İş birliği veya birlikte çalışabilme kültürü yüzyıllardır her türlü alanda, endüstride, ticarette, sporda, sanatta ve bilimde daha fazla üretkenliğin, yeniliğin ve başarının anahtarı olmuştur. Bireysellik tüm zamanlar boyunca kollektif yapılan işlerden asla üstün olamamıştır. Bunun yakın tarihte örnekleri çoktur. İkinci dünya savaşından sonra harap olan Almanya ve Japonya devletlerinin çok kısa sürede vatandaşlarının büyük kısmının düzenli, disiplinli ve toplum çıkarları için ortak çalışması buna örmek verilebilir. Bu ortak gayeler sonucu günümüzün ekonomi devleri olmaları katiyen bir tesadüf değildir. Bu toplumların yakaladıkları bu ivmenin halen devam edebilmesi veya bu süreci koruyabilmeleri ise oluşturdukları eğitim sistemlerinin de bu hareketi ve bu yönelimi desteklemesi ile mümkün olmuştur.
Bilim aslında çevremizdeki her şeyi zamanın başlangıcından itibaren çevreleyen ve sürdüren mekanizmalar bütünüdür. Biz insanlar bu mekanizmaları fark edip ortaya çıkardıkça yeni bilinmeyenleri de fark etmeye ve onlar hakkında düşünmeye başlıyoruz. Ancak her insanın farkında olabilecekleri mevcut ilgi alanı, bilgisi ve merakı ile sınırlı olduğundan her zaman büyük resmi görebilmeye yeterli olmamaktadır. Yani bilim bir farkındalık halidir ve bu ancak o branş yada alandaki tüm bilgiye sahip olabilmek ile mümkün olmaktadır. Bu da bilimsel gerçeklerin çokluğu ve karmaşıklığından dolayı bir insan için her zaman mümkün değildir. Tüm bu nedenlerle giderek artan bilgi varlığında daha çok okumaya ve yarının zorluklarını çözmek için giderek daha az değil, daha fazla araştırmacıya yani bilim adamına ihtiyacımız olmaktadır. Günümüzdeki teknoloji devleri ürettikleri her yeni ürün için birlikte çalışan yüzlerce mühendise sahiptirler. Bu sayede teknoloji çağında giderek daha kusursuz makineler, programlar veya cihazlar ortaya çıkmaktadır. Bu hızla ilerleyen bilgi trenini yakalamak için toplumlara büyük sorumluluklar düşmektedir.
Ben üniversite eğitimimi tıp fakültesinde bitirdikten sonra uzmanlık eğitimim için göreve başladığım diğer üniversitede doktorluk mesleğinin yanında bir de tıp bilimi olduğunu fark etmeye başladım. Ne yazık ki eğitimim sürecinde hep bana verilen bilgiler, notlar ile sınıflarımı başarıyla geçmiştim ancak bilim kısmını çok geç fark edebilmiştim. Uzman doktor olduğum 2007 yılında bu merakla gözlemlediğim iki farklı durum hakkında iki ayrı olgu sunumu tarzında ilk makalelerimi yazdım. Aslında yazarken bana çok ilginç geldiği için makaleleri gönderdiğim ulusal dergiler hiç ilgi göstermemişti ve kabul edilmediğini bildirdiler. Çok üzülmüştüm, yine farklı olduğunu düşündüğüm bir başka hastalıkla ilgili yazdığım İngilizce makalenin de akıbeti aynı oldu. İngilizce makalemi ayrıca 4 farklı dergiye de gönderdim ve hiçbirinden olumlu bir yanıt gelmedi. Oluşan bu tecrübeler bilime katkı yapabilmenin kolay olmadığını gösteriyordu. Mutlaka olaylara bakış açımı değiştirmem ve konu ile ilgili bilgiye daha fazla hakim olmam ve de doğru sorguları yapmam gerekliydi. Bu süreç içerisinde 2010 yılında doktora tezimi makale şeklinde düzenledim ve sci-expanded uluslararası bir dergiye gönderdim. Makalem ilk gönderdiğim dergide ufak düzeltmeler ile kabul edildi. Çok sevinmiştim. Bunun böyle olmasının sebepleri vardı. Çünkü makale çatısını oluşturan konu yani hipotezi özgündü, daha önce bu konuda yapılmış yeterli çalışma hiç yoktu ve en önemlisi tıp bilimine katkı yapabilecek kanıtlar ortaya çıkarmıştı. Bu hipotezi ben oluşturmamıştım, bana yol gösteren aynı bilim dalında tecrübeli hocam tarafımdan belirlenmişti. Daha sonra birkaç makalemde kabul edilince akademik hayata başlamak için fırsatları kovaladım ve nihayetinde 2012 yılında bir üniversitede yardımcı doçent doktor oldum. Akademik hayatımda alışkanlıkların değişmesi gerekliydi, daha çok bilim üzerine düşünmem şarttı. Ancak yurdumdaki çalışma sistemi bir türlü imkan vermiyordu.
