Konuya kaldığım yerden devam ediyorum.
Temelde ateist olan kişi, inancına uygun bir dinî inanç bulamadığına inanan kişi, yani yine bir inancı olan kişi demektir.
Dinî konularda ve özellikle Kur’an’ın okunması ve anlaşılması sürecinde de aynı durum olmuştur. Kur’an Arapça dilde yazılmış bir kitaptır ve ilk çekirdek toplum olan sahabeler Arap olduklarından ve ana dilleri Arapça olduğundan, bu grubun ana dili ile gönderilmiştir. Çünkü vahyin mesajını anlamak ve düşünüp kabul etmek önemliydi.
Kur’an’ın anlayıp kendilerini şirk koşmaktan kurtarmaları için ilk hitap ettiği topluma kendi dillerinde indirildiği defalarca vurgulanmıştır.
Fussilet-44. Eğer Biz Kur’an’ı anlayamayacağınız ana dilinizden başka bir dilde ve zor anlaşılır bir şekilde indirseydik, şirk koşan ve riyakâr olanlar diyeceklerdi ki “Onun ayetleri anlayacağımız bir dilde ve kolayca anlaşılır açık /arabiyyen bir şekilde olmalı değil miydi? İnsana hiç anlayamayacağı ve yabancısı olduğu dilde bir kitap olur mu?”.
Yoksa Arapça, Müslümanlık için yeni indirilen bir dil değildir. Ancak ana dilleri Arapça olmayan toplumlara Müslümanlık yayılınca, ana dilleri Arapça olmayan insanların çok az bir kısmı Arapça öğrenmeyi becerebilmişler, bazısı Arapça öğrenmeye zorlanmışlar, çoğunluk ise Arapça dilini bilme özelliği olan bir kısım kişilere bağımlı duruma gelmek durumunda kalmışlardır. Böylece de din, Arap’ların ve Arapça bilen küçük bir azınlığın tekeline indirgenmiştir.
Hâlbuki Kur’an her toplumun ana diline anlam tercümesi yöntemi ile çevrilseydi, toplumun tüm bireyleri Kur’an’ın mesajlarını anlayacaklar ve dinsel cahilliğe ve bilgisizliğe mahkûm edilmemiş olacaklardı. Çünkü Kur’an, Arapça dilini değil, Hz. İbrahim’in başlattığı İslâm dinini yaygınlaştırmak için indirilmiştir.
Kur’an’ı başka bir dile çeviren ilk kişi sahabelerden Selman-ı Farisi olmuş ve Kur’an’ı Farsça’ya çevirmiştir. Çünkü Müslümanlık Arap toplumunun ve Arapça bilenlerin dışına da yayılmaya başlamıştı.
Bunun gibi Kur’an’ı ve Hz. Muhammed’i yeni kabul eden toplumdaki bir veya birkaç kişi, Hz. Muhammed’in ilk yıllarından başlamak üzere gerekli Arapça eğitimi almalı ve Kur’an’ı bulundukları toplumun ana diline çevirmeliydiler. Böylece tüm bir toplumun Arapça öğrenmesi gibi gerçekleşmesi imkânsız bir yol yerine, birkaç kişinin Arapça eğitimleri sayesinde yapılacak Kur’an tercümeleri ve sağlıklı yorumları sonucu tüm toplum bireyleri sağlıklı, düşünerek, anlayarak, akıllarını kullanıp sorgulayarak dinlerini doğrudan Kur’an’dan öğrenmek ve Kur’an’ın mesajları doğrultusunda düşünüp davranışlarını düzeltmek şansına kavuşacaklardı. Bu akılcı ve insanlığa yararlı yöntem gerçekleşmeyince, sadece Arapça bilme özellikleri olup, dinî bilgileri yetersiz olan kişiler, Kur’an’ı herkes kolayca okuyup dinî bilgilerini Kur’an’a göre bizzat anlayacağı gibi uygulamasın, kendilerine başvurmaları devam etsin ve konumları bozulmasın diye Kur’an’ı her toplumun ana diline çevirmekten uzak durdukları gibi, katı yasaklamalar koymuşlar ve bu yönde fetvalar da vermişlerdir.
