Sağlık sistemimizde çok fazla sorun olduğunu hepimiz biliyor ve yaşıyoruz. Sorunlar çözülüyor mu, çözülür gibi mi yapılıyor bazen akıllar karışıyor. Belki de sorunların çokluğu, çözümleri yetersiz ve göze görünmez kılmakta.
Bakanlık, Adana ili ve çevresinde de bir transplantasyon komitesi oluşturdu ve bölge koordinatörleri atadı . Bir grup insan akıl almaz bir azimle oradan oraya koşturuyor; organ transplantasyonu ve donörlük kavramlarını bitmez tükenmez bir sabırla anlatıyorlar. İnsanların, bedelsiz parmağını bile kıpırdatmadığı bir zamanda bu insanlar karşılıksız ve inanılmaz bir istekle oradan oraya koşturuyorlar. İnsan sevgisi bu olsa gerek. Yakından tanıdığım insanlar var içlerinde ve takdir etmemek mümkün değil. Ekibe destek vermek gerekiyordu, ne yapabiliriz sorusuna siz de “Beyin ölümü” anlatabilirsiniz dediler. Bir yıldan uzun zamandır bu görevi üstlendik.
Organ bağışı ile ilgili olarak yavaş ilerleyen bir süreç yaşandığını düşünüyorum. Diğer ülkelerle karşılaştırıldığı zaman biz çok gerilerdeyiz. Beyin ölümü tanısı koymanın birçok meslektaşımız için çok zor bir süreç olduğu görülüyor. Bu tanıyı koymak, hem vicdani hem de mesleki sorumlulukları birlikte gerektiriyor. Hekimler beyin ölümü kavramıyla gerçek anlamda uzman olduktan sonra karşılaşıyorlar. Mevcut yasalara göre de anesteziyolog, kardiyolog, nörolog ve beyin cerrahisi bu tanıyı koymakla sorumlu uzmalardır. Mesele ne yasalardır ne de hekimin sahip olduğu bilgiler. Beyin ölümü kavramının önündeki en büyük engel hepimizin bakış açısıdır. Daha açık söylemek gerekirse aldığımız eğitimin yetersizliğidir. Bundan 5-6 yıl önce, öğrencilerimizin ve asistanların bazıları pupil dilatasyonunun beyin ölümü anlamına geldiğini düşünür ve resüsitasyon için geç kalındığı kanısına varırdı. Hep düşünmüşümdür; acaba bu şekilde kaç can kaybedildi. Bizim fakültemizde travma modülü ve ileri yaşam desteği gibi öğrenciye ve asistana yönelik eğitimlerle çok yol alındı. Çevre hastanelerden o kadar çok postresüsite hastayı reanimasyona kabule diyoruz ki, kanımca bu durum başarının gözle görülür hale geldiğinin bir kanıtı olarak kabul edilebilir.
Tıp fakültelerinde beyin ölümü ve organ transplantasyonu konularında eğitimler verilmesi gerektiğine inanıyorum. Ama bu ciddi bir adım olmakla birlikte, sorunu çözmeyecektir. Asıl çözüm halkın aydınlatılması ve eğitilmesidir. İnsanların organ bağışının gerekliliğine inandırılmaları ve beyin ölümünün geri dönülmez bir yol olduğunun bilincine varması gerekmekte. Bu konuda medyanın ne kadar etkin olduğu bilinmektedir. Acun Ilıcalı bir yarışma programı yapıyor. Bir lösemili çocuğun babası halka tanıtılıyor. Bu arada kemik iliği nakli gündeme taşınıyor. Benim telefonlarımı her gün üç beş dostum nasıl kemik iliği bağışlayacağını sormak için arıyor. Eminim birçok meslektaşım benzer yaşantıları paylaşıyordur. Medyanın ne kadar etkin olduğu bilinen bir gerçektir. Nadir de olsa böyle yararlı bir işin yapılmış olması beni çok etkiledi doğrusu. Bilinçli ve aydın medya mensuplarının topluma çok büyük değerler katabileceği bir kez daha kanıtlanmış oldu. Ben bu durumu alkışlamak istiyorum. Medya gibi bir gücün gereksinmeleri anlatmak için daha aktif işe koşulması gerekmektedir.
Gelişmekte olan bir toplumda en büyük gereksinme eğitim ve bilgidir. Bir toplumda yaş ortalaması 27-28 yıl ise bunun bir avantaj olması gerekir. Bunun da ancak gerçek aydınlar ve bilim insanları ile yapılabileceği açıktır. Kaybedecek tek saniyemiz olmadığını iddia ediyorum yeniden. İnsanımızın ve insanlığın gereksinmeleri, mutluluğu ve sağlığı yolunda yapılacak çok işimiz var. Akademisyen olarak bizlere ve hekimler olarak yine bizlere çokça iş düşmekte. Toplumsal görevlerimizi yerine getirmek için haydi iş başına…