“İlim ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsin; Ya nice okumaktır? Okumaktan murat ne? Kişi Hak ‘kı bilmektir. Çün okudun bilmezsin; Ha bir kuru emektir Okudum bildim deme. Çok taat kıldım deme. Eğer hak bilmez isen; Abes yere yelmektir.” Yunus Emre
Medimagazin’in 5 Mart 2007 tarihili sayısında bu köşede yer alan “’Vahşi Batı’da Bilim, Kadınlar ve Erkekler” başlıklı yazımda “….bilim (veya bilimsellik) denilen, geçerliliği son kullanma tarihi ile sınırlı olgu’nun….” diye bir ifade yer almıştı. Bunun üzerine, bilim algılaması ve bilimsellik anlayışının nasıl olması gerektiği konusunda ne düşündüğümü merak eden suallerle muhatap oldum. Bunun yanıtını aynı tarihli Medimagazin’de yer alan bir haberden yola çıkarak vermek isterim.
Haber şöyle: “ABD’de 6 yıl önce bitkisel hayata giren bir kadın uyandı ve 3 gün boyunca uyanık kalmayı başardı. Yerel televizyon kanalı KKTV-TV’nin haberine göre, Christa Lilly’nin geçen pazar uyandıktan sonraki ilk sözü, annesine "İyiyim " demesi oldu. 2000’nin kasımında kalp krizi ve felç geçirmesinden bu yana 4 kez daha kısa süreli uyanan Lilly, yeniden uykuya dalmadan önce televizyon muhabirine de "Harika bir şey olduğunu düşünüyorum. Beni çok mutlu ediyor " dedi. Şimdi 12 yaşında olan küçük kızı Chelcey’i de gören Lilly, en büyük korkusunun yeniden konuşmayı öğrenmek olduğunu söyledi. Yıllarca beslenme tüpüne bağlı bir halde yattıktan sonra kek yiyen Lilly’nin durumu konusunda nörolog doktor Randall Bjork, hastasının nasıl ya da neden uyandığını açıklayamayacağını belirtti.”
Bu haberde, alıntı yaptığım son cümle aslında üzerinde uzun süre düşünülmesi, belki de bilime bakışımızı belirlemesi gereken bir cümle. Neymiş? Kendisi de önemli bir bilim adamı ve nörolog olan Randall J. Bjork “hastasının nasıl ya da neden uyandığını açıklayamayacağını belirtmiş.” İşte bilim böyle bir şeydir, bazı şeyleri açıklar (veya açıkladığını sanır) bazı şeyleri de açıklayamaz. Bjork dürüst bir adammış, haddini bilmiş ve açıklayamayacağını itiraf etmiş. Bir de bilimin her şeyi açıklayabileceği gibi bir ‘dogma’ya inananlar vardır ki onlar da türlü türlü zorlama yorumlar yaparlar. ‘Dogma’ kelimesini özellikle kullandım. Malum, ‘dogmatizm’, ‘radikalizm’ (köktencilik), ‘fanatizm’ (taassup) gibi kavramlar yalnızca skolastik düşünceler ve skolastik düşünceye sahip kişiler için değil aynı zamanda modern, çağdaş, bilimsel düşünceler ve bu düşüncelere sahip kişiler için de geçerli olabilir.
Bilimin muhtelif tanımları yapılmıştır. “Bilim; Evrenin ya da olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya çalışan düzenli bilgi” olarak tanımlanabileceği gibi, Einstein’ın ifadesiyle, “Her türlü düzenden yoksun duyu verileri ile düzenli düşünceler arasında uygunluk sağlama çabası” olarak da tanımlanabilir. Bakmayın siz bazı sözlüklerin ve yazarların ‘bilim’ ile ‘ilim’i birbirine karıştırmalarına. Bunlar farklı şeylerdir. ‘Bilim’ sadece ‘Nasıl?’ sorusuna cevap bulmaya çalışırken, ‘ilim’de ‘Neden?’ sorusuna cevap arama çabası da vardır. O yüzden ‘âlim’ başkadır, ‘bilim adamı’ başkadır. Benim amacım burada uzun uzun bilim felsefesi tartışması yapmak değil. Sadece şunları hatırlatmak isterim:
1) Bilimsel bilginin doğruluğu sadece mevcut zaman için geçerlidir ve değişme ihtimali oldukça yüksektir. Bu yüzden sürekli tedavi protokolleri değişir, dün faydalı denilen bir gıda bugün diyet listelerinden çıkarılır. Bundan dolayı yeni yeni ‘kılavuzlar’ yayınlanır, dün ‘ak’ olan bir şey bugün ‘kara’ veya ‘gri’ olur.
