecburiyetimizin ve mesuliyetimizin yegâne sebebi olan “Beyin”; hep meçhul, hep esrarlı, hep sürükleyici…
En büyük nimet mertebesindeki beyin bir donanım, en büyük servet olan akıl ise bir yazılım, zekâ da bu muazzam yapının işletim sistemidir. Mahşerde, kanaatimce, yeterince kullanıp kullanmadığımız hususunda sorgulanacağımız bir zenginlik, kâinatın sırrının içinde saklandığı “Beyin”…
Bilgi depolamaktan ziyade, âlemin refahına katkı sağlamak için bilgi üretmek ve problemlere çareler bulmakla mükellef BEYİN.
Yıllarımı harcadım, ömrümü verdim, on binlerce ameliyat yaptım çare diye, nice beyinlere dokundum, kafa yordum, en güzel çağımı harcadım bu muhteşem yapının sırrına vakıf olmak, öğrenmek ve öğretmek için. Ama ne fayda… Her çözdüğümü zannettiğim sır, her açılan kapı, bir başka meçhulün bin bir kilitle korunmuş, bir çözümsüz Baki sırrın sırrı ile sırlanmış bir başka esrarengiz kapısına çıkıyor!
Bu tanrısal parçacıkların oluşturduğu meçhuller diyarının hikmet, basiret, feraset, servet, kuvvet, hasret, gayret, cesaret, fazilet, zarafet, adalet, hayret, nusret, meşveret, hazakat, hamiyet, dirayet ve merhamet sıfatları ile mücehhez ve müzeyyen labirentinde kaybolmamak, yolunu şaşırmamak, haddini bilmemek ve “BEN”ini yitirmemek ne mümkün…
M.Ö. Urla’lı Anaxagoras, “ŞEY” kavramının ulviliğini, “Her şeyde, her şeyden bir parça vardır!” diyerek ifade etmemiş miydi? Sokrat, Eflatun, Aristo hep bu ıstırabı yaşamamış mıydı? İbn-i Sina’nın hayret çığlıkları hâlâ kulaklarımızda… Gazali, Numan bin Sabit, Nesefî, İbni Rüşt, İbni Haldun, Birûni… Hangi birini zikir edeyim! Leibniz’in “Monadlar Teorisi”ni mi? 18. yüzyılda yaşamış olan Fransız bilim adamı Jean B. J. Fourier’in matematiksel hesaplama yöntemi çok büyük bir adım olmuştu, bu muamma organı anlayabilmek için.
Tam da Cajal, “Tamam, işte bu!” diye bize çizip gösterdiği “Nöron” ile ‘bu sır çözüldü” derken, Brodmann duruma müdahale etmedi mi?
1947 yılında Nobel Ödülü’nü kazanan Dennis Gabor, Karl Lashley, Wilder Penfield, Karl Pribram ve niceleri… Ya beyin cerrahisinin tarihini değiştiren ve çağ atlatan, nöröşirurji tarikatımın kutbu ve şeyhi, ileri yaşına rağmen fikirleri ile hâlâ yolumuzu aydınlatan anıt adam, Hocam Yaşargil… Ne kadar ter döktüler bu beyni anlayabilmek ve anlatabilmek için! Bu uğurda dökülen ter, ummanlara nal toplatır! Esamesi okunsun diye İsmail Hakkı da kendine pay çıkarma peşinde…
Daha birkaç yıl evvel yazdığım kitaplarımdaki klasik zannettiğim bilgileri bile yenilerinde değiştirmek zorunda olduğumun farkında olmam, bu muhteşem yapının karşısındaki acziyetimin, daha doğrusu fani insanın kifayetsizliğinin ifadesidir.
Zira bir beyni tam olarak çözebilmek, sırrına vakıf olabilmek, onu hakkıyla anlayabilmek, ondan daha muhteşem bir beyne sahip olmakla mümkündür! O da Âdemde ne arar…
Beyin; aksonu omurilik, kranial sinirleri dendritler olan, mikrokozmik kollektif bir nörondur! Her Biri Farklı Bir Beyin Gibi Çalışan Yüz Milyar Kutsal Nöronun, Kollektif Yapılanması…
Mazimizin ayak izleri ve hatırası, atimizin işaret levhaları ve meşalesi beyin; Hiçbir Fani Bilim ve Teknolojinin Üretemeyeceği bir Kompitür!
Kafamız o kadar çok karışmalı ki yorulmak, dinlenmek bilmeyen beynimiz yeni bilgi üretmekten dinlenmeye fırsat bulamasın, biz de onu israf etmekten imtina edelim.
Beynimizin nefes almasına hiç fırsat vermeyelim ki nefes alabilelim! Nefeslenebilelim. Âlem için, Âdem ve nefes olabilelim.
En önemlisi de “Hesap Günü”ndeki imtihandan alnımızın akıyla çıkabilelim!
İşte rubaimiz.
TÂZE BAHÂR
— — • / • — — • / • — — • / • —
(Mef’ûlü, Mefâîlü, Mefâîlü, Feûl)
Gölgem, tepeden tırnağa Sen. Sevgili Yâr!
Cezbende senin, rûhu saran mûcize var!
Sihrin yeni bir iklime gönderdi beni,
Sen, güz günü gönlümde açan tâze bahâr!