Yabancı dil öğrenme sürecinde daha çok sözcük öğretmenin yolu nedir? Simülasyon kullanmak, çocukların Fen Bilgisi dersine daha başarılı olmalarına katkı sağlar mı? Dijital oyunların gençler üzerindeki psikolojik etkileri neler olabilir? İşbirlikçi öğrenme, matematik kaygısını azaltır mı? Sanal gerçeklik uygulamaları, tıp öğrencilerinin anatomi bilgilerini artırmada etkili midir? Okul iklimi, öğretmenler arasındaki tükenmişlik üzerine ne tür etkilere sahiptir?
Yukarıda sorulan sorular, elbette cevaplanmak üzere sorulmadı. Ama bu sorulara cevap arayacak olunsaydı, doğru veya yanlış, geçerli veya geçersiz, bilimsel ya da bilimsel olmayan cevaplar almamız pekâlâ mümkün olabilirdi. Ama verilen cevabın ne ölçüde doğru veya bilimsel bir perspektif içinde verildiği bir muamma olarak karşımızda durmaktadır. İlk sorudan yola çıkarak, bu belirsiz durumu biraz netleştirebiliriz.
“Yabancı dil öğrenme sürecinde daha çok sözcük öğretmenin yolu nedir?” sorusuna bir cevap bulabilmek için bu soruyu bir kahvehanede oyun oynayan dört kişiye sorduğumuzu düşünelim. Elbette bu kişiler, yabancı dil eğitimi uzmanı, öğretmen veya araştırmacı değiller. Olası cevaplar, az çok tahmin edilebilir: Sözcük öğrenmek için bolca kitap okunmalı. Bilinmeyen kelimelere sözlükten bakılarak not edilmeli. Sözcük ezberlemek için (bizim öğrenciliğimiz döneminde bolca yaptığımız gibi) kelimeler, 20’şer defa deftere yazılmalı. Muhtemel cevapları artırmak mümkün olmakla birlikte tartışarak gelinen ve uzlaşılan nokta, kitap okumanın hedef dilde sözcük öğrenmeye katkı sağladığı biçiminde olsun. Sonuç: Yabancı öğrenme sürecinde kitap okumak, hedef dilde sözcük öğrenmeyi kolaylaştırır.
Şimdi kahvehane ortamından çıkıp bu soruyu bilimsel bir araştırma ile cevaplamaya çalışalım. Bunun için uzun ve zahmetli bir sürece gereksinim var. Öncelikle yabancı dilde sözcük öğrenmenin sorunlu bir alan olduğunu bağlamsallaştırmamız ve böylece bu çalışmayı gerekli kılan nedenleri rasyonel bir şekilde sunmamız gerek. Ardından sözcük öğrenmeyi etkileyen faktörleri belirleyerek araştırma konumuzu özellikli bir noktaya getirip amacımızı ve araştırma sorumuzu belirlemeliyiz. Ardından planlamayı yapıp uygun araştırma yaklaşımı ve desenini belirlememiz gerekecek. Mesela deneysel bir çalışma yaptığımızı düşünürken 10 hafta boyunca bir grup öğrenciye kitap okumadan geçen bir öğretim etkinlik dizisi uygulayabiliriz. Diğer gruba ise aynı etkinlik dizisini kitap okuma seansları içerisinde düzenleyebiliriz. Uzunca bir deney, veri toplama ve analiz sürecinden sonra ulaştığımız sonuç şu olsun: Yabancı öğrenme sürecinde kitap okumak, hedef dilde sözcük öğrenmeyi kolaylaştırır.
Kahvehanedeki arkadaşlarla tartışarak vardığımız sonuç ile çok uzun ve zahmetli bir süreç içerisinde yürüttüğümüz araştırmadan çıkan sonucu aynı. Şimdi can alıcı soruyu sormanın tam zamanı: Bu iki sonuç arasındaki fark nedir?
İlk bakışta bir fark olmadığını düşünebiliriz ama bu iki sonuç arasında devasa bir fark var aslında. Birinci sonuç, sağduyudan kaynaklı bir bilgi. İkinci sonuç bilimsel araştırma sonucu ortaya çıkan bilgi.
Biraz daha açalım. Eğer bir soruya cevap vermek, örnekte olduğu gibi kolay ve basit olsaydı bilimsel araştırma yapmaya gerek olur muydu? Ya da bir soruya doğrudan bir cevap verebilme imkânı olsaydı bilim insanlarının alanyazın tarayarak, yöntem kullanarak, analiz ve sentez yaparak ulaştıkları cevaplara ihtiyaç kalır mıydı? Ya da sezgilerimize ve sağduyumuza dayanarak verdiğimiz cevaplar varken, bilimsel araştırmalar yaparak sorulara cevap bulmaya gerek var mıydı? Cevap: Evet… Çünkü bilimsel araştırmadan çıkan bilgi ile sağduyu kaynaklı ortaya çıkan aynı değildir. Bilginin sağduyu kaynaklı olarak ortaya çıkması, o bilginin yanlış olduğunu göstermez, ancak sağduyudan gelen bilgi, bilimsel temelli bir bilgi değildir. Elbette sağduyu kaynaklı bilgi, bilimsel araştırma sorusu ve konusu belirlemek için gereklidir ama sağduyu temelli bilgi ile bilimsel kaynaklı bilgi arasında çok temel ve bariz farklılıklar bulunmaktadır. Şimdi bu farklılıklara kısaca göz atalım.