2) Bilimsel bilginin en büyük özelliklerinden birisi ‘değişkenlik’ olduğundan, bugün için bilimin ulaştığı seviye ile açıklanamayan bir bilginin yanlış olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Yani, eğer beyin ölümü gerçekleşen bir kişi neşter darbeleri ile irkiliyor ve kalp atım hızı artıyorsa ağrı duymadığını iddia etmek mümkün değildir. Zira, bu bilgi değişebilir ve bilim, mevcut ağrı iletim yolları dışında yeni yolları bulabilir.
3) Bilim ancak ‘Nasıl?’ sorusuna cevap verebilir. ‘Neden?’ sorusunun cevabı ile ilgili sadece tahminde bulunabilir. Bilim kanın ‘nasıl’ kırmızı olduğunu açıklar, ama ‘neden’ kırmızı olduğunu açıklayamaz. Doğum eyleminde uterus kaslarının ‘nasıl’ kasıldığını ve gevşediğini izah eder, ama ‘neden’ bu şekilde davrandığını bilemez.
4) Bilimsel dergiler birbirini nakzeden veya aynı konuda farklı sonuçlara varmış makaleler ile doludur. Bilimsel çalışmalar ve bunların sonuçlarını açıklayan makalelerin ‘bilimsel’ olması bunların doğruluğuna değil, bu sonuçlara varılırken kullanılan yöntemin ‘bilimsel’ olduğuna delalet eder. “Kerameti kendinden menkul şeyh” misali.
4) Modern dünyada bilim adamının ‘insanlığa faydalı olmak’ gibi bir amacı ve niyeti yoktur, olması da beklenemez. O sadece merak ettiği şeyleri araştırır ve bununla para ve ün kazanmaya bakar. Zaten, ferdiyetçiliğin ve maddiyatçılığın böylesine zirve yaptığı bir çağda aksine ihtimal vermek çağı okuyamamanın bir göstergesidir.
5) Bir olayın (fenomenin) ‘var olması’ onun doğruluğunu ve gerçekliğini kabul etmek için yeterlidir. Bunun bilimsel olarak ‘ispatlanamaması’ veya ‘doğrulanamaması’, olayın (fenomenin) veya bu olayı ortaya koyan kişinin değil, bilimin veya ‘bilim adamı’nın sorunudur. Eğer bir adam sadece dokunma ile kötü huylu tümörlerin büyümesini durdurduğunu söylüyorsa ve bu tümörlerin büyümesi gerçekten duruyorsa, kullanılan yöntemin ‘bilimsel’ olmaması, olayın (fenomenin) doğruluğunu değiştirmez. Bunun nasıl olduğunu açıklamak –veya açıklayamamak- bilimin sorunudur.
Yukarıda verdiğim örnekler tıp alanından olsa da yaptığım ‘hatırlatmalar’ bütün fen ve sağlık disiplinleri için geçerlidir. Astronomi dün 9 gezegen var der, bugün 8 olduğuna karar verir. Jeoloji bugün depremler için bir kuram ortaya atar, yarın başka bir şey söyler. Vesaire… Benim burada yazdıklarımdan bilime ve bilimselliğe karşı olduğum zannedilmesin. Sadece, bilimin tabulaştırıldığı bir dünyada yaşamanın tıp alanında çalışan bizler için büyük bir tehlike olduğunu vurgulamak istedim. “Kişi kendini bilmek gibi irfan olmaz” derler. Kendimizin ne olduğunu bilelim. İçi bilinmezlerle dolu bir evrende yaptığımız işlerin ve edindiğimiz bilgilerin okyanusta bir damla bile olmadığının farkına varalım. Ve, sınırlı kavramlar ve sınırlı kapasitemiz ile sınırsızı (namütenahiyi) ihata etmemizin (kavramamızın) mümkün olmadığını kabullenelim. Kendimizi kasmaya hiç gerek yok. Ne hastaları iyileştirmek, ne hayatları kurtarmak, ne de bilinmezleri bilmek bizim gücümüz dahilinde değil. Bunları yaparken bilgi dışında pek çok şeye ihtiyacımız var. Şans gibi, kabiliyet gibi, basiret (önsezi) gibi, tefekkür (derin düşünme) gibi, metafizik gibi ve daha pek çok şey gibi…