Kur’an’dan uzaklaştırılıp din cahili bırakılanlara, bilinçli olan kişilerin anlayışlı olmaları ve onlara yaklaşmaları, onları kazanmak için çaba içinde olmaları gerekir. Çünkü Taha suresinin 43-44 ncü ayetlerinde Firavun’a bile belki öğüt alır ve değişir diye olumlu yaklaşılması, sırt dönülmemesi önerilmektedir.
Taha-43. Ve özellikle Firavun’a gidin, çünkü o iyice azıtmış durumda”. 44. “Firavun’la yumuşak bir şekilde konuşun ki, belki söyleyeceğiniz gerçekleri benimser ve inanır”.
Korku duygusu, anlamadığı için korktuğu kuralları tabulaştırmayı, aşırı ve abartılı uygulamayı da getirir ve yasakların nedenlerini araştırmayı, dolayısıyla eleştirel aklı engeller.
A’raf-55. İşte böylesine güçlü olan Rabbinize içtenlikle /samimi bir inançla ve tedarruan /gittikçe eğilerek /ritüelli olan namaz şeklinde ve gösterişsiz /gizli ve kısık bir sesle dua edin. Çünkü Allah, gösteriş içinde abartılı söz söyleyenleri /dua ederken bu riyakâr davranışları nedeniyle sevmez.
Bu aşırılık durumu, Kur’an’da Araf-179’da “davarlar gibi olmak” ifadesi ile simgeleştirilerek vurgulanmıştır.
A’raf-179. Yemin olsun ki bu yüzden, İns /öğrenci Ruh ve Cin nesillerinden birçoğu Cehennemi hak etmiştir. Bunların bilinçleri /akılları var, fakat hiçbir şeyin farkına varmazlar, gözleri var, hakikati görmezler, kulakları var, gerçeklere çağırılışlarını işitmezler. Onlar, evcil çiftlik hayvanları gibidirler, belki daha da anlayışsızdırlar. İşte bu durumda olanlar, gerçekleri anlayamazlar /gaflet içindedirler.
Tabi bu kişiler inançlarını bilgiye değil, başka kişilere bağlamış kişiler olmaktadırlar.
Yine art niyetli ve bilgi eksiği olan din adamları, önce kendilerine ulaşılmaz, diğer insanlardan farklı, üstün, soru sorulmayan, eleştirilmeyen ve çekinilen bir konum sağlamışlardır. Buna paralel olarak da hem Allah’tan hem de kendilerinden korkulsun diye Allah’ı ağır cezalar verici, gazap edici, ateş yağdırıcı, helak edici vasıflarla korkunç bir varlık olarak empoze etmişlerdir.
Hâlbuki Kur’an, 1400 yıl önceki Arap toplumunun ve çöl bedevisinin anlayabileceği basitlik ve açıklıkla Peygambere vahyedilmiştir. Böylece insanlar, din demek olan muhkem /Evrensel ve zaman üstü değişmez ana kuralları ve Hz. Muhammed’in hitap ettiği ilk çekirdek topluma yönelik Müteşabih /değişken kuralları kendileri doğrudan Kur’an’dan öğrensinler ve başkalarına muhtaç olmasınlar.
Dolayısıyla da Kur’an, her bir toplumun anadilinde olunca herkesin anlayabileceği özellikte bir kitaptır. Ve Müslümanlığın farklı dil konuşan toplumlar tarafından kabul edilmesi ile birlikte, Kur’an da bu toplumların ana dillerine tercüme edilseydi, bu insanlar dini doğrudan Kur’an’dan öğrenecekler ve Arapça bilen ve Kur’an’ı bir meslek kitabı olarak kullanan az sayıdaki bir gruba muhtaç kalmayacaklardı. Ayrıca Kur’an’da Hadid-27 ile Tövbe-34’üncü ayetlerle yasaklanmış olduğu halde kendilerine “Din adamı” dedirten bu grubun Kur’an mesajlarına ayrıntılar ve eklemeler yapıp dinî kuralları sayı ve şekillere boğmaları gerçekleşmeyecek, onlara meydan boş kalmayacak ve dahası Kur’an ve dolayısıyla din ile bağdaşmayan Peygamber sözleri uydurulamayacaktı.
