Bilim İnsanları Derneği tarafından 25 Ekim 2013 tarihinde İzmir’de düzenlenen “Bilim İnsanları Hakları” konulu kongrede bilim insanlarının hakları ele alındı. Türkiye’de bilim insanlarının çoğunun haklarının ihlal edildiğinin farkında olmadığını ve bu nedenle konuya dikkat çekmek amacıyla Kongreyi düzenlediklerini belirten Bilim İnsanları Derneği Başkanı Prof. Dr. Gülçimen Yurtsever’in bu girişimi ile konu gündeme taşındı.
Bilim insanlarının hakları dendiğinde ilk akla gelen, özgürce bilim üretme ve bilimsel bilgi yayma hakkıdır. Her alanda olduğu gibi burada da, bu hakların sınırsız ve kuralsız biçimde kullanılması mümkün değildir. Bu hakların bilim insanları tarafından adil, eşitlik içinde ve hakkaniyetli biçimde kullanılması yazılı ve yazılı olmayan kurallar ile düzenlenir. Ülkemizde geçerli olan yükseköğretim mevzuatı incelendiğinde bilim insanlarının haklarını “seçme ve seçilme hakkı”, “eğitim alma hakkı”, “eğitim verme hakkı”, “araştırma hakkı”, “teşvik alma hakkı”, “gelir elde etme hakkı”, “dilekçe hakkı”, “bilgi edinme hakkı” şeklinde sınıflamak mümkün gibi görünmektedir.
Mevzuata bakıldığında kâğıt üzerinde yeterli sayılabilecek hak tanımlanmış olmasına karşın, günlük uygulamalarda bu hakların gerektiği biçimde kullanılamadığı, yöneticilerin keyfi tutumları nedeni ile bu hakların ihlal edildiği görülmektedir. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, Anayasal bir hak olan ve yasa ve yönetmelikler ile de düzenlenmiş olan dilekçe ve bilgi edinme hakkıdır. Üniversitelerdeki ortam bilim insanlarında sonuç alınamayacağı ya da yöneticinin hışmına uğrayabileceği düşünceleri uyandırdığından birçok bilim insanı hak aramak için dilekçe bile vermemektedir. Dilekçe verildiğinde ise yönetici keyfi olarak dilekçeyi cevaplamayabilmekte; bazen sözde cevaplamakta bazen de cevap vermeyerek aylarca oyalayabilmektedir. Açıkça hukuksuz biçimde dilekçeyi oyalaması ya da cevap vermemesi durumunda bile yönetici hiçbir yaptırım ile karşılaşmamaktadır.
Sonuç olarak Anayasa, yasa ve yönetmeliklerde ayrıntıları ile tanımlanmış bu hak yönetici istemediği zaman kullanılamamaktadır. Can alıcı bir başka örnek ise rektör seçimidir. Özgür irade ile oy kullanılamayan, seçmenlerin bir aday tarafından atandığı ve alınan oyların hiçbir değerinin olmadığı bir ortamda seçme ve seçilme hakkından söz etmek mümkün değildir.
Mevzuat ile düzenlenmiş diğer hakların gerektiği biçimde kullanılamadığı ile ilgili de birçok örnek saymak mümkündür, ancak konuyu yalnız mevzuat çerçevesinde ele almak asıl sorunun gözden kaçmasına neden olabilmektedir. Kaldı ki her şeyin mevzuat ile düzenlenmesi de mümkün değildir. Başka bir gözle bakacak olursak, yöneticilerin olması gerektiği biçimde genel adalet, hukuk ve insan hakları çerçevesinde hareket etmeleri durumunda bilim insanlarının hakları açısından yükseköğretim mevzuatımızın yeterli olduğu bile söylenebilir. Belki de asıl üzerinde durmamız gereken, yöneticilerin adaletsiz, hukuksuz ve insan haklarına aykırı davranmalarına olanak tanıyan toplumsal kültürümüzdür. Uzun yıllar içerisinde oluşan, belki de toplumsal yapımızın bir yansıması olan kabullenmenin ve tepkisizliğin nedenlerini başlıklar şeklinde sınıflamak mümkün gibi görünmektedir: 1) Biat ve itaat kültürü, 2) Ganimet kültürü, 3) Günü kurtarma kültürü, 4) Korku kültürü, 5) “Herkes böyle yapar.” kültürü, 6) Kutuplaşma kültürü.
Toplumun en seçkin grubunu oluşturan bilim insanlarının bile kendilerine yönelik hak ihlalleri karşısında sessiz kalması ve üniversitelerdeki kamu vicdanının çıkar için her türlü değeri çiğnemeyi engellememesi ne kadar büyük bir sorun ile karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.
Adaletsizliği besleyen bu kültürün üniversitelerdeki etkilerine baktığımızda bilim insanlarının kendini güven içinde hissetmediği, aidiyet ve kabul gördüğü hissini kaybettikleri görülmektedir. Bu ortam ne yazık ki öğrenilmiş çaresizlik duygusu içinde temel değerlerin önemini kaybetmesine ve çıkarcılığın giderek yaygınlaşmasına yol açmaktadır.
Görev yalnız yönetenlere değil, tüm bilim insanlarına düşmektedir.