Sünnetullah, Allah’ın yaratma ve yönetmesinde değişmeyen uygulaması, yasası ve kanunudur. Sünnetullah, Allah’ın tabiatı yaratıp devam ettirmek ve toplum hayatını düzenlemek üzere koyduğu kanunlar anlamında bir Kur’an terimidir. Bir bakıma Sünnetullah, Allah’ın özgürlüğü fikrini içermektedir. Tarih boyunca peygamberler toplumlarını uyarırken, Sünnetullah’a atıfta bulunmuşlardır.[1]
Kur’ân-ı Kerim’de, 8 yerde “Sünnetullah” lafzı geçmektedir[2] ve hemen hemen hepsi aynı anlamı ifade etmektedir. Bu ayetlerden birinde, Allah’ın sünnetinin, kural, kanun ve yasalarının asla değişikliğe uğramadığı, şöyle dile getirilmektedir:
سُنَّةَ اللَّهِ الَّتِي قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلُ وَلَن تَجِدَ لِسُنَّةِ اللَّهِ تَبْدِيلاً
“Bu, öteden beri devam eden Sünnetullahtır/Allah’ın yasasıdır ve sen, Allah’ın yasasında asla herhangi bir değişiklik göremeyeceksin.”[3] Bu ve benzeri ayetlerde haber verildiği gibi, Allah’ın yasasında değişiklik söz konusu değildir. Sünnetullah değiştirilmediği gibi, değişime de uğramamaktadır. Kur’ân bunu şöyle haber vermektedir:
فَلَن تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَبْدِيلاً وَلَن تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَحْوِيلاً
“Sen, Sünnetullah’ta/Allah’ın yasasında herhangi bir değişiklik göremeyeceksin ve sen, Sünnetullah’ta/Allah’ın yasasında herhangi bir sapma da göremeyeceksin.”[4]
Bu ve benzeri ayetlerde, İslâm inancındaki doğruluk ve Kur’ân’daki eşsiz nitelikteki güzel anlatım ortaya konmaktadır. Çünkü bu ayetlerde, Allah’ın koymuş olduğu kural, kaide ve yasaların değiştirilemediği gibi, değişime de uğramadığı anlatılmaktadır. Allah’ın bu kanunlarının uygulama alanlarını, iki madde halinde değerlendirebiliriz. Bunlardan biri, tabii varlık alanı ile ilgili olan ilahi kanunlardır. Diğeri ise, tarihi varlık alanı ile ilgili olan ilahi kanunlardır. Tabii varlık âlemi ile ilgili olan ilahi kanunlara göre, Allah sonsuz kâinatın idaresini belli bir kanuna göre tespit etmiştir. Mevsimlerin akışı, gece ile gündüzün meydana gelmesi, insanların doğup, büyüyüp ölmeleri, yer çekimi, çeşitli maddelerin suda batmaması, yağmurların yağması, tabiatın yeşermesi, atomlardan yıldızlara, gezegenlerin durumu, kısacası kâinatta yaşanan her şey, belli bir kanun ile idare edilmektedir. Bunların yaşanmasında değişim olamaz ve kimse de bunlarda herhangi bir değişimi sağlayamaz. Çünkü tüm bunların kanunu, Sünnetullah’a göre belirlenmiştir. Bu alanlarda gösterilen felsefi ve ilmi çalışmalar, geliştikçe Kur’ân’a, bir bakıma bu alandaki Sünnetullah’a yaklaşmaktadır. İşin doğrusu, İslâm dininin temeli, akli ilkelere dayanmaktadır. Bu nedenle olmalı ki Kur’ân ağırlıklı olarak aklı kullanmanın, okumanın ve ilmi çalışmalarda bulunmanın önemi üzerinde durulmaktadır. Kur’ân’ın gösterdiği istikamette yapılan ilmi çalışmalar, hiçbir zaman akıl, ilim ve aynı zamanda Kur’ân ile çelişmemektedir. Bu da Sünnetullah’ın ilmi yönünün doğruluğunu ortaya koymaktadır. Kur’ân’ın pek çok ayetinde, gökyüzü ve yeryüzü hakkında bilgi edinmeyi, Allah’ın bu alanlarda koymuş olduğu nizamı öğrenmeyi emretmektedir. Ona göre Müslümanlar için bu konudaki Sünnetüllah’ı öğrenmek, bir tür farzdır. Çünkü Allah, ilahi ayetleri tefekkür etmeyi, yani bunlar üzerinde çalışmayı tekrar tekrar hatırlatmaktadır. Bilindiği gibi ilahi ayetler, Kur’ân’ın isimlendirmesi ile Sünnetullah’ı bilmedikçe tefekkür edilemez.