Ayrıca 2016 yılından günümüze kadar klinik çalışmalar ile ilgili etik kurullarda üyelik yaptım. Başvuru dosyalarında hep aynı önemli eksikliği gördüm. Tıp biliminin derya deniz olduğu belli iken hep münferit başvurular yapılmaktaydı. Hipotezleri çok araştırılmadan veya destek olabilecek bilim dallarına danışılıp fikir alınmadan apar topar hazırlanan dosyaların çokluğu üzücüydü. Aynı zamanda bilime katkı yapabilmemiz için yeterli araştırma kültürümüz de yoktu. Yani bakışı ve değerlendirmesi farklı bir zihin için oluşturduğunuz kurgu eksik veya yanlış olabilmektedir. Aslında bilgiyi her zihin farklı kullanır, yani zihinlerimiz aynı model bir bilgisayarmış gibi çalışmaz. Biz insanlar girilen verileri farklı farklı kullanırız ve çok farklı çıkarımlar yapabilmekteyiz. Yıllar içerisinde gözlemlediğim, fikirlerin kısa sürede olsa karşılıklı söylenip üzerinde düşünülmüş olması yani fikir teatisi gerçek üretkenlik için çok önemlidir. Bununla ilgili çok sayıda tarihi örnek verebiliriz.
İngiliz matematikçi G. H. Hardy‘nin hastanede Hint matematikçi Srinivasa Ramanujan‘ı ziyareti üzerine sohbetlerinden aktarılan, “Putney’de hastayken onu bir kez görmeye gittiğimi hatırlıyorum. 1729 numaralı taksiye bindim, sayının bana oldukça sıkıcı göründüğünü ve bunun olumsuz bir alamet olmadığını umduğumu söyledim. “Hayır”, diye yanıtladı, “çok ilginç bir sayı; iki küpün toplamı olarak iki farklı şekilde ifade edilebilen en küçük sayı dedi. Bu nedenle 1729 Ramanujan-Hardy sayısı olarak matematik biliminde adlandırılmıştır. (Vikipedi)
Ayrıca iş birliği ile ortaya çıkan Nobel ödülüne layık görülmüş çok sayıda buluşlar vardır.
Watson, Crick (1916–2004) ve Wilkins (1916–2004) 1953’te deoksiribonükleik asidin (DNA) yapısını belirlemeleri nedeniyle ortaklaşa 1962 yılında Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü’nü aldılar. Bu şekilde iş birliği ile ortaya çıkan bizim bilim insanlarımızda vardır. Prof Dr Aziz Sancar Nobel kimya ödülünü Tomas Lindahl ve Paul Modrich ile birlikte yaptıkları “DNA onarımı mekanizmaları olan baz kesim onarımı ve yanlış eşleşme onarımı” hakkındaki çalışma ile almışlardır. Her üç araştırmacı genellikle birbirlerinden bağımsız olarak ve büyük oranda bakteri hücrelerinde 30 yıldan fazla süredir çalışarak bu keşifi yapmışlardır. Yani hem birliktelik, hem sabır ve ısrar bilimsel çalışmanın olmazsa olmazlarıdır.
