Beynimiz, karşılaştığı kişinin ilk önce dış görünümü, yüz ifadesi, kıyafeti, düşüncesini yansıtan bir sembol veya simgesinden çok etkilenir. Bu etki zemininde de ön yargıya girer ve bu ön yargı zemininde de o kişiye yaklaşımını devam ettirir. Bu devam ettirme de ya o kişiye yaklaşma, olumlu yönde hareketlerini ayarlama (çakışma) veya uzaklaşma, olumsuz yönde davranışlarını geliştirme (çatışma) şeklinde olur. Dolayısıyla da konsantrasyon tam sağlanamaz.
Beyinde oluşan ön yargı temelli yaklaşım, kısa süreli ve geçici karşılaşmalarda ciddi bir sorun oluşturmayabilir. Fakat çok katı görüşlülerde yine de olumlu veya olumsuz sonuçlu bir sorun yaratabilirse de, esas sorun sürekli birlikteliklerde kendini gösterir. Örneğin; bir memurun veya bir işçinin diğer mesai arkadaşlarıyla ve özellikle üstleriyle ve önemli kararlı durumlarda vatandaşla olan iletişimi yanında, öğretim üyesi/öğretmen ve öğrenci gibi yıllar süren birlikteliklerde karşılıklı etkilenim çok daha yoğun ve kalıcı etkili olacaktır.
İnsan beyninde kalıcı etkili dış görünüm, özellikle din temelli bir yoruma dayanan ve dolayısıyla karşısındaki kişinin beyninde din temelli bir ön yargı ve görüş oluşturan kıyafet (türban, takke, kippa, sarık, cüppe, sakal veya özel şekilli bıyık vs.) veya sembol (haç vs.) olmaktadır. Dış görünüm, öğretmenin, hatta diğer öğrencilerin derse olan konsantrasyonunu etkileyecektir.
Ülkemizde 1980 askeri darbesinden sonra ve özellikle siyasetçilerin oy potansiyellerine alet etmelerinden ve böylesi kıyafeti dini bir yoruma dayandırmalarından itibaren 30 yıllık bir toplumsal kaosa ve ayrışmalara yol açan dine dayalı kadın kıyafeti konusu da başkalarında ön yargılara yol açma temeline dayanmaktadır. Yıllardır da buna ilişkin sayısız oturumlar, tartışmalar ve kavgalar olmuş ve maalesef halen olmakta ve bu işi kökünden çözecek öneriler bir türlü söylenmemekte ve havanda su dövülmeye devam edilmektedir. Bu konuyu “DİN VE BEYİN” isimli kitabımda 475-506’ncı sayfalar arasında tam 30 sayfada tartışmış ve görüşlerimi belirtmiş bulunmaktayım. Burada sadece çözüm önerilerimi sunacağım.
İlk önerim aydın kesime
Atatürk’ün 1932 yılında başlatmış olduğu “DİNİN ÖZÜNE DÖNÜŞ PROJESİ” ne sahip çıksınlar. Çünkü aydınlarımız henüz Atatürk hayatta iken dindar görünmekten çekinmeye ve camilere gitmez olmaya başladılar. Bunu gören Atatürk şu ikazı yapıyor; “Bazı kimseler çağdaş olmayı inançsız olmak sayıyorlar. Asıl inançsızlık, onların bu inanışıdır. Her sarıklıyı hoca sanmayın, hocalık sarıkla değil, akıldadır.” Ancak bu ikaza rağmen aydınlarımız dinden uzaklaşma ve dini sahiplenmeme tavırlarını daha da yoğunlaştırdılar ve dinin meydanı hem din cahillerine hem de dini istismar eden yani Allah ve din ile aldatanlara/dincilere kalmış oldu. Böylece ülkede ötekileştirmelere sebep oldular. Daha önemlisi de onlar gibi Atatürk’ün de haksız bir şekilde “Dinsiz” ithamına neden oldular. Dolayısıyla da başta aydın kesim olmak üzere hiç kimsenin “Din niye bu hale geldi?” diye şikâyet etmeye hakkı yoktur, diye düşünüyorum.
Dindar, fakat bu inançlılığının anlaşılmasından çekinen ve bu nedenle Cuma günleri de olsa camiye gitmekten kaçınan aydınlarımızın bu çekincelerini üzerlerinden atmaları, camiye gidenleri ötekileştirmekten vazgeçmeleri, birlikte ve çağdaşlaşmaya yönelik yaşamları ve dinin özü temelli inanışları ile örnek olmaları sorumluluklarını yerine getirmeleri şart. Yani eğitimli, orta eğitimli ve eğitimsiz hepimizin, birbirimizi ötekileştirmeden İslam dinine ACİLEN sahip çıkmamız ülkemizin selameti için zorunlu. Diğer bir ifade ile kendimizi bağnaz laiklikten kurtarmalı ve çağdaş laikliği uygulamalıyız. Çağdaş laiklikte; devlet, farklı dini yorumlara ayrıcalık tanımaz, dine dayalı görüşleri devlet idaresi ve işleyişine karıştırmaz ve dini suçlara karışmaz, yani Allah ile kul arasına girmez.