Sünnetullah’ın ikinci kanun ise, Allah’ın göndermiş olduğu peygamberlerin halklarından sapanlar, peygamberlerinin yollarından ayrılanlar, hak, hukuk, adalet ve ahlak kurallarına uymayanlar, zamanla çeşitli musibetler neticesinde yok olmuşlardır. Kur’ân kıssalarında bu tür tarihi olaylardan çokça bahsedilmektedir. Nice peygamberlerin kavimlerinin helak olmuş olmaları, ilahi adalet olan Sünnetullah’a muhalefet etmelerinin neticesidir. Bugün için özellikle İslâm âleminde görüldüğü gibi adaletle hareket etmeyenlerin başarılı olmaları, Sünnetullah’a aykırı düşmektedir. Hak, hukuk, adalet ve ahlak kurallarını çiğneyenlerin helak olmaları, Sünnetullah’ın gereğidir. Kısacası, kim Allah’ın koymuş olduğu yasalara uygun hareket ederse, felah bulup kurtuluşa erecektir ve kim onun yasalarına aykırı hareket ederse, helak olacaktır.[5] Bu sonuç, Sünnetullah’ın gereğidir. Sünnetullah gereği, bir halk, kendi tutum ve davranışlarını düzeltmedikçe, ilahi adalete muhalefet etmekten vaz geçmedikçe, Allah onların durumunu düzeltmez. Bu konu ile ilgili olan bir ayet şöyledir:
إِنَّ اللّهَ لاَ يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُواْ مَا بِأَنْفُسِهِمْ
“Bir halk, kendi tutum ve davranışını değiştirmedikçe, Allah da onların durumunu değiştirmez.”[6]
Kur’ân’ın pek çok yerinde toplumların, hak, hukuk, adalet ve ahlak ilkelerini çiğneyen mütreflerin/şımarık zengin ve egemenlerin yüzünden çöktükleri anlatılmaktadır. Bu tür korkunç sonuçlar, Sünnetullah’ın/ilahi adaletin, yasanın gereğidir. İnsanlık tarihi boyunca bu yasa şaşmamıştır, şaşmaz ve şaşmayacaktır.[7]
Netice olarak Ku’ân’da Allah’ın adaleti, yasası olan Sünnetullah haber verilmektedir. Bu yasa, tabii ilimler alanında olduğu gibi, tarihi olaylar alanında da geçerli bulunmaktadır. Bu konulardaki ilahi yasa değişmez ve değiştirilmez. Bilim, fen, teknik ve felsefe geliştikçe, Kur’ân’ın haber verdiği bu yasalar daha iyi anlaşılmaktadır. Bunların üzerinde çalışan toplumlar, mutlaka yararlanmaktadırlar. Bunların üzerinde çalışmayan toplumlar ise, Bugünkü Müslümanlar gibi gittikçe geriye doğru gitmektedirler.[8]
Herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.
KAYNAKLAR
[1] Erdoğan Pazarbaşı, Kur’ân ve Medeniyet, Pınar Yayınları, İstanbul 1996, s. 353.
[2] Muhammed Fuad Abdulbaki, “senne”, el-Mu’cemu’l-Mufehres li Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut tsz., s. 367.
[3] el-Fetih 48/23.
[4] Fâtır 35/43.
[5] Süleyman Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul tsz., VII, 319.
[6] er-Ra’d 13/11.
[7] Mütref hakkında geniş bilgi için bkz. Nurettin Turgay, Kur’ân’da Mütref Kavramı, Bilimname, Kayseri 2007, XII/1, 75-99.
[8] Sünnetullah hakkında geniş bilgi için bkz. Ahmed Naim Babanzade, İslâm Ahlakının Esasları, notlar ilave ederek sadeleştiren: Recep Kılıç, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2014, s. 67 vd.; Erdoğan Pazarbaşı, Kur’ân ve Medeniyet, Pınar Yayınları, İstanbul 1996, s. 353 vd.