Sonuç olarak bilim için bilim yapma fikri ile planlı olunması, aynı konuda daha önceden çalışma yapanlardan fikir alınması ve aynı konuya farklı bakış açıları olan kişilerden de destek alınması şarttır. Yani bilim tek bir insanın farkındalığı ile erişilebilecek kolay bir menzil değildir. Mutlaka bir temposu ve alışkanlıkları olmak zorundadır. Gerçek bilimle uğraşan kişinin bilimsel bakış açısını kazanması bazen yıllar yıllar sürebilir. Ancak süreci kısaltabilecek tek çare hangi bilim dalında olursa olsun çok geç kalmadan bilim için çalışmaya başlamaktır. Bilimi bir araç değil bir amaç yapmaktır. Gerekirse ortaokul veya lise döneminde bilimsel araştırma, deney ve çalışma birlikteliği oluşturulmaya çalışılmalıdır. Alışkanlıklar ne kadar erkenden oluşturulursa sonuçlara oluşmakta çok daha hızlı olacaktır. Böylece dünya çapında ilk 200 içine girebilen üniversitelerimiz olur, uluslararası indekslerde taranan her yıl çalışmalarımız oluşur. Yurt dışında bir çok üniversitenin önceliği bilim üretmek iken bizler gerilerde kalmayıp bizlerde onlara yaklaşabiliriz. Gençlere çok erken yaşlarda bilimi sevdirip birlikte çalışmanın temelleri atılırsa, gelecekte üniversitelerde birer öğretim üyesi oldukları zaman birlikte çalışma kültürüne erişmiş olurlar. Gelecek için çok çalışarak bilim denizinde Türk insanlarının daha çok söz sahibi olabilmesi dileklerimle..
Son söz; Bilgi paylaştıkça artar, fikir paylaştıkça gelişir ve olgunlaşır.
2 yorum
Vaner bey tebrik ederim, güzel bir yazı olmuş.
Yazınız disiplinler arası çalışma kültürünün önemine dikkat çekiyor.
“tek çare hangi bilim dalında olursa olsun çok geç kalmadan bilim için çalışmaya başlamaktır. ‘Bilimi bir araç değil bir amaç yapmaktır’.”
Yalnız, yukarıdaki önermenizin ikinci kısmının bir gözden geçirilmeye ihtiyacı var. Yaşam esastır. Kaliteli yaşamak için bilim bir enstruman ve alettir. Ama tabi ki doğru yol alabilmeniz için, aracınızın da sağlam olması gerekir. Söyleminizin bu örneği prensipleştirdiğini anlamalıyız. Çünkü amaç nasa, nas ta mutlakçılığa kolayca dönüşebilir. Mutlaka dönüşebilen yanlışı da kolay kolay değiştiremezsiniz.
Yani bilimi yapıyorken daima düşüneceğimiz ilk şey yaşama hizmet edip edip etmediğidir. Ama bunu, doğru ve ahlaklı bir hizmet diye de hedeflendirebiliriz.
Hocam tabiiki siz de haklısınız. Bilimi tabiiki hayatımızı kolaylaştırmak için mutlaka bir araç olarak kullanmalıyız. Benim burada kast ettiğim, yurdumda bir çok akademisyenin akademik titrelerini aldıktan sonra bilim için hiç birşey yapmamalarıdır. Yani bilim adamı etiketini kullanmak için bir süre bilim yapıyormuş gibi görünmeleridir. Yazımda da vurguladım gerçekten bilim için amaçlayıp çalışıyorsak bunun bir süresi sonu olmaz olmamalıda. Belki biraz idealistçe gelebilir ancak kullandığı ismin hakkını vermeli, elinden ne geliyorsa yapmaya devam etmelidir..