İkinci önerim:
Hac ve umreye gidenler ile yakınlarına olacak. Bu vatandaşlarımız hac veya umre için Suudi Arabistan’a gittiklerinde, oradaki kadın kıyafetlerinin dine göre değil de, sadece geleneksel Arap kıyafeti olduğunu bilsinler ve yanlışlıkla dini bir kıyafet zannedip, Türkiye’ye döndüklerinde uygulamaya kalkmasınlar.
Üçüncü önerim devlete;
Tıp, teknik, fen bilimleri, hukuk, sosyal bilimler, ilahiyat öğretim üyeleri, diyanet sorumluları ve hatta bilinçli ve dinci olmayan ulemadan oluşmuş geniş katılımlı bir veya birden fazla komisyonlar kurulmalı ve bu komisyonlar tarafından;
a. Kadının dine dayandırmakta olduğu giyimin bir inanç nedeniyle değil, Nur-31’inci ayetin iki yorumundan birine dayandığı ve dine dayalı bir kıyafetin Müslümanlığın farz bir ön şartı olmadığı açıklansın.
b. Nur-31’inci ayetin yapılan iki yorumu nedeniyle oluşan kaosa karşılık A’lak-1-12’nci ayetlerdeki okuma, bilim ile uğraşma, öğrenme ve anlayıp düşünmenin bir yorum değil, kesin ve emir bir farz olduğu anlatılsın. Örtme emrinin de kadın ve erkeğin şehvet yerlerini örtmeleri şeklinde olduğu açıklansın.
c. Dine dayalı gruplaşmaların birer emir olarak Kur’an’da yasaklanmış olduğu açıklansın.
d. Meallerde tespit ettikleri ve toplumda cinsiyet ayrımı ve küçültücü ön yargı oluşturma tehlikesi olan kelime ve ifadeleri açıklasınlar ve bu hataların düzelmiş olduğu meallere müsaade etsinler.
e. Dinin ders kitabı olan Kur’an’ın her salat aktivitesinin son aşamasında veya tek başına okunurken anlamak, öğrenmek ve düşünmek üzere ana dilde okunması gereği anlatılmalı (Yusuf-2: Biz onu (Kur’an’ı), akıl erdiresiniz/anlayıp düşünesiniz diye ana diliniz olan Arapça bir Kur’an olarak indirdik. İbrahim-4: Ve biz her gönderdiğimiz peygamberi, ancak bulunduğu kavminin diliyle gönderdik ki, onlara açıklasın ve iyice anlasınlar diye. Cuma-5: Kendilerine kitap (Tevrat) verilip de onu anlamayıp buyruklarını yerine getirmeyen ve onunla amel etmeyenlerin veya yalanlayanların/inkar edenlerin durumu, kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir.).
f. Kadınlarımıza, dine dayandırılmaksızın Anadolu gelenekleri veya bulundukları doğal koşullar ile çalışma şartları çerçevesinde olan giyinmeleri ve başlarını örtmelerinin kabul edilebilir olduğu ve dine göre olmadığı açıklanmalı. Dine dayalı herhangi bir zorlamanın olamayacağı da vurgulanmalı.
g. Güneş ve D vitamini ilişkisinin sağlık yönü ve derinin güneşe mutlaka açık olması gereği sık sık vatandaşlara anlatılmalı.
h. Bir devlet kurumuna kurumun kimlik kartını kullanarak ve devam etme durumunda olanların (memur, işçi, öğrenci vs.) kurumda görev yerinde ve sırasında (oda, salon, dershane, laboratuvar vs.) veya herhangi bir yerde görevli iken (icra, keşif, ambulans vs.) dini çağrıştıran kıyafet, sembol veya simge kullanmaları yasaklanmalı. Görevli olunmayan diğer ortamlar (kampus, sosyal aktiviteler, kongre, konferans, ÖSYM gibi henüz kimlikli öğrenci olunmayan genel sınav sırası vs.) ve kimlikli kişilerin eş ve yakınları için ise serbest olmalı. Hoca-öğrenci karşılıklı ön yargılara girmemeli/ders notu bağı olmamalı ve hocanın ders anlatım konsantrasyonu bozulmamalı. Yine devletin dini yorumlara göre farklı bir uygulamaya alet edilmemesi gerektiği anlatılmalı. Bu yasaklamanın bir körün dış görünümünden Peygamberin bile etkilendiğini anlatan Abese suresindeki mesajın ve mahkemelerin içtihatları doğrultusunda olduğu vurgulanmalı.