Çünkü sevgiye, kolaylaştırmaya ve birliğe dayanan mesajlarla bezenmiş Kur’an’a karşılık, Peygambere atfedilen sözlerin Kur’an’ın mesajlarına uygun olmayanları insanları korkutmaya, sindirmeye, sayı ve şekillere boğarak günah işleme tedirginliği ile yaşamlarını karartmaya neden olmuşlardır. Korku ve günah işleme tedirginliği, beraberinde dinî kuralların yüzeysel ve maddî olanlarında aşırılığa yönelmeyi veya uygulamamayı doğurmuş, bu yönelme ise Müslümanlığın sadece 5 şartmış gibi empoze edilmesi ile de toplumsal geri kalmışlığa yol açmıştır.
Hindu özdeyişlerinden birinde cehaletin durumu şöyle vurgulanmıştır:
“Bir timsahın dişleri arasındaki inciyi çekip almak, ya da kızgın ve zehirli bir yılanı sizi sokmadan başınızın etrafına çiçekten kolye gibi dolamak, cahil ve inatçı bir kişinin fikrini değiştirmesini sağlamaktan daha kolaydır.”.
Goethe de “Tartışılmayan şey, düşünülemez” ifadesi ile de eleştirel aklın önemine değinmiştir.
Bilgililerin de bilgilerini bilmeyenlere öğretme sorumlulukları yanında, başkalarını kandırmama sorumlulukları da vardır. Çünkü Ankebut-12-13 ve Nahl-25 inci ayetlerde belirtildiği gibi, başkalarının bilgisizliklerinden yararlanarak onları kandıranların kendi günahları yanında, kandırdıkları kişilerin günahlarının bir kısmını da yüklenecekleri açıkça belirtilmiştir.
Ankebud: 12-Şirk koşan inkârcı insanlar, iman edenlere, “Siz, iman etmiş olduğunuz tek ilahınız olan Allah’ı bırakın ve bizim yolumuza uyun. Buna karşılık sizin günahlarınızı da biz yüklenelim” diyerek onları kandırmaya çalışmaktadırlar. Sakın onlara inanmayın. Çünkü hiç kimse bir başkasının günahını yüklenemez ve bunlar tam bir yalancıdırlar. 13-Ama gerçek şu ki böyleleri, kendi günah yüklerine ek olarak, sözleri ile kandırdıklarının bu nedenle yapacağı olumsuzluğun da günahından yüklenecekler. İmana ve Allah’a ilişkin uydurdukları yalanlardan dolayı da kıyamet günü, mutlaka hesaba çekileceklerdir.
Nahl-25: Ve bu ileri gelenler, yapılacak hesaplamada kendi günahlarının tamamı yanında, ayrıca bilgisizlikleri /cahillikleri yüzünden saptırdıkları kimselerin günahlarından da bir kısmını yüklenmiş olacaklar. Ne yazık ki yüklendikleri şeyin bu kadar kötü olacağının farkında değiller!
Dolayısıyla Kur’an’a dayanarak başkalarına bilgi aktarmak, geniş bir Kur’an bilgisi ve hakimiyeti gerektiren ve sorumluluğu ağır olan bir durumdur.
NOT: NÖVAK Vakfımızın kitaplarının gelirleri ile Eskişehir Tıp Öğrencilerine burs veriyoruz. Özel günlerinizde kitaplardan alır veya hediye ederseniz bize destek olur ve öğrenci sayımız artar: “DİN VE BEYİN”, “SON DAVET KUR’AN Tercümesi”, “KUR’AN KADINI KORUYOR”, “OKU! Konularına göre Kur’an ayetleri”, “KUR’AN’IN KULU KÖLESİ MEVLȂNA”, “TEVRAT VE İNCİL’DE ÖNCEKİ İSLAM”, “KUR’AN VE SON İSLAM”, “ALLAH İLE ANLAŞMAMIZ VAR”, “ALLAH’TAN ALACAKLI OL”, “ÖZDE VE SÖZDE DİNDAR”, “ALLAH KİMİ SEVER, KİMİ SEVMEZ” VE “HADİS VE SÜNNET GERÇEĞİ”