- Sağduyu kaynaklı bilgi, daha çok inanca dayalıdır. Burada inançtan kasıt, dini inanç değildir. Sözgelimi, bir İngilizce öğretmeninin öğrencilerin aynı sözcüğü 20 defa yazdıklarında o sözcüğü öğrendiklerini düşünmesi bir inançtır. Ya da bir Türkçe öğretmeninin sesli okumanın anlamayı kolaylaştırdığını düşünmesi bir inançtır. Oysa bilimsel araştırmada bilgiye ulaşmak için sistematik bir sürece ihtiyaç vardır. Genel bir soru sormak, sadece bir başlangıçtır. Bu genel soruyu bir araştırma sorusuna dönüştürmek için bile hatırı sayılır bir okuma yapmak gerekir. Problemin tanımından, alanyazın taramasına, araştırmanın planlanmasından analizine ve raporlandırılmasına kadar yürüyen süreç, bir sistem yaklaşımı içinde gerçekleşir.
- Sağduyu bilgisi, insanların deneyimlerinden kaynaklanır. Böylece insanların düşünceleri, sorulara verdikleri cevaplara yansır. Oysa bilim insanı, araştırma sonucu elde edilecek bir bilgiye ulaşmak için yola çıktığında, çalışmasının sonucunda ne tür bir bilgi ile karşılaşacaklarını bilemez. Kahvehanedeki insan, “yabancı öğrenme sürecinde kitap okumak, hedef dilde sözcük öğrenmeyi kolaylaştırır.” diyebilir ama bilim insanının bu bilgiye ulaşması, araştırmasını bitirmeden önce mümkün değildir. Bilim insanının bir soruya cevap bulmak için formüle ettiği varsayımlar, doğrulanabilir olduğu kadar çürütülebilir de. Oysa sağduyu bilgisisin doğrulanma veya çürütülme ihtimali bilimsel bir süreç içinde test edilmediği sürece yoktur. Bu nedenledir ki bir varsayım ve kuram üretmek, sadece bilimsel süreç tamamlandığında olasıdır. Diğer yandan sağduyu kaynaklı düşüncenin bir varsayım ve kuram olma ihtimali yoktur.
- Sağduyu kaynaklı bilgi, değişken içermez. Oysa yabancı öğrenme sürecinde kitap okumanın hedef dilde sözcük öğrenme üzerindeki etkilerini araştıran bir araştırmacı, birçok değişkeni dikkate almak durumundadır. Bilim insanı; okuma içeriğinden öğretmenin yaklaşımına, fiziksel ortamın rahatlığından aydınlatmaya, kullanılan öğretim yönteminden okuma etkinliğine, cinsiyetten yaşa, okumaya yönelik tutumdan algıya kadar birçok değişkeni düşünmek ve hangi değişkenin hedef dile okumayı veya sözcük öğrenmeyi etkilediğine dair çıkarımlar yapmak zorundadır. Bir diğer ifade ile bir araştırmada hangi değişkenin kontrol edileceği, hangi değişkenin manipüle edileceği belirlenmelidir. Bilgiye ulaşırken, neyin nasıl etkilerde bulunacağını bilmek için de planlamadan araştırma desenine kadar birçok konuda birikim ve bilgiye ihtiyaç varken, sağduyu düşüncesi açısından bu süreçlerin bir anlamı bulunmaz.
Özetlemek gerekirse, bilimsel araştırmadan elde edilen bilgi, sağduyudan kaynaklı bilgiden kesin ve net çizgilerle ayrışır. Çünkü bilimsel araştırma yolu ile edinilen bilgi, planlama olmadan, sistematik bir yaklaşım benimsenmeden, varsayım ve kuram oluşturmadan, araştırmayı etkileyecek tüm etkenleri dikkate almadan ortaya çıkmaz. Bu bağlamda, trajik bir durumla karşı karşıya olduğumuzu da söylememiz gerek: Bilim insanlarının sağduyu kaynaklı bilgiler sunması…
Oysa bilim insanlarına bilginin sunulması açısından önemli bir görev ve sorumluluk düşmektedir: Bilgi; bilimsel araştırmadan çıkan şekli ile topluma, okuyucuya, izleyiciye, dinleyiciye ve öğrenciye sunulmalıdır. Her akşam televizyon programlarında bilimsel bilgiyi es geçip sağduyu temelli düşünceler ile amiyane tabir ile ‘show’ yapmak, toplumun bilim insanına olan inancını ve güvenini zedelediği gibi bilime olan algıyı da olumsuza dönüştürmektedir. Bilim insanlarının bilgiyi sunma stratejilerini ciddi anlamda gözden geçirmeleri ve bilgiyi sağduyularından değil bilimsel araştırmalardan seçmeleri gereklidir. Çünkü bilimsel süreçten geçen bilgide ‘ben’ yoktur. Bu yüzden bilim insanı, bilgiyi aktarırken ‘ben’ sözcüğünden ve duygusundan arınarak davranmalı, konuşmalı ve yazmalıdır. Bilim insanını kahvehanede oyun oynayan sıradan bir vatandaştan ayıran en önemli nokta da budur.