Hepimiz, çocukluk ve ilkokul yıllarımızdan itibaren kurgu bilimle ilgili birçok film izlemiş ve çeşitli kitaplar okumuşuzdur. İster istemez bu film ve romanların, çocuk aklımızla üzerimizde, gençliğimiz hasebiyle de hayal gücümüzü etkileyen, istikbale ait plan ve programların yapılmasında müspet ya da menfi etkileri olmuştur. Ancak, insanların engin hayal güçlerinin bir ürünü olan bu tür film ve kitapların bilim, teknoloji ve dolayısıyla insanın refahını daha da üst düzeylere çıkartan medeniyetin gelişmesine çok büyük katkılarının olduğu da aşikârdır.
1970’li yıllarda, genç bir hekim ve daha çiçeği burnunda bir nöroşirurji asistanı iken izlediğim, insan beynindeki bir hastalığı tedavi etmek için bir enjektör yardımı ile hastanın damarına zerk edilen bir mikrocerrahın, hastanın beyninde yaşadıklarını, gayretlerini ve mücadelesini konu alan bir bilim-kurgu filmi, birçoklarının yanında beni de çok etkilemiş ve daha sonraki meslek hayatımda ilmi projelerime, özellikle deneysel çalışmalarıma kısmen de olsa ışık tutmuştur.
Zaman içerisinde, tıbbi teknoloji ve tedavi modalitelerinde devrim niteliğinde inanılmaz ilerlemeler oldu. 1990’lı yılların başından itibaren hayali aşan, baş döndürücü bir hızla gelişmekte olan endovasküler tedavi yöntemleri, kardiyoloji ve onkolojide, özellikle de beyin cerrahisinde (nöroşirurji), cerrahi girişim, mortalite ve morbidite açısından ileri derecede problemli olan bazı anevrizma ve arteriyovenöz malformasyon (AVM)ların tedavisinde çok önemli gelişme ve adımlara vesile olmuştur.
Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de, bu yeni tedavi modalitelerine, cerrahi taassup içerisinde(!), başlangıçta direnç göstermekten kendimizi alamamışsak da, atı alan Üsküdar’ı geçmişti. Nöroradyolojik endovasküler tedavi yöntemleri her gün biraz daha gelişmekte ve bu alanda çalışan bazı meslektaşlarımızın şöhretleri ülke sınırlarını aşıp, tüm dünyaya yayılmıştı artık.
Bütün bunlar, daha önce benim de başkanlığını yaptığım sinir sistemi cerrahisinin, “Nöroşirurjide Daha Az İnvaziv Girişimlere Doğru” ana sloganı ile 26-29 Ekim 2013 tarihleri arasında Antalya’da yapılan 9. Bilimsel Kongresi esnasında, İstanbul Tıp Fakültesinde, iki anterior kominikan ve bir paraoftalmik anevrizmanın endovasküler yöntemlerle tedavi edilişini aynı anda canlı olarak izlediğimde, bir film şeridi gibi gözlerimin önünden seyr-i süluk eyledi.
Kendimi, zaman zaman dünyadan bağlantısı kesilmiş bir uzay aracında, beyin içerisinde tatile, seyahate çıkmış, hazır buraya gelmişken de bir hasta damarı bulup, onu tamir ve tedavi etmekle meşgul, mesleğine âşık, bir beyin cerrahı olarak hissettim, gururlandım, kendime pay çıkardım ve endovasküler sahada çalışan bütün meslektaşlarım nezdinde, bahsi geçen bu üç hastayı endovasküler girişim yöntemini kullanarak başarı ile tedavi eden, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi (Çapa), Nöroradyoloji Bilim Dalı Başkanı Sevgili Prof. Dr. Kubilay Aydın ve Prof. Dr. Serra Sencer’e, mağrur, muhteris ve muzaffer bir komutan edası ile “Bilim ve San’at takdir edilmediği yerden göç eder.” ve “Marifet iltifata tabidir, müşterisiz mal zayidir.” kaideleri çerçevesinde, tebrik ve takdirlerimi ifade etmekten kendimi alamadım.
Konuyu değiştirerek, müstakbel kitabımızdan “Gir Koynuma Üryan” isimli rubaiyi birlikte okuyalım.
GİR KOYNUMA ÜRYÂN
(Mef’ûlu, Mefâîlü, Mefâîlü, Feûl)
Sâkî, yine efgânımı sindir, bu gece.
Rûhumdaki hicrânımı dindir, bu gece.
Bir mey gibi sun kendini, billûr şişeden,
Gir koynuma üryân da, sevindir bu gece.